İçeriği boşalmış, tek şekli kalmış iç siyasetimizde bir yemek muhabbetidir gidiyor.
Ekrem İmamoğlu ile Kemal Kılıçdaroğlu yemekte mi buluşacakmış, kahve mi içeceklermiş vs.
Bilen bilir, Kemal Beyle yenen yemeklerin bir sonucu yoktur. Bakın bir masada 6 kişi, 3 yıl yemek yediler ama en önemli konuyu, cumhurbaşkanı adayının kim olacağı konusunu hiç konuşmamışlar.
Şimdi İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ile CHP’nin eski genel başkanı birlikte yemek yese ne olur, birbirinin evine yatıya gitse ne olur?
Sorum siyasi bir gerçekliğe gönderme yapıyor ama sanal bir gerçekliğin de altını çizsin istiyorum.
Bu yemek işini sürekli gündemde tutan İmamoğlu’nun ekibine, İmamoğlu da ekleme yapıyor: “Arkadaşlar yiyeceğiz ama ne zaman yiyeceğiz belli değil”.
Kılıçdaroğlu da cevap veriyor: “Aramızda bir yemek durumu konuşulmadı.”
Peki bu kör muhabbet niye çevriliyor?
Güya İmamoğlu, hedefe yürüdüğü yolda taşları temizliyor. Sorunları azaltıyor.
Kendisini var güçleriyle (nedense) destekleyen gazeteciler de yelkene rüzgâr üflüyorlar.
Bunu gören Mansur Yavaş ve ekibi durur mu, hemen kaşığı, çatalı alıp Kemal Beyle yemeğe oturuyor.
Kimse de demiyor ki, nüfusu 16 bin, yüzölçümü 16 Kilometrekare olan Adalar ilçesinde halk sokağa dökülmüş, protestolar ayyuka çıkmış, yemekten önce o sorunu çözsene.
Adalar’daki sorun basit, çözüm çok. Buna rağmen sorunu, Adalar halkını üzmeden çözemeyen, Türkiye gibi çetrefilli bir ülkeyi yönetmeye nasıl aday oluyor? Oluyor.
Bir yemek yesinler bakalım, kısmetlerindeki neyse, kaşıklarında o çıkar.
Kıssadan hisse 1: Yemek, iletişimde önemli bir ortam sunar ancak, olumlu ortamın koşulu ya taraflar samimi olacaklar ya da tarafların ekipleri sorunları çözmüş olacak ki yemek görüntüsü pastanın kremasını oluştursun.
Kıssadan hisse 2: Gelişmekte olan ülkenin az gelişmiş iletişim anlayışıyla yenen yemeğin tadı, tuzu olmaz.
Kıssadan hisse 3: Büyük hedeflere varmak için, küçük ayak oyunlarından önce büyük fikirleri olmalı insanın.