Kitabın ortasından söyleyelim: Türkiye Cumhuriyeti Rusya-Ukrayna savaşında NATO’nun değil, kendi ulusal çıkarlarını savunmalıdır.
Bunu söylediğimiz için Rusçulukla suçlayanlar çıkacaktır. Ancak Türkiye ile Rusya’nın diyaloğunun 2016 yılından itibaren ABD’ye rağmen gelişmesi ile bölgede kazandığımız mevziler göz önünde bulundurulduğunda bugün doğrudan ABD’nin ve bölgedeki piyonlarının yanında mevzilenmenin Türkiye’ye kaybettireceği çok açıktır.
Neden mi?
Gelin tane tane anlatalım:
Soğuk Savaşın bitişiyle beraber Washington’un bölgemiz için belirlediği stratejik hamlelerden iki tanesi şu şekildeydi:
- Rusya’nın çevrelenmesi/kuşatılması.
- Ortadoğu’da ulus-devletlerin kendi içinde parçalanması ve yeni devlet(çik)lerin ortaya çıkarılması.
Birinci madde için NATO’nun genişlemesi başladı. 1999 yılından itibaren eski Varşova Paktı üyeleri ile yıkılmış Sovyetlerden ortaya çıkan cumhuriyetler tek tek NATO’ya üye yapıldı. Bu çerçevede Polonya ve Baltık cumhuriyetleri başta olmak üzere NATO savunma (!) sistemleriyle donatıldı. Bu strateji Ukrayna ve Gürcistan üzerinden de denendi. Ancak, 2000’li yılların başında yeniden güç depolamaya başlayan ve Sovyet mirasının yükünü üzerinden atan Rusya buna direnç gösterdi. Bu mücadele günümüzde de devam ediyor.
İkinci madde çerçevesinde de, 1990’dan itibaren NATO üyesi Türkiye’nin de aralarında bulunduğu bölgemiz ülkelerinde etnik ve mezhepsel kışkırtmalar arttı. Irak ve Suriye’de zemin bulan bu ayrışım Türkiye’de tutmadı. Özellikle liberal kesimin diline doladığı mozaik söylemiyle Türk milleti ayrıştırılmaya çalışıldı. PKK ve daha sonra PYD/YPG terör örgütlerinin desteklenmesi bu plan çerçevesindeydi.
Bu süreçte Rusya ile Soğuk Savaş’ta yaşadığı gerilimin kalıntılarının halen devam et(tiril)mesi Türkiye’nin NATO planlarından uzaklaşmasının önünde engel oldu. Türk devletinin direnç mekanizmaları ne zaman devreye girse, içimize yerleşen unsurlar Türkiye Cumhuriyeti’ni yeniden NATO hizasına soktu. Bunun için terör, kumpaslar, siyasi/ekonomik müdahaleler vs. gibi yöntemler kullanıldı.
Aynı kuvvet, hedefine oturttuğu Türkiye ile Rusya’yı savaştırmak ve iki ülkeyi zayıflatmak da istedi. Rus uçağının düşürülmesi bu çerçevede değerlendirilmeli. Ancak 15 Temmuz 2016’daki FETÖ (özünde NATO-ABD) işgal girişimi püskürtülünce dengeler değişti. Türkiye ile Rusya stratejik olarak nitelenebilecek bir iletişime geçti.
İki ülkenin ABD’nin bölge planlarını bozmak merkezli iletişimi, kendi milli çıkarları noktasında dönem dönem çatışsa da, günümüze kadar başarılı bir şekilde işledi. Dediğimiz gibi iki ülke stratejik ortak veya müttefik değildi. Ancak ABD’nin ve müttefiklerinin bölge politikalarının kendilerine büyük zarar verdiğinin saptamasını yapmıştı. Bu nedenle başta Suriye olmak üzere ABD politikalarının akamete uğratılması için bir işbirliği başladı. Bu işbirliği sayesinde örneğin Suriye’de Rusya nüfuzunu geliştirirken, Türkiye de kendisini tehdit eden ve ABD destekli IŞİD ve PYD/YPG gibi terör örgütlerine karşı büyük darbeler indirdi. IŞİD’nin tüm eylemlerinin PYD/YPG’ye yaraması, bu terör örgütünün stratejisini de ABD’nin belirlemesi, Türkiye’nin aslında darbeyi ABD’ye indirdiğinin göstergesiydi.
Suriye’de halen belli alanlarda iki ülkenin anlaşamadığını biliyoruz. 27 Şubat 2020’de 34 kahraman vatan evladını şehit verdiğimiz saldırı da bu anlaşmazlığın sonucunda gerçekleşti. Ancak Türkiye’nin bu saldırıya yanıtı Bahar Kalkanı Harekatıyla çok sert bir şekilde gerçekleşti. Yani iki ülkenin işbirliğine varan iletişimi, dönem dönem sahada karşı karşıya kalsalar ve kayıplar verseler de, Suriye’de ABD-AB planlarını dağıtmak noktasında başarılı oldu.
Türkiye ile Rusya diyaloğu, hava savunma sistemleri, Karabağ Vatan Savaşı sürecinde de meyvelerini verdi.
Şimdi tekrar tek tek sayalım:
- Yıllardır ABD’nin vermediği hava savunma sistemlerini, hem de teknoloji transferi şartını kabul ettirerek Rusya’dan aldık.
- Terörle mücadelede emperyalizmin planlarını dağıtmak konusunda ileri adımlar attık, PKK-PYD terör örgütünü hem yurt içinde hem yurtdışında ciddi bir şekilde zayıflattık.
- Güney Kafkasya’da 29 yıl işgal altında bulunan Karabağ’ın yeniden vatan toprağı yapılmasında etkili olduk.
Bu işbirliğinin dolaylı etkileri de oldu. Örneğin;
- Mavi Vatan politikamızı hayata geçirdik ve Libya ile deniz yetki sınırı anlaşmasını yaptık.
- Kıbrıs’ta iki devletli çözüm politikasına geçiş yaptık.
- Savunma Sanayiimizde önemli atılımlar gerçekleştirdik.
- ABD’nin/NATO’nun “müttefiklerimiz” diye tanımladığı Pentagon-CIA yetiştirmesi FETÖ militanlarını etkisizleştirdik.
Bu yaşananlar ekseninde bakınca Rusya ile olası bir düşmanlığı istemeyenlerin, diplomasinin devam ettirilmesinin ve Türkiye’nin ulusal çıkarları çerçevesinde hareket edilmesinin savunucularının Rusçulukla suçlanması mı, yoksa Türkiye’yi yeniden NATO-ABD hizasına sokmaya çalışanların, Washington’un stratejileri çerçevesinde bölünmeye giden yolu açmaya çalışanların Amerikancılığına karşı mücadele etmek mi mantıklı?
***
RUSYA DOĞU AKDENİZ DENKLEMİNDEN ÇIKARILACAK MI?
Rusya, Suriye’ye girdiği andan itibaren Doğu Akdeniz’de varlık gösterme politikasını hayata geçirdi.
Çünkü Doğu Akdeniz, Rusya’nın da son derece güçlü bir diplomatik silah olarak kullandığı enerji denkleminin merkezlerinden biri haline gelmişti.
Tekrar etmeye gerek yok. Bu mavi bölgede çok sayıda ülke şu an mücadele veriyor. Rusya da donanmasıyla varlık gösteriyor.
Ukrayna ile tırmanan gerilim ile paralel olarak Montrö Boğazlar Sözleşmesi gündeme geldi. Mesele savaş halini alınca şimdi Montrö’deki o önemli maddeler gündeme geldi. Yani Ukrayna ve Rusya’nın başka bölgelerindeki gemiler gerekirse Türk Boğazlarından geçerek Karadeniz’deki limanlarına geçiş yapabilecek. Ukrayna’nın Karadeniz haricinde gemisi mevcut mu bilinmez. Ancak Rusya’nın Doğu Akdeniz’de gemileri var. Gerilim sürer ve donanmaların Karadeniz’de karşı karşı gelmesi durumunda Rus donanmasında takviye güç ihtiyacı doğabilir. Doğu Akdeniz’deki gemiler de Karadeniz’e dönebilir. Hepsi bir ihtimal. İşte burada işin ilginç bir noktası var. Montrö’ye göre savaş hali sürdüğünde, limanlarına dönen gemiler yeniden eski görev yerlerine dönemiyor. Yani Karadeniz’e geçiş yapacak gemiler, savaş bitene kadar Doğu Akdeniz’e dönemez.
Rusya’nın Avrupa’ya yönelik enerji kozunu zayıflatacak EastMED projesinin Türkiye üzerinden Avrupa’ya gaz taşıma çerçevesinden yeniden gündeme geldiği bir dönemde bu gelişme, “Ukrayna merkezli gerilimin ve bu gerilim neticesinde çıkan savaşın bir boyutu da Rusya’yı Doğu Akdeniz’deki denklemden çıkarmak mı” sorusu ister istemez akla geliyor.