Ömer Lekesiz'den Ahmet Taşgetiren'e ağır sözler...
Yeni Şafak yazarı Ömer Lekesiz köşesinde Ahmet Taşgetiren'e sert sözlerle yüklendi.
Lekesiz, merhum Necmettin Erbakan için 28 Şunbat döneminde ''savunan adam'' ifadesini kullanan Taşgetiren hakkında ''Savunan adam nasıl soyunan adam oldu'' ifadelerini kullandı.
İşte Lekesiz'in o yazısı...
Ağır bir kelime: Demokrasi
“Kayyum yerine doğrudan belediye başkanı atanamaz mı?” şeklinde bir soru başlığı taşıyan önceki yazımla ilgili, sosyal medyada yer alan tepkilerden, dostluğumuz nedeniyle üzülmüş olduğunu sandığım bir İstanbul beyefendisi, mealen şu haklı uyarıyı yaptı: “Demokrasi, hak ve birey gibi ağır kelimeleri, düşünmekten muaf olanların, zaten son derece kıt olan söz dağarcıklarına yüklemekle canlarını yaktın.”
Dostumun bu sözü, kimilerince Hadis olduğu da ileri sürülen şu sözün bir versiyonuydu: “Hikmeti ehli olmayanlara vermeyin, zira kıt akıllarını zorlayarak onlara ve ehil olmayan ellerde çekiştirilmesi nedeniyle hikmetin kendisine zulmetmiş olursunuz.”
Öncelikle şu teslimi yapmalıyım: Dostum haklıdır!
Fakat, asla gazeteci-yazar değil, salt muharrir sıfatıyla yazan biri olarak, sosyal medyada trend topik (TT) olan konulara bakarak yazı yazmadığım gibi, sosyal medyada vazifendirilmiş kısaca FETÖ-trol olarak adlandırılan sivilceli oğlanların (ve erkekleşmiş kızların) tepkilerini gözeterek de yazı yazmam.
Yine bu bağlamda, kimi tv kanallarında, iki reklam kuşağı arasındaki zamanı doldurabilmek için, dekoratif bir malzeme olarak ekranlara sürülen sözüm ona araştırmacı-gazetecilerin ne diyeceklerine de, yazı yazarken asla bakmam.
Ve yine, görev verilmeyerek veya görevlerinden el çektirilerek iktidar pastasına, uzaktan dudaklarını yalamak suretiyle bakmaya mahkum edilenlerin, bunun hıncıyla ürettikleri muhalefet kılıklı ters mantıklara da itibar etmem.
Son olarak, bir zamanlar yazdıkları “savunan adam” güzellemelerine istinaden, şimdi komuoyuna tecavüz etmeyi kendilerine hak gören ve bu vehimleri nedeniyle fitneler, kumpaslar, tezgahlar arasında kılık değiştirme maharetleriyle “soyunan adam” haline gelen, muhteris şer borazanlarının ne düşüneceklerini ise, yazı yazarken asla kaale almam.
Bunlara rağmen dedim ki: dostum haklıdır.
Şöyle ki: demos ve kratos kelimeleri, demokrasi terkibiyle, gerek mana, gerekse uygulama bakımından, fî tarihinden bugüne sürekli çeşitlenerek gelmiştir.
Bu nedenle demokrasinin örneğin Hindistan ile Finlandiya’daki mana ve uygulaması farklıdır. En azından federallik ve üniterlik cihetleriyle adem-i merkeziyet düzeyleri benzer olsa bile aynı değildir.
Zikrettiğimiz bu çeşitliliği, benzerlikleri ve farklılıkları, sivilceli oğlanlar, ekranların dolgu maddesi olan araştırmacı-gazeteciler, kifayetsiz muhterisler bilemezler; ilgili sorunlar üzerinde hüküm ve çözüm de üretemezler.
Bu bağlamda, sadece “Demokrasi, bir şeyi kabul etme değil, bilakis bir şeyi kabul etmeme hakkıdır” veya “Aklî şeriatın ürettiği bir düşünce ve uygulama tarzı olarak demokrasi, kendi içinden farklı açılımları, yenilikleri ve yeni uygulama alanlarını zorunlu kılar” desem, benden önce çoklarınca düşünülmüş düşünce olarak dile getirilen bu hususlar bile mahiyetlerini tasvir ettiğim grupların zihinlerinde yine çok büyük bir yük oluşturacaktır.
Dolayısıyla, bu minvalde birçok kuş beyinlinin demokrasi, faşizm, tek adamcılık, Kaddafi vb. ezberletilmiş kelimelerin anlamlarını tashih etmeye tenezzül etmeyerek, hem ezbercilerine, hem de ezberlediklerine zulmetmekten kaçınıp, ben bana düşeni söylemekle kendimi yükümlü tutuyorum.
Yukarıda başlığını zikrettiğim yazımda “ezcümle” şunu demiştim:
“...demokrasiden taviz vermeyecek şekilde ve yine onun içinden, teklif ettiğim atama konusuna mahsus bir form üretilebileceği gibi, partili cumhurbaşkanı (devlet başkanı) seçmenin buna kendi başına demokratik bir dayanak olarak yeterli gelebileceğini ve bu bahiste onu tekrar seçmemenin onun ilgili seçimlerini seçmemek olacağını tutarlı bir tez olarak öne sürmek de mümkündür. Yeter ki, bekamızı demokrasiye feda etmeyelim ve yanlışlıklar bataklığında çırpınıp durmayalım.”
Attila İlhan gibi bir vatansever halen yaşıyor olsaydı, öyle sanıyorum ki meşhur dizisine “Hangi Demokrasi” adlı bir kitabı da eklemek ihtiyacı duyardı.
Hakkari’den Yüksekova’ya güney sınırımızda vuku bulan çok devletli ve çok boyutlu olaylar, Türkiye içindeki terörist grupların sınır çizgisindeki şer odaklarıyla kurdukları ittifaklar ve bunların Türkiye’ye zarar vermek için demokrasiyi istismar etmeleri kimsenin meçhulü değildir.
Fransa’da Sarı Yelekliler adıyla bilinen, insanca yaşamayı, huzuru talep etmekten başka bir art niyetleri olamayan gösterilerece karşı, Fransız Cumhurbaşkanı Macron’a sağlanmak istenilen “vur emri” yetkisini, demokratik bir uygulama olarak görüp de, Türkiye Cumhurbaşkanı’nın, cadı kazanı gibi kaynayan mezkur sınırımızdaki ilgili mahallerde, devletini ve milletini korumak için kullanabileceği belediye başkanı atama yetkisini antidemokratik olarak gören gözler kör olsun!
Benim için konu vatanın korunması, devletin güçlendirilmesi, milletin özgürlük ve huzur içinde istikbaliyse gerisi teferruattır!
Söz konusu atama yetkisinin kimde olacağının bu bahiste bir belirleyiciliği yoktur. Parti tutan birisi olmadığım için bir iktidar öncelemesi de zaten yapmam. Rabbimizin hayırlı ömrünü uzun, vatanı ve milleti hakkındaki güzel gayretini bereketli kılması için daima dua ettiğim Recep Tayyip Erdoğan’a mahsus bir öneri getiriyor da değilim.
Mesele vatandır beyler, vatan!
Siz, (Allah muhafaza buyursun) vatansızlığın, devletsizliğin ne demek olduğunu hiç düşündünüz mü?