İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu sadece CHP’nin değil, İyi Parti, Saadet ve HDP’den oluşan Millet İttifakı’nın ortak adayı idi ve hepsinin desteği ile seçildi.
Seçim sürecinde gerek CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu ve gerekse diğer partilerin liderleri bu ittifakın içinde HDP’nin yerini belirgin hale getirecek tutum ve davranışlardan uzak durdular. Yalnızca CHP İstanbul İl Başkanı Sayın Canan Kaftancıoğlu HDP ile ilişkiyi aşikar edecek bir duruş ortaya koydu.
O günlerde bu ittifakın içinde HDP var, iddialarına karşı İyi Parti saflarından zor da olsa duyulabilecek ölçüde bir “Hayır, yok” itirazı çıkıyordu. Ta ki, TBMM’de HDP’li hatibin “Bizim oylarımızla buradasınız” diye İyi Partililere sataşmasına kadar bu itiraz sürüyor idi. O gün bu gündür İyi Parti de dahil millet ittifakı bileşenlerinden en küçük bir HDP eleştirisi yok.
CHP ise HDP’li üç büyükşehir belediye başkanının görevden uzaklaştırılıp yerlerine kayyım atanması ile birlikte tepeden tırnağa HDP ile dayanışmasını açık etti.
Görevden alınan belediye başkanlarına ziyaret turları başladı. Adeta türbeleştirdiler. Parti’nin irili ufaklı hiçbir yöneticisi bu ziyaretlerden geri kalmak istemiyor… Şimdi de Sayın Ekrem İmamoğlu Diyarbakır’da Selçuk Mızraklı’ya, Mardin’de Ahmet Türk’e gitmiş ve üzüntülerini bildirmiş. Normaldir. Hiç hayret içinde karşılanacak bir şey yok. Kimlerin oyu ile orada ise, onlara karşı elbette bir vefa gösterecek…
Garip olan şu, giderken yanında bir de Atatürk fotoğrafı götürmüş ve Diyarbakır’da HDP’lilere sunmuş. Terör ve bölücülük suçlamasıyla görevden uzaklaştırılan, ama görevleri esnasında Türk’e dair ne varsa odalarından, mekanlarından uzak tutan insanlara en iyi hediye bu olsa gerek…
Her şeyin içeriğinin boşaltıldığı, sembollerle ifade edildiği bir dünyada Sayın İmamoğlu’nun Atatürk’ü de, kurduğu Cumhuriyeti de, ilelebet yaşaması için varlığını ortaya koyduğu devleti de anlayabildiği ve anlatabildiği bir iklim ancak bu şekilde oluyor…
Bir yandan terör ile mücadele sürüyor, Türk Silahlı Kuvvetleri ülke içinde ve dışında terör örgütü ile amansız bir mücadele veriyor, diğer yandan terör örgütüne eleman kazandırmak için yerel yönetim imkanlarını fütursuzca kullanan ve bunlardan ötürü görevden el çektirilen belediye başkanlarına devleti kuran partinin baştan aşağı tüm yöneticileri sahip çıkıyor…
Yaman bir çelişki… Üstelik, Büyük Atatürk’ün arkasına sığınarak, gizlenerek, maskelenerek böyle bir aymazlığı sürdürebiliyorlar.
Tam bir Gobels zihniyeti. Değer yok. Kutsal yok. İnanç yok… Kullan kullanabildiğin kadar…
Bu arada tersinden birileri de çıkıyor, 30 Ağustos Zafer Bayramı’nda Cuma Hutbesi’nde Atatürk’ü anmıyor, bunu günler öncesinden kamuoyuna duyuruyor ve insanların hassasiyetini kaşıyor…
Atatürk bu ülkenin taşında, toprağında, harcında vardır. Her vatandaşın aklında, kalbinde vardır. Duasında vardır. Birileri hutbede okusa da vardır, okumasa da vardır. Nitekim 30 Ağustos günü başta Cumhurbaşkanı olmak üzere tüm devleti yönetenler Atatürk’ün huzurunda güne başlamış, Türk milletinin büyük zaferini kutlamıştır.
Ancak, olayları bu iki unsuru birleştirerek görüp değerlendirmekte yarar var. Bir yanda PKK’lılara Atatürk resmi ile giden, onun arkasına kamufle olan bir zihniyet, diğer yandan hutbede Atatürk adı zikretmeyip, büyük bir yarılma peşinde olan zihniyet… Kimin aklı, neyin peşinde bunlar?
Sınır ötesinde ABD üzerinden bir zırh, koruma peşinde olan PKK, sınır içinde CHP ve bileşenleri ile bunu gerçekleştiriyor ama buna neden Atatürk, 30 Ağustos ve Cuma hutbesi alet ediliyor?
Bizim bilmediğimiz, görmediğimiz bir ortak merkezden bir psikolojik harekat sürdürülüyor olmasın?
Semboller çok şey ifade eder…