“Suların daha derin olduğu yere git.” Luka 5:4
Bir aydan fazla zaman oldu. Bir sabah sağ kulağım sağır olarak uyanmıştım.
Tek kulak çalışınca, tüm sesler tek bir yönden geliyordu. Soldan.
Bir sabah, o sıkıcı ve yorucu hiperbarik oksijen tedavisinden çıkmış, Şişli’nin ara sokaklarında yürüyordum. Korna sesiyle irkilip, hemen sesin geldiği yöne baktım, soluma. Orada bir araç yoktu. Yine solumdan bir ses duydum.
“Salak mısın? Önüne baksana!”
İlginç, bağıran bir adam da yoktu. Sağıma döndüğümde ise kornanın sahibi sarı taksiyi ve bağıran sürücüyü gördüm. Üstelik ters yola girmişti. Haksızken bağırmak suçunuzu hafifletmiyor, bayım!
Kısık bir sesle adama seslendim. Üzerimdeki tedavi yorgunluğu zaten sesimin gür çıkmasına izin vermiyordu.
“Salak değilim, sağırım. Üstelik yeni oldu. Henüz alışamadım” dedim.
Sakinliğime şaşıran, kavgasına karşılık bulamayan taksi şoförüne “Bak” dedim, “Senin, ne güzel, iki kulağın da duyuyor. Bunun kıymetini bil.”
Bir şey demeden gazlayıp gitti taksi şoförü.
Bir yazıyla tedavi sürecimi, sualtının hayatımdaki gizemli yerini ve yeni öğrendiğim bilgileri paylaşmak istiyordum zaten ama buna taksi şoförlerinin vesile olacağını düşünmemiştim. ☺
***
Son günlerde iyice artan taksi şoförü terörünü bitirmek için “Taksi Eğitim Projesi” başlayacakmış. Eğitim sonunda sınavı geçemeyen şoförler çalışma ruhsatı alamayacaklarmış. Eğitimlerin içinde öfke kontrolü de var ki bence çok gerekli. İstanbul Taksiciler Esnaf Odası Başkanı Eyüp Aksu’ya göre şehrimizde 50 bin taksi şoförü bulunurken, bunların sadece 200-300’ü uygunsuz davranıyormuş.
Sürekli taksiye binen biri olarak uygunsuz davranan şoför sayısının bundan kat be kat fazla olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
Hemen her gün taksiye biniyorum. Bugüne kadar kaç şoföre denk gelmişimdir bilmiyorum. İyileri yok mu? Var elbette. Çok beyefendi, dürüst olanlarına da denk geldim ancak araçlar çoğu zaman pis, kokuyor, içinde sigara içiliyor. Şoförler mesafe beğenmiyor. Genellikle agresifler. Onların tercih ettiği yollar her nedense hep daha pahalıya mal oluyor. Para üstü vermiyorlar. Bozuklarımızı hep gasp ediyorlar. Buradan söyleyeyim 50 kuruşumu dahi helal etmiyorum. Benim rızam olmadan o 50 kuruşları, 1-2 liraları cebinize atıyorsunuz. Sarhoş şoföre bile denk geldim. Yol bilmeyenine… Hatta araba kullanmayı bilmeyenine bile rastladım. Sürekli trafik kurallarını ihlal etmelerine şimdilik değinmeyelim.
***
Bir gün Beşiktaş çarşıdan Abbasağa Parkı’na doğru yürürken, bir taksi koluma çarptı ama duraksamadan, geçip gitti. Yaralanmadım, önemsiz bir şeydi ama kalbim kırılmıştı. Bu kadar kaba ve duyarsız olmaya gerek var mıydı?
Geçen hafta Levent’ten taksiye binecektim, şoför trafik var diye beni azarladı. İnanır mısın, akşam saat 7’de tüm metropollerde trafik oluyor? Kabahat İstanbul’un değil yani.
En son cumartesi akşamı Taksim meydanında bir şoför mesafeyi, bir başkası güzergahı beğenmediği için bizi almadı. Neyse en azından azarlamadılar, buna da şükür.
En ufacık bir eleştiride kıyameti koparan taksi şoförleri böyle de diğer insanlar sütten çıkmış ak kaşık mı? Toplumdaki yozlaşmanın, ahlaksızlığın, kural tanımazlığın, kabalığın taksi şoförlerinin suretinde gördüğümüz ifadesi bu. Balıkçı kazıklamıyor mu bizi? Ya manav? Kimse rüşvet almıyor mu?
Neyse, en azından bir yerden başlamak iyidir. Umarım, taksi şoförleriyle başlayan eğitim ve sertifika uygulaması diğer toplu taşıma araçlarını kullananlarla devam eder. Ve hatta diğer meslek gruplarına da uygulanır.
BORU DEĞİL, KULAK!
Dönelim benim kulak problemime…
Aşırı stres, ağır kaldırmak, gribal enfeksiyon, viral enfeksiyon ve pek çok şey işitme kaybına neden olabiliyormuş. Ancak vakaların yüzde 90’unda bendeki gibi sebebini bulamıyorlar. Kulaktaki sinirler bir anda harap olmuş. Bir doktorum bunun bir kulak krizi olduğunu söyledi.
Tek kulağın işitmemesi yaşam kalitesini zedeliyor. Bütün sesleri tek bir yönden duymak, yön duygusunu ve oryantasyonu tahrip ediyor. Elinin ayarı bile bozuluyor.
Kortizon dahil, her gün bir torba ilaç içtim. Kortizon nedeniyle tuz, şeker, karbonhidrat yemem yasaklandı. Meyve yediğimde şekerim fırladı. Köfteye döktüğüm acı sos tansiyonumu zıplattı. Benim “Ben zaten tuzsuz yerim, tatlıyla aram yoktur” dediğimle aynı şey değilmiş bu diyet! Hemen her şeyin içinde tuz ve şeker olduğunu böylece öğrendim.
Türkiye’de oranı bilinmeyen bir ölüm nedeni de ısrar. ☺ Özellikle yemek konusunda… Ben diyetime dikkat etmeye çalıştıkça, ısrar ettiler. Şeker yasak ama şarap iç diye tutturdular. Karbonhidrat yasak ama Canan Karatay’a inat ekmeği kutsadılar.
Kulak konusunda toplumsal konsensüs, bunun bir sorun olmadığı yönünde. ☺
“Sağ kulağımda yüzde 90 işitme kaybı oldu” dediğimde, insanlar bunun bir sağırlık olduğunu anlamıyordu. Bir sebeple önemsiz buluyorlardı.
“Babamın kulağı da tıkanmıştı ama geçti” diyen birine tıkanıklık ve sağırlık arasındaki farkı anlatmak çok zor. ☺
Hemen herkesin bu konuda bir fikri, teşhisi ve tedavi yöntemi var.
Bir kulağın sağır olmuş ama insanlar sana “Acaba duşta su mu kaçtı” gibi alakasız sorular sorabildikleri gibi “Takla at geçer” gibi akla zarar çözümler de önerebiliyorlar. Favorim ise şu: Kulağına saç kurutma makinesi tut, kesin düzelir!
Yüzünde kek yapmaya eşdeğer bakım maskeleri önerdikleri gibi kulak açmak için de çeşitli yemek tarifleri verebiliyorlar.
“Zeytinyağını ısıt, kulağına damlat. Üzerine hamur koy gece uyu, sabaha açılır” diyen birine bir arkadaşım, “Boru değil bu kulak, kulak” diye cevap verdi.
Memlekette bir kez hastalanmaya görün, ahali sizi başka türlü hasta etmek için elinden geleni ardına koymuyor. ☺
DENİZALTINA BİNMEK…
Hiperbarik yani sualtı hekimliğini de bu vesileyle iyice öğrendim.
Bir ay boyunca her sabah 6’da uyanıp, iki saat hiperbarik oksijen tedavisi aldım.
Normal atmosfer basıncının 2.5 katı bir basıncın uygulandığı o kabinde, yüzümde oksijen maskesiyle oturdum. Tam da o sıralarda aynı tedaviyi gören Cem Özer, yoğun bakıma kaldırıldı. Geleneksel milli ısrarcı tutumumuz bu kez tedaviyi bırakmamı salık veriyordu.
Hiperbarik çok önemli bir hekimlik. Uygulama ise gerçekten büyük bir ciddiyetle yapılmalı. Benim gibi işitme kaybı olanların yanı sıra görme kaybı olanlar, yaraları iyileşmeyenler (çoğu diyabet hastası), vurgun yiyen dalgıçlar, kanser tedavisi görmüşler ve hatta tüp bebek tedavisi görenler de hiperbarik oksijen tedavisi görüyor.
Basınç odası dar ve kapalı bir yer. Hastaların hepsi sıkılıyor. Her sabah iki saat denizaltına bindiğimi hayal ediyordum. Ben de sıkılıyordum ama en azından denizaltında sıkılıyordum.
İçeride biri çakmak çaksa havaya uçarız. Öyle riskli bir tedavi… Kabine gözlük, çakmak, kibrit, telefon, anahtar, metal, vs. pek çok şeyi sokmak yasak ama bir Alzheimer hastasının dalgınlığına bakar kimi hatalar.
Yüzümde bir oksijen maskesiyle iki saat basınç odasında tedavi gördükten sonra zaten bir maraton koşmuş kadar yorgun çıkıyordum. Kortizon tedavisi de ayrıca yorucuydu. Yazının başında anlattığım taksi şoförüyle işte öyle acıklı koşullarda karşılaşmıştım.
Yoruldum ama iyileştim. Hem bilimin sunduğu olanakları sonuna kadar kullandım hem de Reiki uyguladım kendime. Bana, yanıma gelerek veya uzaktan Reiki yapanlar da oldu. Bir biyoenerjist uzaktan ‘ses terapisi’ yaptı.
Bir doktorum beni en çok iyileştirenin inancım olduğunu söyledi.
Bir de aklınızda bulunsun, insanlar herhangi bir sağlık problemi yaşayıp, iyileşmek için tedavi görürken ona olumsuz örnekleri anlatmayın. İhtiyaç duydukları son şey moral kaybı.
***
Suyun altı… Benim yaşamımda farklı bir yeri var onun. Tek yıldızlı dalgıcım ben. Üstelik suda kendimi çok da güvende hissetmem. Eski nişanlımın dalış sevdası, ilişkimizi içinden çıkılmaz bir hale getirmiş ve bizi ayırmıştı. Başka bir zamanda ise kafasına dalışı soktum bir adamın hayatının değişmesine neden olmuştum. Kulağım sağır olunca da şifam suyun altından geldi. Sualtıyla ilgili durumum özel… Çözemedim tam ama biliyorum.
Taksilerin yanında metroyu da her gün kullanıyorum. Her zaman dünyanın her yerinde metroda müzik yapanları, eğer bir yere yetişmeye çalışmıyorsam, dinledim. Gönlümden koptuğunca para bıraktım. Şimdi tekrar 360 derece duyabilmenin getirdiği şükür duygusuyla, bir tekini bile atlayamıyorum. De ki tekrar duyan kulağın kefaretidir, de ki iki kulağın dinleme keyfidir, önlerinde saygıyla duruyorum. Şarkıları bitince alkışlıyorum. Kaybedene kadar pek çok şeyin kıymetini bilmiyoruz.