Koca Ragıp Paşa 1699’da, meşum Karlofça antlaşmasının imzalandığı yıl İstanbul’da dünyaya geldi. Osmanlı tarihindeki önemli devlet adamlarından birisidir.
Ragıp Paşa, valilik, diplomasi ve sadrazamlık görevlerinde bulundu. O aynı zamanda Şeyh Galip’ten sonra önemli bir şair, bir dizi kitap kaleme almış bir kütüphaneci ve çevirmendi. Asıl ismi Mehmet Ragıp olsa da Koca Ragıp Paşa adı ile ünlendi. 1763’te vefat edince Laleli’de yaptırdığı kendi adını taşıyan kütüphanenin bahçesine gömüldü.
Yakın dönem Osmanlı tarihinde bir başka Ragıp Paşa daha vardı. Sarıca Ragıb yahut Nam-ı diğer Robert Paşa.
Tam adı Mehmed Ragıb’tı.
Mekteb-i Mülkiye’den 1879 yılında pekiyi derece ile mezun olduktan sonra Mabeyn Kâtipliğine atanmıştı. Midhat Paşanın Yıldız Mahkemesi’nde yargılanmasında da görev almıştı.
Robert (Mehmed Ragıb) Paşa yüksek düzeydeki devlet görevlilerinin atanmalarında etkin bir rol oynamış, Saray’dan kaynaklanan nüfuzunu kullanarak görevinin dışında ticaret ve madencilik işleriyle de uğraşmış ve büyük servetler elde etmişti. İstanbul’daki İngiliz topluluğu ile yakın ticari ilişkileri olmuştu. Mehmed Ragıb Paşanın kendisine ait bir rakı fabrikasından başka imparatorluğun çeşitli yerlerinde ve İstanbul’da Beyoğlu’nda birçok hanı da mevcuttu.
Sultan Abdülhamid’in mabeyincisi bu uyanık paşa 1800’lerin sonlarında Beyoğlu İstiklal Caddesi’nde hatırı sayılır binalar diktirilmişti. Paşa gayrimenkule yatırım yapmış, Osmanlı Devleti’nin hüküm sürdüğü kıtaların adlarını verdiği Anadolu Pasajı, Rumeli Pasajı, Afrika Pasajı isimli iş hanları inşa ettirmişti.
Rivayet o ki; Sultan Abdülhamid 1908 siyasi gelişmeleri neticesi tahttan indirilmemiş olsaydı bu iş bilir Sarıca Ragıb Paşa beş kıtadan geriye kalanlarını da, ismen de olsa, Beyoğlu’na taşıyacaktı.
Sarıca Ragıb yahut nam-ı diğer Robert Paşa 1906’da Anadolu yakasında Caddebostan Cemil Topuzlu Caddesi’nde bugünlerde 449 milyon lira ile satışa çıkarılmış olan bir de oldukça muhteşem bir köşk inşa ettirmişti.
Abdülhamid pek tabii ki kendi hizmetinde bulunmakla birlikte muayyen ülke ve şirketlerle ilişki içerisinde olanların bu münasebetlerini kendi amaçları için manipülatif bir surette kullanabileceklerinin farkındaydı. Bu anlamda Alman Krupp Şirketi Müdürü Carl Menshausen’in belirttiğine göre Abdülhamid, hususi kâtibi Ragıb’ın Almanya lehine neler yaptıklarını biliyordu. Yine Menshausen’ın belirttiğine göre; Sultan Abdülhamid, Saray’da grup içindeki takma adı Robert olan mabeyincisi Sarıca Ragıb Beye (sonradan paşa olur), etrafındaki herkesin Fransızlar adına çalıştığını, sadece kendisinin Alman çıkarları için çaba sarf ettiğini söylemişti. Robert (Ragıb Bey) ise hiçbir renk vermeden ve büyük bir beceriyle Abdülhamid’e, Almanya için değil, her zaman Türkiye için çalıştığı beyanında bulunmuştu.
Eğer Ray Stannard Baker’ın verdiği bilgi doğruysa, bir görevli atandığında, Hafiye Teşkilatı’nın çalışma sistemi gereği, bir casus da onu izlemek için görevlendirilirdi. Şayet yer veya kişi özel bir hususiyete sahipse ikinci bir casus daha görevlendirilirdi. Görevlendirilmiş olan hafiyenin tutumunu rapor etmek üzere belki de üçüncü ve belki de dördüncü bir hafiye daha görevlendirmek gerekebilirdi. Böyle bir sistemle çalışan Hafiye Teşkilatı’nın elinden insanın kurtulması yahut ne yaptıklarının, kiminle ne temas içerisinde olduklarının bilinmemesi için bir neden yoktu.
1908’de hareketinin gerçekleşmesi sonrasında İttihatçılar İstanbul’da kendileri için düşman yahut zararlı veyahut muhalif gördükleri hemen herkesi takibata alınma süreci başlatmıştı. Dolayısıyla toplumu endişeye ve Hamidiye Devri siyasilerini kaçıp canını kurtarma arayışına sevk eden ciddi bir tutuklama, hapsetme ve idam kararı ile cezalandırma süreci yaşanmıştı. Bir dizi görevden alınmalar ve alınanların yerlerine İttihatçı safta yer alan isimlerin atanması söz konusuydu.
Bu süreç zarfında İttihatçılara hakikaten karşı olan veya İttihatçıların kendisine hedef kıldığı saray çevresi veya siyasi bir kısım isimler çareyi yurt dışına kaçmakta veya bir yerlere saklanmakta bulmuşlardı. Özellikle saray çevresinde bulunan ve Sultan Abdülhamid’in maiyeti arasında yer alan isimleri ölüm korkusu sarmıştı. Bazı eski hafiyelerin Yıldız Sarayı’na girişleri yasaklanırken özellikli isimler aranmaya ve tutuklanmaya başlanmıştı.
1908 siyasi gelişmeleri neticesi eski rejimin eski yöneticileri durumuna düşen Çerkez Mehmed Mudanya’da yakayı ele vermiş, Necib Melhame Paşa ise evinde hapsedilmişti. Maden ve Orman Nazırı Selim Melhame İtalyan elçiliğine ait bir vapura binerek elçiliğe iltica etmişti. Askeri Okullar Müfettişi Zeki Paşa da görevinden uzaklaştırılmış ve takibata uğrayıp tutuklananlar arasında yer almıştı. Yine Askeri Mektepler Müfettişi İsmail Paşa ile Saray yaverlerinden İsmail Mahir Paşa, Tophane-i Âmire Müşiri Zeki Paşa, Dâhiliye Nazırı Memduh Paşa, Bahriyeden sorumlu Hasan Rami Paşa, İstanbul Belediye Başkanı Reşid Paşa tutuklananlar arasındaydı.
Kaçmayıp geride kalan bendegan üyeleri ise ya görevden alınmıştı veya rencide edici muameleye maruz kalmışlardı.
Yıldız’da sarayda görevli olup Abdülhamid’in yanı başında bulunan ancak hatırı sayılır serveti ve kötüye çıkmış adı ile bilinen mabeynci Mehmed Ragıb Paşa da tutuklanmaktan kurtulamamıştı. Fakat Ragıb Paşanın ele geçirilmesi öyle kolay olmamış, köşküne barikat kurmuş, İttihatçılara ancak çetin bir direnişten sonra teslim olmuştu.
Ragıb Paşa tutuklandıktan sonra da elindeki serveti korumakta ısrarlı davranmıştı.
Ver Kurtul politikası İttihatçıların 1908 siyasi gelişmeleri sonrası tatbike koydukları bir uygulamaydı. Bu politikaya uyup tutukluluktan kurtulanlar olmuşsa da Ragıb Paşa Öde Kurtul yahut Ver Kurtul politikasından uzlaşmaya varılamadığından yararlanamamıştı.
1909’da, Gazi Ahmed Muhtar Paşa idaresinin tavsiyesi üzerine, eski idarenin adamlarının, cezaya maruz kalmışların yahut cezadan kurtulmak için yurtdışına kaçanların serbest kalmalarını sağlayan bir af kanunu çıkarılması Ragıb Paşa için şahsi hürriyeti kadar hususi mülkiyet açsından da büyük bir kurtuluş oldu.
Harbiye Nazırı Rıza Paşa, Tophane müşiri Zeki Paşa, Paris büyükelçisi Münir Paşa, Stockholm sefiri ve Paris’te haftalık olarak Meşveret’i yayınlayan Şerif Paşa, Hicaz valisi Ratıb Paşa, teşrifatçı Ragıb Paşa ve Faik Bey, Sultan Abdülhamid’in muhafız alayı şefi Tahir Paşa, Amiral Said Paşa, istihbarat teşkilatı üyesi Kadri Bey, Rıza Efendi ve Garnik Efendi, eski kabine üyeleri Memduh Paşa, Selim Melhame Paşa ve Hasan Rami Paşa affa nail olanlar arasında yer aldı.
Çıkarılan af, muayyen sayıdaki eski rejim muhaliflerinin, eski rejimi yıkanların, eski rejim mensuplarının cezalandırmaları için türlü türlü nümayişte bulunanların itirazlarına rağmen, kamuoyu tarafından genel kabul gördü.
Genel kabulün oluşmasında, adı geçen isimlerin yeni idarenin hışmına uğrayarak sağlıklarını kaybetmiş, halet-i ruhiyeleri alt üst olmuş ve serveti ellerinden alınmış olmalarının büyük etkisi oldu. Ayrıca söz konusu isimlerin eski rejimi ihya etmek gibi bir temayülleri de artık yoktu. Belki de en önemlisi adı geçenler ve diğerlerinin daha fazla mağdur edilmelerinin hukuki bir dayanağı da yoktu. Sürgün edilmeleri anayasaya bütünüyle aykırıydı. Ne hâkim önüne çıkarılmışlardı ne de hukuki bir işleme muhatap kılınmışlardı. Yapılmış olan uygulama tam anlamıyla, müstebit diye suçlayıp istibdat diye niteledikleri Sultan Abdülhamid ve idaresi uygulamalarından daha şedit bir zorbalıktı. Hal böyle olsa da Ragıb ve emsali paşalar rencide edilmiş olsalar da servetlerini muhafaza edebilmişlerdi.