Altan Öymen, Kılıçdaroğlu'nu "strateji ustası" olarak tanımladı
CHP ve SHP’nin iki eski genel başkanı Altan Öymen ve Murat Karayalçın sonuçların ilanıyla birlikte Muharrem İnce ve Kemal Kılıçdaroğlu ile ayrı ayrı görüştü. Ziyareti “Nezaket, dayanışma, durum değerlendirmesi” diye açıkladılar, ancak kulisler ‘arabuluculuk’ diye fısıldadı. Nihayetinde; zirve diplomasisi sonucu tansiyon düştü ve art arda olumlu mesajlar geldi.
Hürriyet'ten İpek Özbey, 1950 yılından bu yana partinin içinde olan Altan Öymen ile hem ziyareti hem CHP’nin durumunu konuştu. Öymen, “'Kılıçdaroğlu gitsin, İnce gelsin' dışarıdan gelen bir baskıydı" değerlendirmesinde bulundu. Ayrıca, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu'nu "strateji ustası" olarak tanımladı
- Altan Bey CHP’nin ağır ağabeyleri olarak seçim sonrasında bir dizi ziyaret yaptınız. Buna neden gerek duydunuz?
Seçimden önce de Murat Bey ile beraber Kemal Bey ile görüşmüştük. Fikir alışverişi yapmıştık. Seçim sonrası tekrar gittik, tabii bu sefer konular daha fazlaydı, konuştuk.
-Bir arabulucu gibi hareket ettiğiniz yorumu yapıldı. Kılıçdaroğlu ve İnce arasında bir sorun vardı da bunu çözmeye mi gittiniz? Nitekim sizden sonra ortalık yatıştı.
Amacımız, genel bir görüş alışverişiydi. Seçimden sonra, iktidarı destekleyen gazetelerin manşetlerinde birdenbire CHP konuşulmaya başlandı. “Kılıçdaroğlu gitsin, İnce gelsin” türünden başlıklar atıldı. Bence durumun özeti şuydu: CHP içinde böyle bir kavga çıkması isteniyordu. Böylece, parti yerel seçim arefesinde o kavgayla uğraşacaktı. Böyle bir şeyi ne ben ne Murat Bey ne de CHP içindeki herhangi bir sorumlu arkadaşımız ister. Fikirlerimizi söyledik. Önce Murat Karayalçın’ın bürosunda Muharrem İnce ile görüştük. Ardından Kemal Kılıçdaroğlu’nu ziyaret ettik.
- Genel havada küskünlük gördünüz mü?
Aslında meseleye şöyle bakmak lazım: Hatırlarsanız Muharrem İnce adaylığı açıklandığında rozetini çıkarmıştı. Bağımsız bir başkan adayı olarak çalışacağını söylemişti. CHP elbette adayını destekliyordu. Ancak çalışma düzeni, bu bağımsızlık ilkesine göre kurulmuştu. Temelinde ‘cumhurbaşkanı tarafsız olmalı’ tezi vardı. O gece de İnce’nin ekibi ve parti ayrı ayrı çalışıyordu. Henüz bir araya gelmemişlerdi. “Kılıçdaroğlu gitsin, İnce gelsin” dışarıdan gelen bir baskıydı.
- CHP’nin eski başkanlarındansınız... Bugün partinin başında olsaydınız ve sonuç bu çıksaydı istifa eder miydiniz?
Bugünün şartlarına bakarak düşünmek lâzım. Genel başkanlık kolay iş değildir. Kimsenin orada “Aman ne rahat” diye oturduğunu sanmıyorum. Neredeyse bütün genel başkanları tanıdım. Çok zor bir iştir. Ancak birine “İstifa etsin” demeden ya da onu mağlup ilan etmeden önce, bunu Türkiye’nin o sıradaki şartlarını göz önünde bulundurarak değerlendirmelisiniz. Demokrasinin kuralları vardır. Hâkim teminatı, kuvvetler ayrılığı, basın özgürlüğü, toplantı özgürlüğü bunun içindedir. Mesleğim gereği görmediğim memleket kalmadı. Bir kısmında da seçim takip ettim. Seçim dönemlerinde liderler televizyonlarda bir araya gelir. Bizde iktidar buna bile yanaşmıyor. Ayrı ayrı seçim propagandasında ise eşitlik ilkesi tamamen ortadan kalkmış. Oysa Türkiye’de daha demokratik dönemin ilk seçim kanunu düzenlenirken o ilkeye büyük önem verilmişti. Seçimin hâkimlerin teminatı altında olması esastı. Daha sonraları, 1961 Anayasası ve seçim kanunlarıyla o ilkeler pekiştirildi. Şimdiki durum ise meydanda: Ne hakim teminatı kaldı, ne propaganda eşitliği. Seçim ise manipülasyona müsait hale getirildi. Bence asıl konuşulması gereken bu.
- Herkesin kafasındaki soruyu sormak istiyorum: CHP neden iktidar olamıyor?
Bu işin tarihçesine bakalım. CHP; Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin devamıdır. 1919’da Sivas Kongresi’nde kurulan cemiyetin Birinci Meclisteki temsilcileri tarafından kuruldu, 1923’te Atatürk’ün liderliğinde.. Kurtuluş Savaşı, Cumhuriyetin kuruluşu, hukuk devrimi, eğitim devrimi, kadın hakları devrimi.. 1920’li, 30’lu yıllarda, bunlar birbirini izledi.. O devrimlerin tümünü kapsayan bir başlık ararsanız, Çağdaşlaşma Devrimleri denilebilir. En önemli aşaması da demokrasi devrimidir. Zaten o aşamaya gelininceye kadar atılan adımlar da, demokrasinin alt yapısını hazırlayan adımlardı. İkinci Dünya Savaşından sonra ise, demokrasiye geçiş “ilk iş”i olmuştur CHP’”nin...1950’den sonra da, bazen muhalefette bazen iktidarda olarak “demokrasiyi koruma” görevini sürdürmüştür.
- CHP’nin köklü bir parti olduğuna vurgu yapıyorsunuz. Peki her seçim sonrası neden ‘CHP parçalanacak mı’ sorusu üzerinde tartışmaya başlıyoruz?
Neden parçalansın, 99 yıldır yaşayan bir partiden bahsediyoruz. Ülkemizdeki hiçbir parti bu kadar uzun bir ömre sahip değil. İktidar meselesine gelince demokrasilerde sürekli iktidar diye bir şey yok. Bazı partiler muhalefette daha uzun kalıyor.
- İktidar olamamak siyasi başarısızlık değil mi?
Tabii ki, bir siyasi partinin görevi iktidara gelmek için çalışmaktır. Ama gelememesi her zaman siyasi başarısızlık değildir. Öyle olsa Avrupa ülkelerinde çok daha uzun süreler iktidara gelmemiş birçok parti var. Ama Meclis’e girebiliyorlar. Yerel yönetimlerde varlıklarını gösteriyorlar. Bir siyasi partinin iktidar olmaktan başka işleri de vardır. Meclisteki varlığıyla denetleme görevi görür, “Denetleme” de demokrasinin “olmazsa olmazı”. Olmazsa olmaz olan o siyasi görevin de yararlı bulduğu kanunların çıkmasını kolaylaştırır, sakıncalı bulduklarının çıkmasını engeller. Ayrıca şunu da hiç unutmamak gerekli. Bizde yüzde 10 barajı diye bir şey var ki, bazı partilerin Meclis’e girmesini önlüyor. Seçimin neticelerini alt üst ediyor. Milli iradenin mecliste temsilini engelliyor. Türkiye demokrasisinin en büyük problemidir. Bu seçimde muhalefet partileri de ittifak yapmasaydı, aynı görüşte olan iki parti, memleketi çok daha fazla bir iktidar çoğunluğuyla idare edecekti. Siyasette muhalefet çok kıymetli bir unsurdur. CHP, kendi içinde ön seçim yaparak demokrasinin faziletine inandığını gösteren tek partidir. Son olarak Kemal Kılıçdaroğlu’nun 15 vekilin transferiyle ilgili yaptığı hamle de demokrasiye inancın ispatıdır.
- HDP’nin barajı aşması noktasında CHP seçmeninden destek gördüğünü düşünüyor musunuz?
Baştan beri CHP, HDP’nin Meclis’e girmesini sağlamak için bir şeyler yapıyor iddiası vardır. İktidar HDP’nin barajı geçmesini istemedi. Böylece kendisi daha fazla milletvekili çıkaracaktı. Türkiye’de birçok seçmenin bu hesabı yaparak oy verdiği doğrudur. Ne kadar CHP’li oy verdi, bilmiyorum. Bilmek de kolay değil. Ama o soruya cevap ararken bu baraj meselesini hatırlamak gerekir. Bakın, bizzat yaşadığım bir şeyi anlatayım: 7 Haziran 2015 seçiminde eşim, kızım ve ben oy kullanmaya gittik. Tanıyanlar yanımıza geldi, seçim sohbeti yaptık. Bir hanım, “Ben partiye sizin genel başkanlığınız zamanınızda yazıldım. Ama bu seçimde ne yapacağımı bilemiyorum. Oyumu HDP’ye vermeyi düşünüyorum, çünkü baraj var” dedi. HDP baraj altında kalırsa, ona verilen oyun AKP’ye verilmiş gibi olacağını, en başta onun milletvekili sayısını arttıracağını örneklerle anlattı. Ben o örnekleri biliyordum. Kendi kitaplarımda da anlatmıştım. Ama, tabii, hanıma parti üyeliğini hatırlattım. Dedim ki; “Siz CHP üyesisiniz, bir üyenin birinci görevi seçimde partisine oy vermektir.” İkna olmadı. “Benim hatırım için bir kez daha düşünün” dedim. Önerimi kabul etti, gitti oyunu kullandı. Oy verdikten sonra tekrar karşılaştık. Biraz mahcup gibi, “Size verdiğim sözü tuttum, bir kere daha düşündüm. Ama kusura bakmayın oyumu HDP’ye verdim” dedi. Şimdi duruma bakın, o hanımı parti üyeliğine rağmen partisinin çıkarına aykırı hareket etmekle suçlayabilir misiniz? Seçmen oy vermeden önce, uzun hesaplar yapmak zorunda kalıyor. Kendi partisine oy veremiyor. Eğer verirse o oyun kendi partisinin aleyhine olabileceğinden korkuyor. Bu bir trajedi. Tek sorumlusu o barajdır. Bu barajın ne kadar olumsuz etkiler yaptığını bazı siyasi partiler de konuşamıyor, çünkü barajın kalkmasını isteseler, bunun “baraj altında kalmaktan korkuyor” diye kullanılabileceğinden kaygı duyuyor. Korkmadığını göstermek için ya o konuyu hiç açmıyor, ya da açarsa da, o konunun kendisini ilgilendirmediğini anlatan gerekçeleri sıralamak zorunda kalıyor.
- Sizce de kadrolaşmada, örgütlenmede bir değişiklik olmalı mı?
Bütün kadroların, mekanizmaların zaman içinde eksiklerinin giderilmesi gerekir. CHP’nin öteki partilerden farkı demokratik bir parti olmasıdır. Her şeyin konuşulabildiği bir partidir. Tabii bazı tartışmaların kapalı kapılar ardında yapılması parti üyesi olmanın gereğidir. Bir parti içinde demokrasinin yanında bir de parti disiplini diye bir şey var. Bu ikisi arasındaki dengeyi sağlamak lazım.
- Gürsel Erol’u konuşalım bu noktada: CHP’nin 41 yıldır milletvekili çıkaramadığı Elazığ’da seçim kazandı. Ama bir gün sonra Kılıçdaroğlu’nu istifaya çağırdı ve oturma eylemi başlayınca ihraç istemiyle disiplin kuruluna sevk edildi…
Temennim böyle bir ağır cezaya gidilmemesi yönünde. İhraç bence çok yüksek bir ceza. Bu cezaları uygulamak yerine, daha önce alınmış ihraç kararlarının da kaldırılması gerektiğini düşünüyorum.
- Aylin Nazlıaka gibi…
Kesinlikle. Güzel bir örnek verdiniz. Aylin Nazlıaka’ya partiden çıkarılma cezası verilmişti. Ama çok uzun bir süreden beri, CHPli olmanın tüm koşullarına uymaya devam ediyor. Partinin hedefleri doğrultusundaki tüm toplantılara katılıyor. Onun gibi daha başkalarını da biliyorum. Bazı illerde ve ilçelerde eski anlaşmazlıklar sonrasında disiplin cezaları alanlar olmuştur. Parti üyesi olmanın gereklerine uymaktan hiç ayrılmazlar. Ülkemizdeki siyasi hayatın bugünkü koşulları altında, o cezaların altına çizgi çekilmeli ve bundan sonrasına bakılmalıdır. O “çizgi çekme” konusunda hepsinin durumunu göz önünde tutmakta sayılamayacak kadar çok fayda var. O “çizgi” sözü, aslında, İsmet Paşa’nın kendi genel başkanlığı sırasında bazı önemli olaylar karşısında kullandığı ve uygulamaya koyduğu bir sözdür.
- Peki Gürsel Erol’un yaptığını doğru buluyor musunuz?
Evet, çok önemli bir sonuçtu seçilmesi… Onun için kendisini kutlamak gerekir. Ama parti meclisindeki konu ayrı bir konu. Oradaki görüşmeleri bilmediğim için bir şey söylemek istemem. Şimdi söylediğimi tekrarlayayım; Bir çizgi çekmeye ihtiyaç var. O çizgiden sonra yeni bir sayfa açılmalı ve partinin gündemi önümüzdeki dönemin koşullarına uygun hale getirilmelidir.
KILIÇDAROĞLU ÇOK GERÇEKÇİ
- Seçmen Kılıçdaroğlu’nu naif buluyor. Siz nasıl buluyorsunuz?
Ben naif bulmuyorum. Tam tersine, hele özellikle bazı konularda, çok gerçekçi buluyorum. Her liderin iyi yaptığı veya yapamadığı şeyler vardır. Ama somut konuşmak gerekirse İYİ Parti konusunda yaptığı şey, yani 15 CHP’liyi İyi Partiye “ödünç vermesi” bir strateji ustalığıdır ve hızı takdire şayandır. İyi Parti’nin iktidar koalisyonun istediğine uygun olarak, seçime sokulmadığını düşünün. Oyların yüzde 10’undan fazlasının en azından bir bölümü, ya AKP-MHP ittifakına gidebilirdi ya da sandık dışı kalabilirdi. İki halde de CHP’nin aleyhine bir durum çıkabilirdi.
- CHP’nin cumhurbaşkanı adayı arayışında pek çok isim gündeme geldi. Biri de Abdullah Gül’dü... Eski AK Partili Abdüllatif Şener aday yapıldı… Seçmenlerince ‘sağdan oy devşirme’ hareketi olarak epey eleştirildi. Sizin görüşünüz nedir?
Partiler değişiyor ve gelişiyor. Buna uygun vaziyet almaları normal. Almanya’da epey bulunduğum için, oradan örnek vereyim. Almanya’daki Sosyal Demokrat Parti aslında Marksist bir partiydi. 1959’da bir değişim geçirdi. “Ben sosyal demokrat partiyim ama aynı zamanda bir halk partisiyim. Halkın daha geniş kesimiyle bütünleşmeliyim” diye düşündü. Bunu politikasına da yansıttı. Partinin liderlerinden Willy Brandt, Sosyal Demokrat Parti’nin başına geçtikten sonra Sosyalist Enternasyonel’in İstanbul’daki Kongresine gelmişti. O toplantıda senin sorduğun soruyu sordular. “Neden liberal tarafa yaklaştınız” dediler.
- Ne cevap verdi?
Dedi ki; “Bundan korkmamak, gocunmamak gerekir. Çünkü zaman içinde, dünyanın her tarafındaki tüm partiler tecrübe geçiriyorlar. Biz Sosyal Demokratlar olarak muhafazakârlara İşçi hakları başta olmak üzere birçok şeyi öğretmiş olduk. Onlardan da piyasa ekonomisinin gerçeklerini öğrendik. İki taraf da, daha rasyonel, insanların yararına olacak şekilde, hedefe yürüyor. Bizde prensiplerimize aykırı bir taraf yok, emeğin en yüce değer olduğu gene en temel ilkemiz. Önemli olan işçilerle birlikte tüm insanların refahı, mutluluğu”. Bu anlamda, siyasi yelpazenin başka bölümleriyle de işbirliği yapmak, gerektiğinde kadrolarını da takviye etmek mümkün görülüyor, batının sosyalist sosyal demokrat partilerinde de.
- CHP’nin oyu tek başına iktidar olmaya yetmiyor mu?
Gün gelir, yeter. Bazen tek başına iktidarı getirir, bazen başka partilerle koalisyon halinde... 1960’lardaki İnönü hükümetlerindeki, 1970’lerdeki Ecevit hükümetlerinde olduğu gibi veya 1990’lardaki Demirel-İnönü hükümetlerindeki gibi. Ama bir partinin başarılı olması için illa tek başına iktidar olmalı ve bu hep devam etmeli diyorsanız, demokratik ülkelerde öyle örnekler çok az. Kaldı ki, muhalefet partileri var, yerel politikalarda öyle yerlerin başkanlıklarını kazanıyorlar ki, ülke politikasındaki üstünlükleri merkezi hükümetinkinden fazla oluyor.
- Son tahlilde CHP ne yapmalı?
Kısa vade için söyleyelim; yerel seçimlerde de bugünkü ittifakını sürdürmeli. Hatta yapabilirse daha da geliştirmeli.
SİYASİ PARTİLERDE GÖREV YERLERİ ÇOKTUR
- Muharrem İnce’nin seçim kampanyasındaki performansını nasıl buldunuz?
Benim beklediğimden daha da kuvvetliydi. Bu dönemin koşullarına en uygun adaydı. Cumhuriyet Halk Partisi içinde cumhurbaşkanı adayı olabilecek kimseler çoktur. CHP, kadro açısından da zengin bir partidir. Ama Muharrem İnce; karşısındakilere gereken cevapları gerektiği gibi veren çok güçlü konuşmaları ve tavırlarıyla büyük kitleleri etkileyen bir seçim kampanyası yürüttü ve çok başarılı mitingler yaptı.
- Geçen haftaki açıklamalardan anladık ki, yerel seçime kadar kurultay yok. Sonrasında Muharrem İnce CHP’nin genel başkanı olur mu?
Yerel seçimlerden önce bir olağanüstü kurultay olacağını sanmıyorum. Yerel seçim için kısa bir süre kaldı. Muharrem İnce’nin bundan sonraki tercihini bilmiyorum. O konuyu konuşmadık. Bu seçimde bütün vasıflarını gösterdi, başarılı oldu. İsterse yeniden cumhurbaşkanlığına aday olur, ister başka görevler üstlenmek ister. Siyasi partilerde görev yerleri çoktur. Bazısı daha yüksekte bazısı ortalarda görünür. Ama hepsi aynı derecede onurlu mevkilerdir. Hepsinin varlığının nedeni, insanları daha mutlu kılacak koşulların oluşmasına katkıda bulunmaktır.
- Muharrem İnce, 81 ile gideceğini söyledi. Hangi sıfatla gidecek?
Cumhurbaşkanı adayı olarak. Eskiden CHP’de böyle bir gelenek vardı. 1950’de,14 Mayıs’a kadar iktidarda bulunan CHP seçimi kaybetti. Yeni Meclis’te muhalefetteydi, 60 kadar milletvekili ile temsil ediliyordu. Genel seçimlerden bir süre sonra yedi ilde açık kalan milletvekillikleri için ara seçim yapıldı. CHP, buralara eski milletvekilleri ve bakanlardan aday gösterdi. Kasım Gülek, Bilecik’ten aday gösterildiğinde, CHP Genel Sekreteri’ydi. Seçimi kaybetti. Fakat hemen ertesi gün, Bilecik’te ne kadar köy, kasaba varsa dolaştı. Kendine oy veren, vermeyen herkese teşekkür etti. Hatta “Ya niye teşekkür ediyorsun, seni seçmediler” diyenler oldu. O da, “Olsun, gittiler oy verdiler, demokrasinin geleneği budur” dedi. O gelenek Gülek’in ziyaretiyle bizde de başladı. O sıralardaki siyasi liderler Gülek’in o geleneğini uygulamaya başladılar.
- Bu gidişler, alternatif bir hareket olarak algılandı…
Tabii, İnce’nin aklından ne geçtiğini bilmiyorum. İleride her yere adaylığını koyabilir. Cumhurbaşkanlığı adaylığı bir rütbedir ve aslında az oyla kaybetmiştir. Nereye aday olursa olsun veya olmasın, rütbe onun üzerinde kalır.
- “Partide görev yerleri çoktur. Hizmet edilecek çok yer var” dediniz ya, bu rütbeden sonra kolay olmasa gerek!
Yine bizim geleneklerimizden cevap vereceğim. 1950’de kaybeden CHP iktidarının Başbakanı Şemsettin Günaltay’dı. Seçimi kaybettikten sonra İstanbul İl Başkanlığı yaptı. Bir başka örnek de bizim Ankara’da Bahçelievler’deki mahallemizdendir. Şükrü Sökmen Süer, CHP’nin İçişleri Bakanı’ydı, CHP’nin 1950’de iktidarı kaybetmesinden sonra bizim Ankara’da Bahçelievler’deki mahallenin muhtarı oldu. Bizim mahalledeki herkes, ben dahil muhtarlıkta bir işimiz olunca onun evine giderdik. O zaman öyle muhtarlık daireleri falan yok. Evinin bir odasını muhtarlık işlerine ayırmıştı. Gelenlere çay da ısmarlardı. Parantez içinde bir şey söyleyeyim. Bu yazdığımın bugünkü durumla ilgisi yok. Sorularınıza cevap verirken yaşadığım dönemlerden aklıma gelenleri söylüyorum. Parantez içindeki bu notu da şunun için düşüyorum. Şu sırada, medyada öyle yorumlar var ki, biri çıkıp “İnce’ye muhtarlık önerdiler” diye bir yorum yapabilir. Yapmasın. Amacım her görev yerinin değerli olduğunu belirtmekten ibaret.
O GECE OLAN TECRÜBE EKSİKLİĞİ!
- İnce’nin seçmeni 4 Haziran gecesi onu karşısında göremeyince düş kırıklığına uğradı. İnce, siyaseten yanlış mı davrandı?
Bence orada bir karışıklık oldu. Tecrübe eksikliği… İki türlü ve iki ittifaklı seçimin ilk denemesiydi bu. Böyle bir insicamsızlık yaşandı. Aday, parti rozetini çıkardığını açıklamış, geçici bir süre için de olsa, “bağımsız bir aday” olarak davranması esas… Parti merkezi de o duruma göre davranıyor. Seçim gecesi konuşmalarını kimin ne zaman yapacağı konusu belirginleşmemiş... Kısacası, “ilk deneme” ile ilgili eksikler bunlar. Zaten, başka demokratik ülkelerin de hiçbirinde ne “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” adını taşıyan ve bu kadar karmaşık olan bir sistem var, ne de “yüzde 10” yüksekliğinde – seçmenleri denklemler çözmeye zorlayan- bir acayip baraj var… Kısacası: koşullarına ve sorunlarına alışılması hayli zaman gerektiren bir durum vardı ortada.