"Neyin özlemini duyar, neden yorgun düşmüştür de böyle şeylerden dem vurur?"
Son dönemlerin en çok konuşulan isimlerinden biri olan Mehmet Aslantuğ, Hülya Avşar'a sahip çıktı. Aslantuğ, "Söylemek istediği şey, ekonomik değil, psikolojik muhakkak. Ama bu psikolojinin cinsiyeti olmaz. En azından olmamalı! ‘Sosyal medya’ söylediğin o değişimin dinamiğine tipik örneklerden. Yönetim erkinin de şu ya da bu biçimde kâbusu olmuş durumda, baksana! Ben henüz dahil olmadım, ama etkilenmemek mümkün değil" dedi.
Bir Hülya Avşar programına katılan ve geçtiğimiz hafta sosyal medyanın en çok konuştuğu isimlerden biri olan Hürriyet'e konuştu. Mehmet Aslantuğ, Hülya Avşar'a sahip çıkarken, Hülya Koçyiğit'in sözlerine karşı çıktı.
İşte o söyleşi...
Bu hafta Hülya Avşar karşısında ‘kadın hakkı ve kadın üstünlüğü’nü savunmak durumunda kaldınız...Bu hafta Hülya Avşar karşısında ‘kadın hakkı ve kadın üstünlüğü’nü savunmak durumunda kaldınız...
- Hülya; üreten, çalışan, muhtemelen ailesi ya da etrafındaki erkeklere de iş imkânı sağlayan bir kadın. Buna rağmen neyin özlemini duyar, neden yorgun düşmüştür de, böyle şeylerden dem vurur? Ayrıca kendisini açıklamaya her zaman gücü vardır!“Hiçbir kadın geleceğini bir adamın vicdanına, aşkına, günün sonunda aklının karışmasına bırakmamalıdır” cümleniz sosyal medyayı ayağa kaldırdı. Biraz açar mısınız?
- O çok matah bir ifade değil. Daha iyisini kurmaya çalışayım! Hayat ihtiyaç duydukça başını güçlü bir erkeğin omzuna yaslayan bir kadın olmakla; güçlü bir kadının omzuna yaslayan erkek olmak arasındaki farka göre kurulamaz. Buna göre dizayn edilen toplumların varacağı bir yer yok. Kumdan kaleler gibi, yıkılırlar!Hülya Avşar arada böyle çıkışlar yapıp kendinden konuşturur. Eskiden alıcısı da vardı. Ama sanki artık tahammül sınırlarımız değişti. Türkiye ve kadınlar bambaşka gibi, katılır mısınız?
- Söylemek istediği şey, ekonomik değil, psikolojik muhakkak. Ama bu psikolojinin cinsiyeti olmaz. En azından olmamalı! ‘Sosyal medya’ söylediğin o değişimin dinamiğine tipik örneklerden. Yönetim erkinin de şu ya da bu biçimde kâbusu olmuş durumda, baksana! Ben henüz dahil olmadım, ama etkilenmemek mümkün değil.Eşiniz Arzum Onan da evlendikten sonra işlerine bir dönem ara verdi. Onun tercihi hakkında ne söylersiniz?
- Arzum, 15 yıldır heykel atölyesinde. Kaynak yapmayı öğrenmek için yüzünü yakmayı, demir levhalar döverken parmaklarını zedelemeyi göze almış, bu sanatlar arasında fiziksel yük açısından en zor olanını seçmiş bir kadın.
HÜLYA KOÇYİĞİT’E KATILMIYORUM
Son dönemde sanatçılar siyasi figürlerin daha sık yanında. Sanat ve siyasetin iç içe olmasına ne diyorsunuz?
- Kendi tasarrufları. Kişisel fikrim şu; sanatçının söylemlerinde politik duruş olabilir. Bunun kriterleri bellidir. Kamu yararı üzerinden konuşur. Siyasi partilerle, liderleriyle ya da üretilen siyasete dolaylı da olsa kefil olmak bana göre değil.Hülya Koçyiğit bir röportajında “Baskı yok. Aksine herkes çok özgür” dedi. Katılıyor musunuz?
- Katılmıyorum! Mesela sistemi eleştirdiğin bir oyun yasaklanıyorsa, baskı yok diyemezsin. Elbet birilerinin de sistemi, düzeni eleştirme özgürlüğü olacak. Olağanüstü Hal’in bir yönetim biçimine dönüşmesine sesi çıkacak. Dün eleştirirken doğru da, şimdi mi yanlış.Peki sanatta özgürlük var mı?
- Sanat doğası gereği muhaliftir. Muhalif partili değildir, muhaliftir! Tüm iktidarların olası sapmalarına, yanlışlarına bir taraftar gibi kayıtsız, sessiz kalamaz! Bu nedenle bu türden çabaları yönetim erki tarafından bastırılmaya, sindirilmeye çalışılır. Dolaylı ya da dolaysız. Ancak sanatın, incelikli tavrını terk edip hareket etmesi de doğru değil.Kısa süre önce dijital yayınlara sansür imkânı tanıyan yasa Meclis’e sunuldu...
- Bu tür yasakların hangi ülkelerde olup olmadığına, sonra o ülkelerin; dünya klasmanındaki sıralamasına bakalım. Eğitim standartlarından sosyal devlet olarak meziyetlerine, endüstri, sanat ve kültür alanlarında yaptıklarına. Sonra da kamusal alanı ilgilendiren işlerde yolsuzluk ve rüşvet karnesine! Aklı ve vicdanı olan ne hissedecekse ben de onu hissediyorum!
ÖTEKİ YARATMAYAN, İNSAN HAK VE ÖZGÜRLÜKLERİNE KARŞI OLMAYAN NESİLLER UMUT EDİYORUM
Birkaç sene önce ‘Ben Onu Çok Sevdim’ isimli dizide Adnan Menderes’i oynadınız. O dönem ve bu dönem arasındaki farklar ne?
- Her dönem, ait olduğu sosyoekonomik ve kültürel özellikleriyle tarihte yerini alır. Geleceği de bu deneyimler aydınlatır. 1950’lerde de, çok daha geriden gelen siyasi hesaplaşmalar, bölgeyle ilgili tasarrufu elinde tutmaya çalışan emperyal güçlerin iştahına hizmet etmiştir. O güçler de bunu kalıcı malzeme haline getirmek için ne gerekiyorsa yapmışlardır. Halen olduğu gibi!
Siz hem bir sanatçı, hem bir aydın olarak nerede duruyorsunuz?
- Cumhuriyetin ilanı ve devrimler, muasır medeniyeti hedeflerken kimliksiz kalmayı kurgulamadı, birilerinin iddia etmeye çalıştığı gibi. Adı ‘Türkiye’ olarak kurulan bir devleti kimlik sınavına sokmak kimsenin haddine de değildir ayrıca! Bilim ve aydınlanma referans alınmazsa, dünyevi olan hiçbir mecrada ayağa kalkmak mümkün değildir. Tarih bize göstermiştir ki, ne denli altın çağlar yaşamış olsak da, her yüzyılın kendi ihtiyaçlarına cevap verecek aklı ve planlamayı yapmayınca çözülmüşüz! Bu da başkalarının çıkarına çalışır şüphesiz.Ülkenin geleceğine nasıl bakıyorsunuz?
- Öteki yaratmayan, insan hak ve özgürlüklerine karşı olmayan nesiller umut ediyorum. Ülkesiyle aidiyet buhranı yaşamayan; bölünmeyi düşlemeyen, istemeyen; etnik, mezhepsel, kültürel farklılıkları, kimlikleri, yurttaşlık bilinci ve çağdaş, eğitimli insan seviyesiyle sarıp sarmalamaya inanan nesiller...
Çok mu?
ŞÖHRET ATEŞLİ HASTALIK GİBİDİR
Arzum Onan’la 25 yıla yakın bir süredir birlikteliğiniz var. Nedir bu kadar uzun süreli evliliğin sırrı?
- Yıllarca söyledim bir şeyler, alan almıştır çoktan... Şaka, şaka! Vallahi sırrı yok!Bu kadar ciddiyet sonrası sorayım; romantik bir adam mısınız?
- Bu soruyu bugünlük duymazdan geleyim. Bugün romantik değilim mesela... (Gülüyor)İki sanatçı; evin ana gündem maddesi sanat mı?
- Bazen sanat, bazen aşk; bazen evlat, bazen de memleket. Kimi zaman da hepsi birden biziz.Babanız hayatını kaybettiğinde dört yaşındaymışsınız. Bu hayata ve çocuğunuzla ilişkinize nasıl yansıdı?
- El yordamıyla buldum Hakan’ım! İçimden geldiği gibi. Kim bilir belki hem oğlumu, hem de kendi çocukluğumu büyütmüşümdür.Oyunculukta 33’üncü yılınız. Bu meslekten ne öğrendiniz?
- Mecazdan yürüyelim! Şöhret, ateşli hastalık gibidir. Genç yaşta yakalandığında, olur da öldürmezse eğer, bağışıklığı güçlendirme ihtimali yüksek. Bazı vakalarda kalıcı hasarlar bırakmış olması da mümkün tabii. Demem o ki, aslolanın mesleğimiz değil de, hayatın kendisi olduğunu unutmamaya çalışıyorum.Sekiz yıl sonra ‘Direniş Karatay’ ile beyazperdedesiniz. Zor mu beğeniyor yoksa zor mu ikna ediliyorsunuz?
- Örneğin, bir sinema adamı olarak Yavuz Turgul ve Şener Şen’e bakalım. Bu ülke için taşıdıkları kıymet sual edilebilir mi? Edilemez! Peki onlar, izleyici algısını ve gişeye talebi yönetmek üzere biraz tamahkâr davransalar, izlenme yarışını kendileri lehine yönetemezler mi? Yönetirler. O zaman nasıl oluyor da, sıradan mavra ya da melodram dili, onların izlenme rakamını aşıyor? Bu durum, onların beceriksizliğiyle mi açıklanmalı, yoksa yozlaşmış bir talebin, rekabetin gerçekliğiyle mi? O halde sanatçı, bu irtifa kaybıyla eşitlenmek pahasına mı yaşamına devam eder, yoksa başarabildiği ölçüde direnerek mi? Sıkıştığımız yer burası. Bu gerçekten hareketle, verilmek zorunda kalınan uzun araların hepimiz adına kaybı, güçlü bağımsız filmler çekememiş olmaktır!Ne oldu da bu projeyi kabul ettiniz?
- Selçuklu ve Celaleddin Karatay’ın kişiliğine önem atfetmem; zamanın kendi ruhu, dinamikleri içinde anlatılan değerlerin, bugünün milliyetçi-muhafazakâr yapılanmaların miras değil, hepimizin ortak değerleri olduğuna dair inancım; filmografimde, bu zaman dilimine ait bir çalışmanın olmaması gibi nedenler sayabilirim. Meraklısı için küçük bir not; parayı, diğer kriterler üzerinden mutabık kalıp el sıkıştıktan sonra konuştum.