İstanbul’un fethi gerçekten bir çağı kapatıp diğerini açmıştı. Doğu’ya ilerleme olanağını kaybeden Avrupa kendi içine hapsolmuştu. Bu mahpusluk döneminde kendini küle çeviren skolastik (kilisenin dar ve asla değiştirilemez görüşü) düşünceden arınması gerekiyordu.
Avrupa’nın Ortaçağ’ını anlamadan pek bir şeyi anlamak mümkün değildir. Şifacı kadınların cadı diye yakıldığı, cennetten tapuların satıldığı, dini otorite eliyle yerleştirilen cehaletin bir salgın gibi Avrupa’yı kasıp kavurduğu yüzyıllar… Kimse bilmez, ‘Haçlı Seferleri’yle de ölüm tohumları eken ‘Hıristiyan cehaleti’ mi daha çok can almıştır Avrupa’da veba mı?
Doğu’da ise kendine bilimi şiar edinmiş bir imparatorluk Batı’ya, Güney’e, Kuzey’e, Güney Batı’ya ilerlemekteydi.
Rönesans yeniden doğmak demektir. Avrupa yeniden doğuşu unutulan antik Yunan ve Roma metinlerini yeniden gün yüzüne çıkararak buldu. Gün yüzüne çıkarılan bu eserler Yunanca veya Latince değildi, Arapçaydı. Çünkü Avrupa’da din, cehaleti yayarken tüm orijinal kaynakları yok etmişti. Diğer Arap eserleri de Avrupa’nın ‘yeniden doğuşu’nda etkili oldu (Tabii parantez içinde bunu söylemeden edemeyeceğim: Avrupa’nın yeniden doğuşuna kaynakları sunan Ortadoğu’nun hâlâ kendi kurtuluşunu yaratamaması üzerine oturup biraz düşünmesi gerekmektedir).
Aynı dönemde pusulanın bulunması coğrafi keşifleri kolaylaştırdı. Osmanlı’nın kapattığı İpekyolu’na alternatifler aramak için yola çıkanlar yeni keşiflerle zenginleşti. Burjuva sınıfı bilim, kültür ve sanattaki gelişmelere kaynak ayırdı.
Ve matbaanın geliştirilmesi bilginin yayılmasını kolaylaştırdı.
Laiklik ve hümanizmin etkisiyle de bilim, mimari, kültür, sanat, hukuk ve devlet yönetiminde yeni anlayışları ortaya koyan Rönesans, Avrupa’yı dünyanın egemeni kıldı.
Kötü turist rehberinin ‘ucuz turu’ gibi yüzyıllar alan gelişmeleri hızlıca geçtim çünkü tüm dünyanın hayranlıkla baktığı bu aydınlanma döneminin kara lekelerinden birini daha çok yeni öğrendim.
Bu yıl 13’üncüsü düzenlenen Uluslararası Çukurova Sanat Günleri’nde edebiyatçı, yazar Aydın Şimşek’ten dinledim.
Rönesans döneminde ‘bilgi’ yeniden kıymete binince, onu herkesle paylaşmak istemediler. Sadece aristokratların ve burjuvanın çocukları bu bilgilerle donatılıyordu. Öğretmenler, yaramazlık yaptıklarında bu çocukları dövemeyeceği için ‘şamar oğlanları’na ihtiyaç vardı. Şamar oğlanları sağır çocuklar arasından seçilirdi. Veya bir oğlan alınıp sağır edilirdi ki derste anlatılanları öğrenmesin. Rönesans’ın sağır çocuklarına çok üzüldüm.
Aydınlanırken, yeniden doğarken bile kötüsün be insan!
ÇİĞERİNDEKİ KANI ÜFLEYEN ÇOCUKLAR
Aydın Şimşek’in o güzel sohbetinde yürek yakan başka bir ‘çocuk hikayesi’ daha dinledim.
Paşabahçe’nin ilk yılları… Çeşm-i bülbül şişeler, vazolar yapılırken cam ustaları cama üflerler. Veremli çocuklar üflerken, ciğerlerinden kopan kan parçaları da camın içine yapışır. Üretim zayiatı olarak kenara ayrılan bu şişeler yıllar sonra açık artırmayla epey yüksek bedelle satılır.
Kapitalizm, senin de hiç vicdanın yok!
ROMANTİZDEN ROBOTİZME AŞK
19-29 Mart tarihlerinde gerçekleşen Uluslararası Çukurova Sanat Günleri’nde bu yıl ‘Çukurova Ödül’ü pek sevdiğim yazar Nedim Gürsel’e verildi. Kendisiyle tanışma, sohbet etme imkânı bulduğum için fevkalade mutlu oldum.
Uluslararası Çukurova Sanat Günleri’nin bu yılki başlığı ‘Siber Bilinmezlik’ idi. Aralarında Namık Kuyumcu, Prof. Dr. Nedime Köşgeroğlu, Mutlu Polat gibi çok değerli edebiyatçı, yazar, sanatçı ve akademisyelerin yer aldığı konuşmacıları dinledim, performanslarını izledim.
Ben de hem Mersin’de hem de Adana’da ‘Romantizmden Robotizme Aşk’ başlıklı bir konuşma yaptım.
Birbirinin yolunu onlarca yıl bekleyen romantik insanlardan bir mesaja cevap vermeye tenezzül etmeyen teknolojik insana evrilişimizi anlattım. Robotlarla evlenecek insanların geleceğine değindiğimde herkesin yüzünde bir hüzün belirdi.
Shakespeare’in metinlerinden elimizdeki en eski yazıtlar olan ‘Sümer Tabletleri’ne insan sürekli insandan şikâyet etse de insan insanı arıyor.
İnsancıllık…
Curzio Malaparte’nin ‘Kaputt’ romanından bir alıntıyla bitirelim.
Nazi orduları Rusya’ya doğru ilerliyordu. Önlerine çıkan Çingeneleri yok etmek en büyük zevklerinden biriydi. Girdikleri bir köyde tüm halkı katlettikten sonra SS subayı sağ kalan tek çocuğa sorar:
“Benim bir gözüm gerçek değil. Hangisi olduğunu bilirsen, canını bağışlayacağım.”
Çocuk korku içinde SS subayının gözlerine bakar ve “Sağ gözünüz gerçek değil” der.
Subay, “Nereden bildin” bakalım der hayretle.
Çocuk usulca cevap verir:
“Çünkü sağ gözünüz daha insancıl bakıyor.”