Ozan Ceyhun: Artık AB'nin sırtını dayayacağı bir Amerika yok...

Avrupa Parlamentosu 4. ve 5. Dönem milletvekili Ozan Ceyhun, Neşe Berber'e verdiği röportajda ''Artık AB'nin sırtını dayayacağı bir Amerika yok'' ifadelerini kullandı.

İşte Ozan Ceyhun'un çarpıcı açıklamalar yaptığı o röportaj;

Ozan Ceyhun.. Avrupa Parlamentosu 4.ve 5. Dönem Milletvekili.. 15 Temmuz sonrası yaşadığı Almanya’da başta olmak üzere, Avrupa Birliği ülkelerinde Türkiye’de yaşanan darbe girişimini anlatmış ve anlatmaya çalışmış. Milletvekilliği yaptığı Avrupa Parlamentosu’na teklif vererek, parlamentoda herkese anlatmak istemiş. Hatta tek taraflı bir algı oluşturmaması için “Siz sorun ben cevaplayayım.” demiş, ama istememişler. Ozan Ceyhun 1980 darbe dönemini yaşamış bir kişi. Onunla konuşurken gözlerinde hala o günlerin döneminin hüznünü hissedebiliyor insan. Uluslararası arenada, hem medya organlarında hem politikada Türkiye’yi anlatabilen sayılı isimlerden Ceyhun.. “Bu arenada Türk olmak her babayiğidin harcı değil’ diyor. Ozan Ceyhun ile gazetemiz okurları için İstanbul’da, bir ufuk turu yaptık.

Türkiye ve AB arasında son bir yılda nasıl bir değişim yaşadık?

Son bir yıla bakacak olursak gerek Almanya gerekse AB üzerinden Türkiye’ye yoğun bir saldırı yaşadık. Gerek Hollanda gerekse Almanya’da yaşananlar bunun çok açık göstergesi. Ben bizzat kendim de yaşadım. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile Hamburg başkonsolosluk binasında yapmak zorunda bırakıldığımız toplantı gibi olaylar yaşadık. Özellikle de referandum döneminde İsviçre’de Türkçe manşetli gazeteler ile Türkiye’deki referandum çalışmalarına etki etme çabalarını gördük. Bizzat AB’yi çok iyi bilen biri olarak Almanya’da yaşayan diğer ülke vatandaşları için nasıl seçim destekleri verdiklerini biliyorum. Ama söz konusu Türkiye olduğunda çifte standarta maruz kaldık.

Almanya seçiminde cumhurbaşkanımız Almanya’da yaşayan Türklere şu partilere oy vermeyin demişti. Bunların arasında Alman Sosyal Demokrat parti de vardı. Onlar kıyameti kopardı: Bizim iç işlerimize nasıl müdahale edilir, Almanya’nın kabul edemeyeceği birşeydir. Bizzat ben Almanya Sosyal Demokrat Partisi’nde milletvekili olmuş ve hatta Martin Schulz, Sigmar Gabriel ile çalışmış seçim kampanyalarını yürütmüş biri olarak o günlerde biliyorum ki Türkiye’nin bir çok bakanına üst düzey yetkilisine teşekkür etmiş kişilerdir.

Martin Schulz seçim döneminde Angela Merkel’e en az Alman sağcı partiler kadar Türkiye karşıtı söylemlerde bulunuyordu. Angela Merkel bile şaşırıyordu bu sertliğe Türkiye’yi savunmak zorunda kalıyordu. Schulz’un bu anlaşılmaz Türkiye karşıt tavırları ile Türkiye düşmanlığı ona oy getiriyor hesabıydı.

Niçin Türkiye ile bu kadar çok uğraşıyorlar?

Recep Tayyip Erdoğan alışılmadık bir lider. Yani Türkiye’nin bu derece kendine güvenen, biat etmeyen bu kadar dik duran bir lideri ile karşılaşmamışlardı. Erdoğan ile bırakın aynı göz hizasına bakmayı, hatta yukarı bakmak zorunda kaldıkları bir lider, gerektiğinde hayır diyen, hatta onların fikrini almadan Türkiye’nin çıkarı için kararlar alan bir lider ile karşılaşmamışlardı.

“AB aynı zamanda ticari bir birliktir”

Neden Türkiye’yi AB’ye kabul etmiyorlar?

Avrupa’yı Hristiyan toplumlar kıtası olarak görmeye meyilli olan vizyonsuz, çapsız politikacıların dar dünya görüşü yüzünden Türkiye bir Müslüman ülke olarak hem kültürel açıdan reddediliyor hem de güçlü bir Müslüman ülke olarak pasta paylaşılmak istenmiyor.

Türkiye’ye pastadan bir dilim vermek istemeyen Avrupa Birliği günün birinde çok daha küçük pastaya mahkum olacaklarının farkında değiller. AB’nin kendi pastasını büyütmek için Türkiye’ye pastadan bir parça vermeyi bilmeli. O zaman yarın kendi pastası daha büyük olacaktır. AB aynı zamanda ticari bir birliktir. Ticarette büyümek için pasta paylaşmayı bilmeleri lazım.

“BM, dünya barışı açısından etkisiz bir kağıttan kaplan”

BM Güvenlik Konseyi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Almanya’da, Belçika’da, Avusturya’da ya da Hollanda’da ne zaman bu ülkelerin vatandaşları, politikacıları veya gazetecileri ile dostça bir sohbet yaşasam ve söz dünyamızın içinde bulunduğu duruma gelse dile getirlen bir sorun var. İngiltere ve Fransa dışında siyasetle aktif bir şekilde ilgilenen aklı başında tüm Avrupalılar Birleşmiş Milletler söz konusu olduğunda BM Güvenlik Konseyi’nden ve oradaki ülkelerin kendi çıkarları doğrultusuna istismar ettikleri “veto” uygulamasından çok rahatsızlar. BM’nin dünya barışı açısından etkisiz bir “kağıttan kaplan” haline gelmesinden BM Güvenlik Konseyi’ndeki beş ülkeyi sorumlu tutuyorlar. Haksız da değiller özellikle ABD, Rusya ve Çin kendi çıkarlarına göre “veto” haklarını istismar ederek nice diktatörün, nice “kanlı” rejimin ve nice iç savaşın çok daha fazla insanın kaybına neden olmasına göz yumdular yakın tarihimizde.

Suriye son örneklerden biridir. Rusya “vetosu” olmasaydı belki de sığınmacılar şimdi Suriye’nin kuzeyinde bizzat BM tarafından korunur bir vaziyette iç savaşın bitmesini bekleyecek ve kendi ülkelerinde yaşayacaklardı. Hem onlar yabancı ülkelerde çektikleri çileyi çekmeyecekler hem de bir çok ülke sığınmacıların gelmesi nedeniyle yaşadıkları sorunları yaşamak zorunda kalmayacaktı.

“DÜNYA BEŞTEN BÜYÜKTÜR”

Ve şimdi yaşadığımız son örnek “Dünyanın beşten büyük” olmak zorunda olduğunu çok açık bir şekilde gözler önüne serdi.

Türkiye’nin yoğun çabaları sonucunda Mısır tarafından BM Güvenlik Konseyi’ne sunulan ve ABD Başkanı Donald Trump’a Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımaktan vazgeçme çağrısı yapan karar tasarısı beklendiği gibi ABD tarafından veto edildi. Konseyin diğer 14 üyesinin tasarıya destek vermesi durumu değiştiremedi. ABD dışındaki diğer daimi üyeler Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa ile geçici üyeler Bolivya, Mısır, Etiyopya, İtalya, Japonya, Kazakistan, Senegal, İsveç, Ukrayna ve Uruguay’ın oyları, ABD’nin İsrail ile birlikte sadece bölgeyi değil tüm dünyayı kana bulamasına neden olacak “Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıma” sorumsuzluğunun sona ermesini sağlayacak bir kararın çıkmasını sağlayamadı. BM GK daimi üyelerinin “veto” hakkı bir kez daha istismar edildi. Bu durumda en başta Türkiye olmak üzere bir grup ülke konunun BM Genel Kurulu’na taşınması ve bu platformda üçte iki çoğunlukla kabul edilmesi için yoğun bir uğraş içine girdiler.

“En başta AB’nin sahip çıkması gerekir”

Ancak bu adaletsizliğe dünya daha ne kadar izin verecek?

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yıllardır ve gerektiğinde bizzat BM kürsüsünden “Dünyanın beşten büyük olduğunu” dile getiriyor ve bir “BM reformunun ne kadar acil” olduğuna dair çağrı yapıyor. Kudüs ile ilgili yaşananlar bir kez daha Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ne kadar haklı olduğunu kanıtladı.

En başta Almanya olmak üzere bir çok AB ülkesinin vatandaşı aslında Recep Tayyip Erdoğan ile aynı görüşteler. Bu durum dünyanın Avrupa dışındaki köşelerinde de hiç farklı değil. Ama en başta AB’nin artık İngiltere’nin de olmadığı bir ortamda Fransa’yı ikna ederek bir BM reformu için aktif tavır alması gerekiyor. Çünkü Trump ABD’si tarafından sadece Kudüs örneğinde kalmayıp gelecekte de çok istismar edileceğe benzeyen “veto” üstünlüğü AB’nin çıkarlarını da tehdit etmekte. Bunu görmek için ABD Başkanı Donald Trump’ın başkanlık koltuğuna oturmasından 11 ay geçtikten sonra ilk kez açıklanan 68 sayfalık Ulusal Güvenlik Stratejisi’ni okumak yeterli. Yeni strateji belgesi, ”en tehlikeli ve kalıcı tehditlere karşı net ve uygulanabilir bir yol” olarak tanımlanıyor ve “Önce Amerika” diye bilinen ve Amerika’nın çıkarlarını her şeyden üstün tutma politikasının uygulanacağı “müjdesi” aslında neler olabileceğini de belli ediyor.

“AB’yi avutmamalı”

“Amerika güçlü şekilde geri geliyor” diyen Trump’ın, Rusya ile Çin’i “rakip güçler” olarak tanımlaması AB’yi avutmamalı. Trump ABD’sinin rakiplerinden biri de AB. Sırtını dayayacağı bir ABD yok. AB, ABD, Rusya ve Çin ile tek başına ya da en başta Türkiye olmak üzere yeni müttefiklerle güçlenerek başa çıkmak zorunda.

İşte Kudüs’te ABD, AB’nin Ortadoğu politikasını sabote etmekte. Bu daha başlangıç! Bu nedenle Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “dünya beşten büyüktür” çağrısı en başta AB’nin sahip çıkması gereken bir çağrıdır. AB’nin bu konuda artık çok daha aktif olmasının zamanı gelmiştir.

‘Her babayiğidin harcı değil’

Uluslararası arenada Türk olmak her babayiğidin harcı değildir. Almanya’da ne yazıkki Türk kökenli politikacıların öğrenmesi gereken en önemli şey ‘Ermeni Soykırımını’ kabul etmeden milletvekili olamıyorlar. Hollanda’da Ermeni Soykırımı yapılmadığı halde varmış gibi imzalatıyorlar. Bu sana ülkeni sat diyor. Türk milletini satarsan Hollanda’da sana değer veririz diyorlar gerçekte değer de vermiyorlar. Bunun en güzel örneği Cem Özdemir’dir. Önce gaz verdiler havaya soktular. Türkiye hakkında kötü konuştukça popüler oldu televizyonlara çıktı. Bir şey olacağını zannetti.

Türk kökenli politikacılara ders olsun.

Ama şunu bilmeliler ki derin Almanya Türk kökenli olup Türkiye ile kavga yapan bir adamı bakan yapmaz. Çünkü Almanya’nın çıkarlarına aykırı. Almanya Türkiye ile kavga yapacaksa bunu zaten devlet başkanı düzeyinde gerektiği zaman yapıyor. Bundan dolayıda hem partisinden eş başkanlıktan gitti, hem bakan olma hayalleri bitti. Bence bu ülkeni satarak hiçbir yere varamazsın bir süre alkışlanırsın ancak kullanılırsın, gün gelir limon gibi sıkılır bir kenara atılırsın. Alman ülkesini satan adamı sevmez.

Cübbeli'den Icardi'ye sürpriz çağrı DEM Parti'den Adalet Bakanlığı’na Abdullah Öcalan başvurusu Turizme yeni destek paketi geliyor
Sonraki Haber