Türkiye demokrasisini tahkim etsin, siyaset ülkeyi boş tartışma zeminlerinden uzak kılsın, iktidar da, muhalefet de bize daha mutlu ve müreffeh yarınların yarışında olsun diye bekliyoruz. Görünen o ki daha çok bekleyeceğiz…
Birisi çıkıyor, 28 Şubat dönemini hortlatırcasına insanlarımızın dini, inancı ile ilgili ileri geri konuşuyor. Partisi ses çıkarmıyor, ses çıkaranlar bu saçmalığı savunuyor, lideri hala millet ile helalleşme turları atıyor…
Önce helalleşecek işler yapmayı bırakmak gerekiyor. Artık inanç alanının suiistimal edilmesine, vatandaşlarımızın din ve vicdan özgürlüklerine yönelik tutum ve davranışlara son vermek gerekirken; helalleşme başlığı altında toplumla paylaştıkları hususlar bu konuları da içerirken hala aynı türden davranışlarda ısrar etmek acaba liderlerini onaylamadıkları için midir? Bu husus bizce bilinmez ama şu kesin, tam bir kafa karışıklığı içindeler.
Şimdi de bir sanatçı şarkı ile milletin inancını diline dolamış, buna destek vermek için sıraya giren girene… Buna destek vermek yerine, herkesin özgürce inançlarını yaşayacağı bir ülke arzumuzu ortaya koymak daha makul ve mantıklı değil mi? Helalleşirken insanların dini hassasiyetlerinin korunup gözetilmesi ve buna yönelik her türden saldırının insan hakkı ihlali olduğu, anayasal suç teşkil ettiği gerçeği neden ihmal ediliyor?
Ne sanata, ne de sanatçıya karşıyız. Düşünce açıklama, fikir ve ifade özgürlüğünü her zaman, sonuna kadar destekliyoruz. Ancak insanların kutsallarına yönelik kabul edilemez ifadeleri de doğru bulmayacağımız açıktır. Bunun siyaset eliyle normalleştirilmeye çalışılması ise asla doğru değildir.
Türkiye’de iktidara karşı olmakla dine, dini değerlere, kutsallara saldırmak özdeş hale getirilmek isteniyor.
Siyasal iktidarlar dini özgürlüklerin tam olarak yaşanmasından sorumludurlar ve bu nedenle de kutsalların tecavüze uğramaması için elbette kamu gücünü, otoritesini kullanmakla yükümlüdürler.
Bu yükümlülükleri nedeniyle onları “dinin sahibi” yerine koyup, dine hücum kadar mantıksız, yersiz ve provokatif bir tavır olamaz. Bu asla muhalefet değildir. Sadece topluma, insanlara saygısızlıktır. Ölçüsüz bir hukuksuzluktur…
Cemaatleri, tarikatları eleştirmek başkadır, onların milyonlarca müntesibini hiçe sayarak kapatılmasını ve faaliyetlerinin tamamen men edilmesini savunmak daha başkadır.
Tüm dünyada, dini inanışların farklı şekilde yaşandığı yolları ifade eden tarikatlar ve cemaatler vardır ve bunlara yönelik topyekün yasaklama ancak totaliter rejimler tarafından sürdürülmektedir. Önerme bunların yasaklanması değil, denetlenebilir yapılar olarak sosyolojik ve toplumsal rol ve fonksiyonlarını barış ve huzur içinde ifa edebilmeleri yönünde olmalıdır.
Türkiye’yi tüm insanlarımız için yaşanabilir bir cennete dönüştürmek yerine, hiç kimsenin yaşayamayacağı bir cendereye çevirmek kolaydır.
İşe nereden başlamak lazım diye fazla düşünmeye de gerek yoktur. İnsanların inançlarına tasallut etmeniz yeterlidir. Özgürlüklerini ellerinden alacak kaba, kötü müdahalelerle bunu gerçekleştirebilirsiniz. Nitekim 28 Şubat’ı yaşadık. Çocukları okullara almadık, okuyabilmeleri için inançlarını okulların dışında bırakmalarını şart koştuk… Ne oldu?
Arzulanan eğer yine aynı şeyler ise tahammülsüzlüğü, hoşgörüsüzlüğü körükleyelim. İnsanlarımızı inançları dolayısıyla birbirine karşıt hale getirelim…
Sonra?
Sahi sonra ne olacak?
Bu anlayışsızlıklarla nereye gideceğiz?