Ne o, ne bu. Hem o, hem bu

Nuran Yıldız nuran@nuranyildiz.com

Gündelik yaşamda sıkça bu konuya girer oldum.

Belki dünya üzerindeki “parçalanma” tezgâhlarına karşı tek strateji olduğundan.

Farklı olmanın altını çize çize, kafamıza kaka kaka, benzerlikleri geri plana attırdıklarından olsa gerek.

“Melezleşme” üzerinde çokça duruyorum.

“Melez”, annesi babası farklı ırklardan çocukları tanımlamaktan çoktan çıktı, her alanda “fark”ın değil, “benzer”in anavatanı oldu.

Aşk Yüzyılı Bitti’de ayrı bir başlıktı “Melezleşme.”

“Ne o, ne bu. Hem o, hem bu” anlamını içeriyor.

“Bir”in içinde, “bir”den fazla demek.

Klasik kadın ve erkek rollerini sarsıyor.

Fikren en tutucu sağ/sol siyasi partileri, diğer tarafa yaklaştırıyor.

Tüm alışveriş mekânları içerikte çeşitleniyor.

Teknoloji tamamıyla “melez”, telefon mu, bilgisayar mı karıştı.

Meyveler, bitkiler öyle.

Filmler de. Loving Vincent mesela. Gerçek kişiler oynuyor ama film animasyon.

Mühendislik ve biyoloji birleşti.

Ezberlenen kalıplar yerle bir.

Farklılıklar üzerine plan yapanlar zamanla yok olmaya mahkûm. Benzerlikler denizi büyüyor.

Ayşe Böhürler yazısında, programında dile getirdiğim “melezleşme”nin altını çizerek “farklı kesimlerden arkadaşların oluşturduğu güç”ten söz etti.

Şu cümlesini sevdim:

Aynı fikirde olmadığımız insanlarla dostluğun başka bir kıymetli tarafı da kendi sesinizin yankısıyla aldanmak, oyalanmak yerine ayaklarınızın daha sıkı yere basmasını sağlaması.”

Yazar Ayşe Kulin’le farklılıklar üzerinden tartışmaya girdiler ve ben, kendimi suçlu hissettim.

“Melezleşme” üzerinden tartışmalarının fitilini ateşleyen bendim.

Odatv, ilgili haberin girişine adımı koyunca suçluluk hissim daha da arttı.

Otomobil kullanmayı öğrendiğim sıralarda, karşıdan gelen tüm araçlar üzerime geliyor sanıp paniklerdim.

Yanımdan geçip gittiklerini gördükçe rahatladım.

İçinde bulunduğumuz zamanda, değişimler, yanımızdan geçip gitmiyor.

Ayırdına varmazsak, üzerimizden silindir gibi geçecek değişimler yaşanıyor.

“Biz” ve “onlar”, “sen” ve “ben”, “bizim gibi düşünenler” ve “bizim gibi düşünmeyenler” kompartmanlarıyla bir yere varılacak günler eski mevsimlerde kaldı.

Ne o, ne bu. Hem o, hem bu. Anlasak iyi olur.

ÇOÇUK OYUNCAĞI MI BU?

“1 Mart’ta okullar açılacak” diyorsunuz. Öğrenciler heyecanlı, öğretmenler hazırlıklı.

Okullar hazır, sınıflar bekleyişte.

Kaybolan bir kuşağı kurtarmak için herkes seferber.

Son dakika, okulların açılması 1 gün erteleniyor! Bir ay değil, bir hafta değil, 1 gün!

Nedeni Bakanlar Kurulu’nda durum değerlendirmesi.

Bakanlar Kurulu bir gün önce toplanıp değerlendirse ne olurdu? Kıyamet mi kopardı?

Eğitim ciddi bir mesele ve maalesef kimse yeterince farkında değil.

İçinde çocuk var diye, çocuk oyuncağı sanıyorsanız fena yanılıyorsunuz.

MASKELİ BALODA FİGÜRAN MIYIM?

Bu korona illeti geldi geleli iki şeyi hiç anlamadım Osman Müftüoğlu Hocam.

Tıp bilginiz muazzam. Sağlık Bakanıyla muhabbetiniz iyi.

İki konuda bana bir siz yardım edersiniz sanki;

Birincisi, kurum girişlerinde ateş ölçülmesi. Ben böyle saçma bir uygulama görmedim, yaza yaza yoruldum.

Ateş düşürücü alıp geçersem virüs yok, ateş düşürücü almadan geçersem virüs var. Bu nasıl iş hocam?

İkincisi, “HES uygulaması olsun, her yer açılsın” deniyor. Mesela bende bir HES kodu var. 3 aylık almışım. Nerede isterlerse gösterip geçiyorum.

HES uygulamasının kendisi virüs savar manyetik alan mı üretiyor? Üç ay içerisinde virüs kaptım mı, kapmadım mı kim nereden bilecek?

Cahilliğime verin, ben neyi atlıyorum?

Yoksa bir maskeli baloda figüran mıyım?

KANADI KOPUK NÜKHET DURU

Nükhet Duru’yu anlatan “Duru Olmak” belgeselinde üç şarkıya yer verilememiş:

“Melankoli”, “Ben Sana Vurgunum” ve “Benimsin Diyemediğim.”

Bestecisi izin vermemiş.

Besteler, bestecilerin çocuklarıdır, vardır bir bildiği.

Ve fakat. Dürüst olalım.

Bu üç şarkıyı çıkarın Nükhet Duru’dan, geriye kanatları koparılmış uçması beklenen kuş kalmış olmaz mı? Olur.

ALBÜMSÜZ EVLER

Geçmiş zamanla bugün arasındaki en büyük ama en gözden kaçan farklardan biri, aile fotoğraflarında yaşanıyor.

Herkesin evindeki eski albümde, anne babanın ortalarında kendi bebek hallerinin olduğu siyah beyaz fotoğraflar vardır.

Aile büyüklerinin de benzer pozları vardır.

Fotoğraf makinesi icat edildiği günden bu yana en özel aile etkinliği, el ele tutuşup fotoğrafçıya gitmek olmuş.

O fotoğraflar özenle albümlere yerleştirilmiş. Arada açıp bakılır, iç çekilirmiş.

Ailenin geçmişiyle, bugünü arasında güçlü bağlar kurmaya vesile.

Bugün ise, neredeyse her saniye fotoğraflar çekiyoruz ama ortada birlikte bakılacak albümler yok.

O fotoğraflar kişisel telefon depolarında tutuluyor, hafıza dolunca bir yere kaydedilip unutuluyor.

Bakmak için çekilen fotoğrafların yerini unutmak için çekilen fotoğraflar aldı.

MÜDAVİMİ OLDUĞUM YERLER

Pandemide müdavimi oldukları mekânları özleyenler varmış.

Okuyunca düşündüm. Ben nerenin müdavimiydim?

Nereye müdavim olup ayak bastıysam orası alıp başını gitti.

Trilye’ye müdavimdim, fiyatlarına yetişemez oldum.

Balıkçıköy’e girer, “Fahri var mı?” derdim. Enver zaten uzaktan beni görüp gelirdi.

Sonra Balıkçıköy zincirleri açıldı, gittiğimde Fahri’yi görmem zorlaştı, gitmez oldum.

Big Chefs’e adım attım. Önce İstanbul’a gitti Gamze Cizreli, sonra her yere Big Chefs açtı. Gitmez oldum.

Tunalı’da Cafe Des Cafes’ye takılırdım, pek mütevazı gelirdi, park sorununa kurban verdim.

Diyeceğim o ki, ben tanıdık yüzlere müdavim mekânlara değil.

OLMAZ SAYIN DORSAY

Sinema yazarı Atilla Dorsay, “Yeşilçam masaldı, bitti. Lütfen yeni sinemaya ilgi duyalım” demiş.

Olmaz. Mümkün değil.

Nuri Bilge Ceylan’ı severim ama filmleri her gün çekilir dert değil.

Sınıflamaya bile girmez komedi filmlerine film diyene höyküresim gelir.

Yetenek sıfır, robotik genç oyuncularla çekilen ucuz aşk filmleri, aşkı bırak insanı hayattan soğutur.

Kötü oyunculuklar, berbat senaryolar, çıkar ilişkili yapımlar, sığ biyografik filmler derken…

Yeni sinema sizde kalsın, ben Yeşilçam masalı alayım.

MOTOKURYE ÖLÜMLERİNİ SEYREDECEK MİYİZ?

Motosikletli Kuryeler Federasyonu varmış, bilmiyordum.

Son bir yılda 189 motokuryenin trafik kazalarında öldüklerini açıkladılar.

189 yoksul eve ateş düşmüş!

Bir taraf “30 dakikada kapınızda” vaadi veren yemek sitelerini suçluyor, diğer taraf, “trafik kurallarına uymayan kuryeleri.”

Ne yapacağız? Bu tespitleri yapıp bırakacak mıyız?

30 dakikada siparişi yetiştiremezse müşteriden ayrı, patrondan ayrı azar işitme korkusu, elbette trafik kurallarını hiçe saydırır.

O çocuklar daha güvenli işler buldular da çalışmadılar mı?

Hepsinin de alacakları üç kuruş maaşa, bir kuruş bahşişe ihtiyaçları var.

Sorun, tespiti yapıp gereğini yapmayanlarda.

Devlet bu hizmeti veren şirketlere insani kriterler koymalı.

Siparişin alınacağı bölge sınırlarından, sipariş süresine, kuryelerin eğitimlerinden, izleyecekleri güzergâhlara kadar belirlenmeli.

Bu alan o kadar denetimsiz ki, sokaklardan kurye cesetleri toplamaya devam mı edeceğiz?

AKLIMDA KALAN

“Sadelik kendin olmanın altını çizmektir” anlayışı: Instagram canlı yayınında “Sadelik kendin olmanın altını çizmektir” demiştim. İzleyenlerin birçoğundan bu sözün altını çizen mesajlar aldım. Gerçekten de sadeleşmek, altına kendini gizlediğin kabukları kaldırmaktır. Sana varan yollara koyduğun ambalajlı engelleri atmaktır. Kendini unutup başkalarını yaşamak yerine, başkalarına göre değil kendine göre yaşamaktır.

Tüm yazılarını göster