Türkiye’de, habercilik ölmüştür. Nokta.
Ülkemde habercilik adına ortaya konan tüm metinler kabaca ikiye ayrılıyor; dedikodu ve yorumculuk.
"Üçüncü sayfa haberciliği" dediğimiz tür ise Müge Anlı’ya ihale edilmiş gibi bir şey.
Cemal Kaşıkçı’nın Suudi konsolosluğunda kayboluşu üzerine yapılan haberler tam da dedikoducu, yorumcu gazeteciliğin özeti.
Olay yeri İstanbul iken.
Medyanın merkezi İstanbul iken. Yani burunlarının ucuyken.
Kaşıkçı’nın, konsolosluğa giriş anı fotoğrafını New York Times’tan, ayrıntıları Washington Post’tan ve en son İngiliz Middle East Eye sitesinden alıp haber yaptılar!
Adam yok oldu, bizimkiler ise testere, olay yeri uzmanı, cesedin parçalara ayrılması gibi olayın/ gerçekliğin içini boşaltan unsurlarla gazetecilik oynuyorlar.
İzleyici, vahşetin gerçekliğinden uzak polisiye film tadında bakıyor ekrana.
Ağzının suyu aka aka.
Neden akmasın ki dedikoduların başrolüne testereyi koydular! Testere! Bu isimli korku filmi serisi yok mu?
Baudrillard der ki, porno medyanın özetini verir. Büyüterek, yakınlaştırarak (mesafeyi kapatarak) gerçeği yok eder, insanı "gerçekmiş gibi"nin içinde yaşatarak gerçekten uzaklaştırır.
Palahniuk ise, “Ölüm Pornosu” kitabında (bir ara yasaklanan), insan bedeninin kameralar önünde metalaşmasını porno yıldızı üzerinden anlatır.
Bu bağlamda, Kaşıkçı’nın kayıp bedeni de, Özgecan’ın ya da çok daha önceki Münevver Karabulut’un bedeninin parçalanması da habercilikte aynı kapıya çıkıyor.
Gazetecilik yapıyor görünecekler ya, bula bula “konsolosluğa giren beyaz önlüklü adam”ın kim olduğunun peşine düştüler. Bir yerden testereye bağlayacaklardı olmadı, “beyaz önlüklü adam”, çıka çıka konsolosun oğlu çıkmasın mı???
Rezillik var. Habercilik yok. İnsana bundan büyük kötülük mü olur?
RAHİP BRUNSON’U KURTARMAK YA DA VİETNAM SENDROMU
ABD’nin toplum psikolojisinde bitmeyen iki travma var: “Vietnam travması” ve “11 Eylül travması.”
Bu iki travmayı anlamazsak, Brunson’u, jat-lag olmuş suratını bile umursamadan Beyaz Saray’a kabul eden siyasal psikolojiyi de anlayamayız.
Vietnam yenilgisi sonrasında, ülkelerinden uzakta başı belaya giren her Amerikalıyı kurtaran “Aslan Çavuş F.Cooper olmak” (benzetme Primo Levi’ye ait), bir vietkong birliğini yok etmekle aynı şeydir ve başta başkanları olmak üzere ABD’lilerin fantezisidir.
Birkaçı hariç, tüm bir Hollywood rüyası bunun üzerine kuruludur. Rambo’lar aynı fantezinin ürünüdür.
Yani. Diyeceğim o ki, zafer kazanmış edalı Trump’ın karşısındaki rahip Brunson, rahip Brunson değildir, vietkongdan kurtarılmış bir Amerikan askeridir.
Tabii buna bir de “batının narsistik tarihi”ni eklerseniz, yani doğu ile olan her meselede mutlaka ve mutlaka galip gelmek isteğini...
Kıssadan hisse 1: İmaj yönetimi, saç, baş, kılık kıyafet değiştirmekten daha ciddi bir iştir.
Kıssadan hisse 2: Her medya gerçeğinden, daha büyük bir gerçek vardır.
AK PARTİ’NİN SEÇİM ORTAĞI CHP’DİR
Başlıktaki görüşü ben uydurmuyorum. CHP Genel Başkanı açık açık söylüyor: “AKP’ye yıllarca oy vermiş vatandaşlarla ittifak yapacağız.”
Dahası da var. Grup konuşmasında kazanacağı 8 ili sıraladı, 73 ili hediye etti!
Dahası da var. Ümit Boyner’in isminin olasılıklar arasında geçmesi bile, İstanbul’un Erdoğan’a tepside sunulması değil midir?
Dahası da var. CHP’nin evlere şenlik bir İstanbul il başkanı var, “adayım sensin” gibi içeriksiz bir kampanya başlatmak için seçmeni kandırmayı seçti hanımefendi.
Dahası. büyükşehir belediye başkanının siyaseti bırakma krizini bile yönetemeyerek, İzmir’i riske atmayı başardılar.
ALİ KOÇ’A YEDİ ÖNERİ
Fenerbahçe Başkanı Ali Koç’un FB TV’deki açıklamalarını izledim.
İnsanın soyadı Koç olunca sanıyorsun ki, herkes ağzına baktığı için, programa sıkı hazırlanmıştır.
Nerdeee, Ali Bey, dost muhabbetinde iç döker gibiydi.
Kendisine söylenecek çok şey var;
Bir, herkesin dikkati üzerinizdeyken konuşuyorsanız mutsuz, umursamaz bir beden diliniz, tarzınız olamaz.
İki, Fenerbahçe “samimiyet”le yönetilebilecek son kulüptür. Eninde sonunda masaya yumruğu vuracaksınız. Umarım geç olmaz.
Üç, doğru tespitlerinizi dedikodu üslubu içerisinde harcamanız hata.
Dört, Fener için büyük adım olan Volkan’ı takım dışı bırakma kararınızı, kişiselleştirerek etkisizleştirmemelisiniz.
Beş, aldığınız kararları dünya yıkılsa tartışmaya açmamalısınız.
Altı, ağzınızdan çıkacak cümleler kişisel değil, ilkesel olmazsa size bu kulübü yönettirmezler.
Yedi, medyadaki futbol mafyası temizlenmeden Fener’de istediklerinizi yapmanız zor. Top yekun mücadele için Futbol Federasyonu’nu konuya dahil etseniz iyi olur.
ARDA OLAYINI TRAJİKOMİK KILAN ŞEYLER
Birincisi, “Bunun hocası da kebapçı basan biri değil miydi?” sorusu.
İkincisi, “Arda’nın burnunu kırdığı Berkay” ifadesiyle, “Berkay’ın karısına asılan Arda” ifadeleri arasındaki taraf tutan fark.
Üçüncüsü, sporcunun zeki, çevik ve ahlaklısının kapısından geçemeyeceği gece kulüplerinden Arda’nın çıkmayışı.
Dördüncüsü, Cumhurbaşkanının sevdiği, ülkenin iyi futbolcusunun neden yanında silah taşımak zorunda kaldığı.
Beşincisi, ve en trajikomik olanı ise, kendi markasını bile yönetmekten aciz Arda’nın, bir iletişim şirketi olması. O şirketten destek alanların durumunu düşünmek bile istemem.
OKURLARIMIN CEVABIDIR
“Sosyal medyada olmam için üzerimde baskı var” demiş, kendi okuruma görüş sormuştum…
Okur üçe ayrıldı. Özeti şudur;
“Kesinlikle olmanız gerekir”ciler: Örneğin Ayçin P. diyor ki: “Sosyal medya günümüzün gerçeği ve siz onu göz ardı ederseniz, yok sayarsanız olup bitenin içine girmeden nasıl anlayacaksınız Sayın Hocam? Elbette yazanlar olacak olumlu-olumsuz. Hayat da öyle değil mi zaten, olumlu-olumsuz! Benim fikrim hepsinde hesap açmanızdır, okunabilirlik görünebilirlikten geçeceği için.”
Görüyorsunuz, okurun derinliklisi de beni buluyor.
Sema D. de aynı düşüncede: “Sosyal medyada olmanızı isterim. Siz nasılsa sosyal medyayı da öyle yazınızda değindiğiniz gibi ‘Kahve muhabbeti’, ya da ‘bar taburesinde ülke kurtarma’ işlevi olarak kullanmayacağınız için sizin için sıkıntı olacağını düşünmüyorum.”
“Asla olmayın, baskılara direnin’ciler”: Örneğin Feyza Ç., “Sanki eski bir komşum yeniden mahalleye taşınmış, ya da sınıftan ayrılmış bir arkadaşınız tekrar sınıfa dönmüş gibi sevindim yazılarınıza. Ben ‘hayır’ diyorum sakın girmeyin o topa! Bazı şeyler özel kalsın! Siz sıradanlaşmayın, herkes gibi olmayın! Büyüyü bozmayın!”
Ne şahane, ne içten bir okur Feyza…
“Olun ama her saldırıya cevap vermeyin”ciler: Sevgili Kaan T. onlardan. Şöyle yazmış: “Sadece yazılarınızı paylaşsanız yeterli. Ama trollerle ve kindarlarla nasıl baş edersiniz, başınıza üşüşürler mi, oraya bir şey diyemem.”
Anlayacağınız, yine kafa karıştı, kaldım ortada.
AKLIMDA KALAN
Ersun Yanal’ın çizilen karizması: Yanal’ın karizması var mı, tartışılır. Ne var ki Ali Koç “Ersun Hoca ne bugün, ne de yarın aklımızda yok” dedi ya, karizma vardıysa da, büyük çizik yedi. Ersun Yanal iyi hocadır. Bu ayrı. Ancak başarmak için iyi olmak yetmiyor, kendini de iyi yöneteceksin. İlişkilerini iyi yöneteceksin. Ekibine yanlış yapmayacaksın. Ne kadar para kazanacağına değil, kendine de yatırım yapacaksın. Sen bunları yapma, ismini zamansızca ortaya attır. Kendinden söz ettir. Sonra da Ali Koç’un ağzında sakız ol. Açıkcası bu beceriksizliğe çok güldüm çok.