Saldırıda ölen gazeteci Shah Marai'nin veda yazısı

Afganistan’ın başkenti Kabil’de Pazartesi günü (30 Nisan) Savunma Bakanlığı ve istihbarat servisinin de olduğu Shashdarak bölgesinde 15 dakika arayla düzenlenen iki intihar saldırısında hayatını kaybedenler arasında çok sayıda gazeteci de vardı.

Medyascope.tv'den Işın Eliçin'in haberine göre patlamada hayatını kaybedenlerden birisi de Fransız AFP haber ajansına çalışan foto muhabiri Shah Marai, 2015 yılında kaleme aldığı yazıda, Talibanlı yıllardan günümüze ülkesinin geçirdiği dönüşümü ve bu dönüşümü belgeleyen bir gazeteci olmanın zorluklarını anlatmıştı.

İşte o yazı...

Umut Kalmadığında!
Amerikan istilasından sonraki dönem büyük umutlar zamanıydı. Altın yıllar. Taliban yönetiminin karanlığından sonra, Afganistan nihayet daha iyi bir hayat yoluna girmiş görünüyordu. Ama bugün, 15 yıl sonra, o umutlar kayboldu ve hayat eskisinden de daha zor görünüyor.

AFP için fotoğrafçı olarak çalışmaya 1998’de Taliban döneminde başladım.

Gazetecilerden nefret ediyorlardı, o yüzden çok tedbirliydim -dışarı çıkarken geleneksel şalvar-kamiz giyiyor ve fotoğrafları elime sardığım bir eşarpın altına sakladığım küçük bir kamera ile çekiyordum. Taliban’ın yasakları çalışmayı aşırı güçleştiriyordu- ister insanlar ister hayvanlar olsun, canlı şeylerin fotoğrafının çekilmesi kesinlikle yasaktı.
Bir gün bir fırının önünde fotoğraf çekiyordum. O zamanlar hayat zordu, insanlar işsizdi, fiyatlar tavan yapmıştı. Birkaç Taliban yanıma geldi.
“Ne yapıyorsun” diye sordular.
“Hiçbirşey” dedim. “Ekmeğin fotoğrafını çekiyorum!”
Dijital kameralardan önceki bir zamanda olduğumuz için şanslıydım. Doğru söyleyip söylemediğimi kontrol edemeyeceklerdi.
O zamanlar çektiğim fotoğraflar için ismimi nadiren kullanıyordum. Dikkatleri üzerime çekmemek için imzamı yalın bir şekilde “Muhabir” olarak atıyordum.


Shah Marai’nin objektifinden Taliban savaşçıları. (Diğer fotoğrafların hepsi değişik dönemlerde Marai tarafından çekildi)


Yalnız kalmak

O zamanlarda AFP’nin burada bürosu yoktu. Wezir Akbar Khan ile şimdi de bulunduğumuz semtte bir evimiz vardı. Özel elçiler birbiri ardına buraya gelir, biz de düzenli olarak Kuzey İttifakı’nın Taliban’a direndiği Şomali Ovası’ndaki ön cepheye giderdik. Şehirde, BBC dışında sadece üç haber ajansı –AFP, AP ve Reuters—kalmıştı. Derken 2000 yılında bütün yabancılar nihayet ülkeden kovuldu ve kendimi AFP’nin bürosundaki kaleyi tek başıma tutarken buldum. Bilgileri İslamabad’daki büroya uydu telefonuyla aktarırdım.
11 Eylül saldırılarını, aklıma bir saniye olsun Afganistan için sonuçları olabileceği gelmeksizin BBC’den izledim. Birkaç gün sonra beni uyaranlar İslamabad bürosundakiler oldu: “Amerikalıların saldıracağına dair söylentiler var.”


Bombardıman bir ay geçmeden 7 Ekim günü başladı. Taliban’ın başkent ilan ettiği Pakistan sınırındaki Kandahar kentiydi hedef. Kabil üzerinde uçan uçakların seslerini duyduğumdaysa İslamabad’a haber geçmek üzere telefondaydım. İlk bombalar havaalanına atıldı. O gece hiç uyumadım ama dışarı da çıkamadım.
Ertesi sabah arabamla havaalanına gittim. Yakınlarına vardığımda siyahlar giymiş onlarca Taliban savaşçısı ile karşılaştım.
İçlerinden biri yanıma geldi. “Dinle. Bugün iyiliğim üzerimde o yüzden seni öldürmeyeceğim, ama derhal buradan çek git.”
Geri döndüm ve arabamı ofiste bıraktım. Şehir terk edilmiş gibiydi. Bu kez bisikletimle, kameramı elime sardığım eşarpın altında gizleyerek, sıradan biri gibi gittim havaalanına. O gün altı fotoğraf çektim. Sadece altı tane. Sonunda da içlerinden ikisini gönderdim.

Gölgelerin içinden çıkmak

Derken bir sabah Taliban gitti. Buharlaşıp havaya karışmışlardı. Görmeliydiniz. Sokaklar insanlarla dolup taştı. Sanki insanlar gölgelerin içinden çıkıp yeniden hayatın ışığına karışıyorlardı.
Meslektaşlarım akın etmeye başladılar. AFP derhal Moskova’dan metin yazan bir muhabir ve bir fotoğrafçı gönderdi ve göz açıp kapayana dek on-on iki kişi olmuştuk. Kabil “Muhabiristan” oluvermişti. Ofisimiz hiç boş kalmıyordu.
Kalacak yer bulmak olsun, araç olsun, fixer olsun ya da bir yere gitmek için en iyi yol olsun, herkese yardım ediyordum. En yakın arkadaşım, Kabil’de bir ilk olan Sultan Misafirhanesi’ni açtı ve bana da işletmeye ortak olmamı teklif etti. Keşke kabul etseymişim, bir servet kazandı!
Taliban yönetimi altındaki onca yıllık tecridin ardından bütün o yabancıları görmek inanılmazdı. Her yerden geliyorlardı ve sokaklarda yürülerken önlerinde bir sürü çocuk koşturuyordu. Genç bir erkeğin elinde bir dolar tutup tekrar tekrar şu sözleri söylediğini hatırlıyorum: “Bu hayatımda elime aldığım ilk dolar!”

Umutlu kısa bir dönem

Büyük umutlar zamanıydı. Altın yıllar. Şehirde çatışma yoktu. Sokaklar İngiltere, Almanya, kanada, İtalya ve Türkiye’den askerlerle dolmuştu. Askerler sokaklarda yürüyerek devriye geziyorlardı, ahattılar ve gülümseyerek “merhaba” diye selam veriyorlardı. İstediğim kadar fotoğraflarını çekebiliyordum.
Güney, doğu, batı, istediğiniz yere gidebilirdiniz. Heryer güvenliydi.
Ve sonra 2004’te Taliban geri döndü. Önce güneydoğudaki Ghazni vilayetine. Sonra 2005 ve 2006’da virus gibi yayılmaya başladılar. Sonra Kabil’de, genellikle yabancıların gittiği yerleri hedef alan saldırılar başladı. Parti sona ermişti.
Bugün Taliban yine heryerde ve çoğu zaman Kabil’de kıstırılıp kalmış durumdayız. Bubi tuzaklı arabalara karşı koruma için dikilen beton bloklar, T-Duvarlar, şehrin her tarafına kök saldı. İnsanlar elinde kamera olanlara artık dostane davranmıyor. Sıklıkla saldırganlaşıyorlat. İnsanlar kimseye, özellikle de yabancı bir haber servisi için çalışanlara güvenmiyor, “casus musun?” diye soruyorlar.

Artık umut yok

Amerika’nın müdahalesinden 15 yıl sonra, bugün Afganlar, kapılarına Taliban dayanmış halde, işsiz, parasız pulsuzlar. 2014 yılında esas Batılı birliklerin çekilmesinden sonra, yabancıların çoğu ayrıldı ve bu ülkeye akıtılan milyarlarca dolar gibi unutuldular.
Amerikalıların gelişinden hemen sonraki o yılları özlüyorum. Şehir elbette 2001’den bu yana çok değişti. Yeni binalar inşa edildi, dar sokakların yerini geniş bulvarlar aldı. Savaşın izleri tamamen kayboldu. Darulaman Kraliyet Sarayı dışında şehirde yıkıntı göremezsiniz. Dükkanlar ağzına kadar dolu ve neredeyse hemen herşeyi bulabiliyorsunuz.
Ama artık umut yok. Hayat, güvenlik olmadığı için, Taliban dönemindekinden daha bile zor. Çocuklarımı yürüyüşe çıkarmaya cesaret edemiyorum. Beş çocuğum var ve zamanlarının çoğunu evin içine tıkılmış halde geçiriyorlar. Her sabah işe giderken ve her akşam eve dönerken tek düşündüğüm bubi tuzağı yerleştirilmiş olabilecek araçlar ya da kalabalıkların içinden çıkabilecek intihar bombacıları. Riski göze alamam. O yüzden dışarı çıkmıyoruz. Biro tele gittikleri sırada eşi, kızı ve oğlu ile birlikte öldürülen arkadaşım ve meslektaşım Serdar’ı hatırlıyorum. Sadece küçük oğulları saldırıdan kurtuldu.
Hayata dair umudumu bu kadar yitirdiğim hiç olmamıştı ve çıkış yolu da göremiyorum. Şimdi endişe zamanları.

TEM otoyolunda muz yüklü TIR cayır cayır yandı 25 Kasım tarihli kararlar Resmi Gazete'de yayımlandı! Karabük Gerede kara yolu 7 saat sonra açıldı
Sonraki Haber