Referanduma doğru ekonomik beklentiler

Doç. Dr. Göksel Aşan, SuperHaber için yazdı

Türkiye’de artık ekonomik meselelere en uzak insanlar dahi ekonomik işleyişin en önemli unsurunun beklentiler olduğunu öğrenmiş durumda. Elbette çoğu kişi ayrıntısına hakim değil ancak etrafta ekonomiye dair iyimser beklentilerin artmasının ekonomiye olumlu yansıyacağını tersi durumun ise ekonomiyi kötü etkileyeceğini biliyorlar. Açıkçası belli düzeyde karar alıcılar için zaten bu kadarını bilmek dahi yeterli. Küçük çaplı iş yapanlar, küçük tasarruf sahipleri, borçlanarak mal edinme niyetinde olanlar yani halkın büyük çoğunluğu kararlarını verirken çoğu zaman genelde hakim olan beklentilerin yönünü dikkate alırlar. Ülkede iyimser bir beklenti hakimse işlerini büyütme, borçlanarak ev veya araba alma, tasarruflarının bir kısmını biraz daha riskli alanlara kaydırma vb gibi kararlara daha yatkın olurlar. Aslında iyimser beklentilerin gerçeğe dönüşmesinin bir sebebi de budur.

Elbette beklentiler kendiliğinden iyimser ya da kötümser olmazlar. Özellikle “hakim olan beklentileri” büyük ölçüde oluşturan daha profesyonel diyebileceğimiz aktörler, çoğu zaman ekonomiyi yöneten kurumsal yapıların aldıkları karaları, yaptıkları icraatları ve dünya ekonomisindeki gidişatı gözlemleyip beklentilerini buna göre belirlerler. Toplumun büyük çoğunluğu da bu beklentilerle yaratılan havadan etkilenir. Yanlış anlaşılmamak adına ilave etmek gerekir ki elbette büyük çoğunluk tamamen edilgen değildir.

Hal böyle iken açık ki algı yönetimi yolu ile beklentilerin manipülasyonu çabaları da kaçınılmaz olmaktadır. Hem ekonominin içerisindeki çıkar grupları hem de ekonomiyi yönetenelerin bizzat kendileri bu çabanın içerisinde olabilirler. Çıkar gruplarının çoğu ve yöneticiler aynı yönde hareket ettiklerinde bir sorun yaşanmaz. Lakin çıkar grupları ile yöneticiler arasında bir uzlaşmazlık söz konusu olursa işte bu durumda “algı savaşları” kaçınılmaz olur. Zira hangi taraf hakim havayı ve dolayısı ile beklentileri kendi yönüne çekmeyi becerebilirse diğerini o kadar istediğini yapmaya zorlayabilir. Unutulmaması gereken bahsettiğimiz aktörlerin sadece içeridekiler olmadığıdır. Zira artık çıkar grupları da tamamen küreselleşmiş durumdadır. Dışa açık ekonomilerde kimin içeriden kimin dışarıdan olduğu dahi bilinemez durumdadır. Bu yüzden bazen bu algı savaşları küresel boyutlara da taşınabilirler.

Tabiidir ki beklentileri manipüle etme ve ekonomik gidişatı etkileme çabası sadece çıkar grupları ile sınırlı olmayabilir ve nihai amaç da sadece ekonomik olmayabilir. Örneğin şu meşhur “faiz lobisi” bir çıkar grubudur. Bu lobi uygun ortam bulduğunda medya ve benzeri kanalları kullanarak beklentileri bozmaya ve Merkez Bankasını faizleri arttırmaya zorlamaya çalışabilir. Burada söz konusu olan ekonomik çıkardır. Lakin hikaye her zaman böyle “masum” değildir. Zira belli güçler ülkelerde istedikleri siyasi bazı sonuçlara ulaşabilmek için ekonomiyi bir araç olarak kullanabilirler. Çok açık bir gerçek bireylerin siyasi konulardaki bir çok kararlarının da ekonomik temelli olduğudur. İşte bu yüzden beklentilerin manipüle edilmesi yolu ile ekonomide ortaya çıkarılabilecek bir sorunun istenilen siyasi sonuçlara ulaşmada en etkili araç olduğu söylenilebilir.

Türkiye daha önce de bu tür manipülasyonlara maruz kalmıştır. Ancak bu hiç bir zaman bugün yaşadığımız kadar aşikar olmamıştı. Zira daha öncekiler çoğu zaman zaten bu kadar alenileşmeden amaca ulaşmıştı. Bu sefer amaç muhtemel referandumda hayır çıkmasını sağlamak ve Başkanlık sistemine geçişe izin vermemek. Şunu hatırlatalım; Ak Parti 14 yıl boyunca sadece bir kez 2009 Yerel Seçimlerinde oy kaybetti. Diğer seçimlerden tek farkı ise kötü bir ekonomik tabloda bu seçimlerin yapılmış olması idi. Açıkçası ellerindeki tek gözlem bu. Referandumda hayır çıkması için belki de tek şansları 2009 benzeri bir ekonomik ortamda bu seçimin yapılması. İşte son bir kaç aydır Türkiye ekonomisinin referandum yapılması muhtemel Mart, Nisan aylarında krize girmesi için ellerinden geleni yapıyorlar. Bunun başlangıcı geçen Ekim ayındaki Moody’s in derece düşürme açıklaması idi. Bunu o tarihte görmüş ve hedefin başkanlığı engellemek olacağını yazmıştık. Bu hedef bugün artık iyice görünür hale gelmiş durumda.

Burada şunu kabul etmek gerekir; son birkaç yıldır yaşanan saldırılar Türkiye’ye belli alanlarda zarar verdi. Özellikle zaten artmakta olan ekonomik kırılganlık 15 Temmuz’dan sonra daha da belirginleşti. İşte bu kırılganlık ekonomik manipülasyon için uygun bir ortam oluşturmuş durumda. Bir yandan spekülatif ataklarla TL’nin değeri düşürülmeye ve bu yolla bazı ekonomik göstergeler (enflasyon vs..) bozulmaya çalışılırken diğer yandan algı operasyonları ile beklentiler manipüle edilmeye çalışılıyor. Örneğin daha önce faizler arttırılmalı diyenler bugün artık bunun da işe yaramayacağını, ekonomi yönetiminin tam bir çıkmazda olduğunu ve krizin ve daralamanın kaçınılmaz olduğunu söylemeye başladılar. Burada şunu açıkça belirtmek gerekir; şayet genel anlamda beklentileri bu yönde değiştirmeyi başarırlarsa o zaman kriz benzeri bir durumun ortaya çıkması kaçınılmaz olabilir.

Peki ekonomi yönetimi bu konuda ne yapıyor? Elbette bir çok tedbir gündeme geldi. Son derece kapsamlı iki paket açıklandı. Sorunlu alanlara nefes aldırabilecek bazı önlemler uygulamaya konuldu. Bir yandan da farkındalığı ve direnci arttırmak için bu açık saldırı topluma anlatılmaya çalışılıyor. Bunlar elbette yapılması gerekenler ve yapılıyor da. Ancak şunu kabul etmek gerekir ki maalesef Hükümet ve kurumlar beklenti yönetimi konusunda yetersiz. Maalesef ekonomi yönetiminde bir dağınıklık görüntüsü hakim. Tabii ki Ekonomi Koordinasyon Kurulu çalışıyor ancak unutmamak gerekir ki insanlar genellikle karşılarında bir kişiyi sorumlu olarak görmek isterler. Ak Parti iktidarının ilk yılarını hatırlamakta fayda var. Ekonomi Bakanı, diğer sorumlu bakanlar, kurumların başkanları neredeyse her gün televizyonlarda halka mesaj verip beklentileri olumlu yönde etkilemeye çalışıyorlardı. Açıkçası ekonomideki başarının altında bu algı yönetiminin de büyük payı vardı. İşte bugün de olması gereken budur. Bugün de ekonomi yönetimi her gün halka konuşmak ve yapılanları anlatmak zorundalar. Maalesef bütün yük yine Cumhurbaşkanı’nın üzerindedir. Tabii ki bir yandan terör, bir yandan Anayasa değişikliği, bir yandan dış politikadaki kaymalar tek bir alanda konsantrasyonu zorlaştırıyor. Zaten özellikle terördeki artışın bir amacı da bu. Ülkenin gündemini belirleme gücünü Hükümetin elinden almak istiyorlar. Ancak yine de bununla baş etmenin bir yolu bulunmalı. Ekonomi yönetimi gündem ekonomi olmasa bile yine de öyleymiş gibi toplumun karşısında olmalı. Beklenti yönetimi olmadan ve algı yönetmede üstünlük sağlanmadan bu işin üstesinden gelmek maalesef mümkün değil.

Doç. Dr. Göksel Aşan

MEB yayınladı: Uzman ve Başöğretmenlik başvuruları başlıyor Bursa'da gıda deposu yangını: 40 itfaiye aracı ile müdahale edildi! Feribot seferlerine olumsuz hava engeli: Yarın bazı seferler iptal!
Sonraki Haber