"Ölüm yoksa hayat da yoktur. Bir telefon mesajı kadar yakınımızda ölüm"
Gazeteci yazar Akif Emre dün 57 yıllık yaşamına veda etti... Ölümünden 9 yıl önce kaleme aldığı bir yazıda ölümü daha doğrusu ölüme olan dikkatimizi anlatmıştı... "Telefona takılan ölüm dikkati" başlığını uygun görmüştü yazısına... Mehmet Ali Gökaçtı'nın kendi ölüm haberini veren mesajı üzerine kaleme almıştı bu yazıyı... "hatırlatma biçimi ölümü kadar sarsıcı geldi" demişti ölümden sonra atılan o mesaj için...
Gazeteci yazar Akif Emre dün 57 yıllık yaşamına veda etti...
Ölümünden 9 yıl önce kaleme aldığı bir yazıda ölümü daha doğrusu ölüme olan dikkatimizi anlatmıştı... "Telefona takılan ölüm dikkati" başlığını uygun görmüştü yazısına...
Mehmet Ali Gökaçtı'nın kendi ölüm haberini veren mesajı üzerine kaleme almıştı bu yazıyı... "hatırlatma biçimi ölümü kadar sarsıcı geldi" demişti ölümden sonra atılan o mesaj için...
İşte kalp krizi sonucu dün Haberiyat ofisinde vefat eden Akif Emre'nin, 11 Kasım 2008'de Yeni Şafak'ta yazdığı "Telefona takılan ölüm dikkati" başlıklı o yazı...
Önemine binaen yazıyı alıntılıyoruz.
Telefona takılan 'ölüm dikkati'
Her şey gözüme takılan o yazıyla başladı. daha doğrusu yazıdan daha çarpıcı gelen o başlıkla; “Müslüman Selanik”. Selanik şehrine dair kafalardaki tüm algıları alt üst eden bir yazı başlığı. Dergah dergisinin iç sayfalarında yer alan bu yazının ortasında da başlıkla uyumlu bir fotoğraf. Ahşap evlerin göründüğü yokuşa doğru tırmanan siyah beyaz bir sokak fotoğrafı. Geri planda yükselen mahalle mescidinin sevimli minaresi.. Ne kadar aşina. Ne kadar bildik. Tipik bir Osmanlı mahallesi. Müslüman Selanik''i özetleyen bir resim. Yazının başlığı gerçekten bu muydu yoksa derginin tasarrufu muydu, bilmiyorum. Daha sonra o fotoğrafın çekildiği açıdan aynı görüntüyü belgesel için çekecektim. Minare yerinde yoktu tabi; özel bir yasayla Selanik''teki tüm minarelerin yıktırılmış olduğunu daha sonraki çalışmalarımda öğrendim.
Arkadaşlığımız bu yazıyla başladı. Selanik belgeseli çekecektim ve bulabildiğim her bilgi ve ilişkiyi değerlendirmek istiyordum. Kendisi de bir Selanikli olarak adeta bana danışmanlık yaptı. İlişkiler, kaçırılmaması gereken ayrıntılar, neyin yerinde bir zamanlar ne vardı türünden sorulara cevap verecek bilgiler…
Selanik üzerinden kurulan ilişki zamanla sıcak bir dostluk derecesinde sürdü.
Velüd biriydi, ekmeğini kalemiyle kazanan ne bir gazeteci ne de akademisyendi. Ama işinden arta kalan zamanını kendi gündemindeki konuları araştırmak ve yazmakla meşguldü. Farklı alanlarda yazıları yayınlansa da araştırmalarını Yunanistan, Selanik, Osmanlı-Türkiye ilişkilerine yoğunlaştırmıştı.
Geliştirdiği projeleri mutlaka paylaşır, şaşılacak bir pratiklikle de gerçekleştirir ve kısa süre içinde basılmış kitap olarak takdim ederdi. Özellikle konuya farklı bir açıdan yaklaştığı Osmanlı dönemine dair özel bir bölümle “Yunanistan” çalışmasında böyle olmuştu.
Güncel olaylara bakışlarımızda tümüyle uyuştuğumuz söylenemezdi. Hatta bazı konularda tümüyle farklı düşündüğümüz kesindi. Ama bunları dile getirmeden ortak konular üzerinde konuşmak için gelir, görüşlerini açıklar, fikir sorardı.
Fakat düzenli ve sürekli olarak aksatmadan yaptığı bir hatırlatma vardı. Her kandil ve bayramlarda mutlaka telefonla tebrik mesajı gönderirdi. Üstelik bunu hiç aksatmadığı gibi mutlaka ilk gönderen o olurdu. Unuttuğum kandilleri bile erkenden çektiği mesajla onun sayesinde hatırladığım çok olmuştur. Toplu mesaj programı mı vardı yoksa tek tek seçtiği dostlarına mı gönderiyordu bilmiyorum. Ama onun bayram ve kandil mesajları bir hatırlatmaydı benim için.
O gün sabahleyin telefonu açar açmaz mesaj alarmı çaldı. Açtığımda mesajın girişinde ismini gördüğümde yine unuttuğum bir kandil mi var diye hayretle baktım.”Mehmet Ali Gökaçtı''yı kaybettik” cümlesini görünce gönderdiği mesajıyla ilk kez hüzne boğuldum.
Ve birden irkildim; nasıl oluyordu da ölümünü haber verebiliyordu.
Bir kez daha hatırlatma yapıyordu. Bu kez yaptığı hatırlatma, aslında tüm hazırlıkların, hatırlatmaların yapıldığı kaçınılmaz “o an”ın geldiğini ilan ediyordu.
Ölümün, daha doğrusu “ölüm dikkati”nin hayatımızdan çekildiği modern zamanlara özgü hayat tarzımız, hayatı ve ölümü anlamlandıran varlık tasavvurumuz karşısında Mehmet Ali''nin hatırlatma biçimi ölümü kadar sarsıcı geldi.
Bir telefon mesajı kadar yakınımızda ölüm. Şahdamarınızdan daha yakın olanın hayatı anlamlı kılan ölüm gerçeğiyle kurduğumuz ilişkiyle bir telefon mesajı kadar yakın ya da uzağız. Bir telefon mesajı kadar yakındım ama cenazesine gidemeyecek kadar da uzak…
Ölüm yoksa hayat da yoktur. Ölümle irtibatlı değilseniz hayattan da kopuksunuz demektir. Ölümle barışık değilseniz hayatı anlamlandırmazsınız demektir. Sanılanın aksine hayatla da barışık değildir ölüm düşüncesine barışık olmayanlar, ölüme hazırlıklı olmayanlar.
Ölüm dikkati bizi hayat, varlık, ebediyet, yokluk gibi temel sarsıcı sorular karşısında diri ve anlamlı kılan yegane bilinç aşaması.
Ölüm dikkatinin yok olduğu, hayatımızdan çekildiği modern zamanlar hayatın da ölüm düşüncesi gibi daha anlamsızlaştığı bir insanlık durumuna işaret eder.
Kendi ölümümüzü dostlarımıza telefon mesajında duyuracak kadar ölüme yakın ve cenazelere katılamayacak kadar meşgul ve uzak bir zamanı yaşıyoruz.