Tarih boyunca savaşlar hep yıkıcı olmuştur. Kazananı olmamıştır. Kazandığını düşünen de kaybetmiştir. İnsan kaybetmiştir, zaman kaybetmiştir, kaynak kaybetmiştir. Acıları kazanmıştır, trajedileri kazanmıştır; ölenleri, öksüzleri, yetimleri, dulları, kimsesizleri, yoksulları, hasta ve yaralıları çoğaltmıştır…
Suriye’de yıllardan beri bir insanlık trajedisi sürüyor. Kentlerinde, köylerinde insanlar birbirleriyle çarpışıyor ve ölüyor. Nüfusunun büyük bir kısmı yerinden yurdundan oldu; Türkiye’nin ve Türk milletinin hamiyetperverliği olmasa onların da bugün pek çoğu hayatta ve ayakta olmayacaktı.
Arap ülkelerinin önemli bir kısmı olayları hiç üzerlerine almıyorlar; meseleyi sahiplenmek ve çözmek noktasında inisiyatif üstlenmiyorlar, savaşın esas maliyetini üstlenen zavallı Suriye halkına destek konusunda ellerini taşın altına koymuyorlar. Avrupa ülkelerinin tutumu ise alenidir: Kendilerine mülteci gelmesin, ülkelerinde sorun olmasın, Müslümanlar birbirlerini yedikleri kadar yesin, bitirdikleri kadar bitirsin ve üstelik kendi ülkelerindeki tüm radikaller de buralara gidip yok olsun…
Bu ülkede birbiri ile savaşan gruplara gelince, vekâleten savaşın birer aracı, aygıtı durumundalar. Mesele zalim bir diktatöre başkaldırma olmaktan çıkmış, büyük güçlerin bölgeye yerleşmesi ve dünyayı şekillendirme ve enerji güzergâhlarını yeniden tanzim için alan açma haline dönüşmüş vaziyete ulaşmıştır.
Olayın tek insani tarafında olan ülke ise Türkiye’dir ve maalesef gelişmeler artık Türkiye’nin de güvenliğini, iç ve dış huzurunu tehdit eder bir boyuta ulaşmıştır. Canlı bombalar, fırsatta bir Kürt devleti çıkarmak isteyen sapkınlar, içerde mezhep kavgası çıkarmak için kıvılcım üzerine kıvılcım çakan ajan - provokatörler artık iyiden iyiye kendini göstermektedir.
Burada bir hususun artık çok iyi bilinmesi gerekmektedir. Bu savaşın kazananları arasında olamayız. Çünkü savaş coğrafyası bizimdir. Bizim tarihimiz, kültürümüz v e insanlarımız ateş altında kalmıştır. Savaşın ekonomik maliyetinin büyük bir kısmı bütün bu aidiyetlerden dolayıdır ki Türkiye’ye fatura edilmiş; milyonlarca insanı Türkiye barındırmıştır. Savaşın acısı Türkiye’yi yakıp kavurmuş, insanlarımız Suriye’deki her bir kardeşinin etnisitesine, mezhebine, meşrebine bakmaksızın içinde bulunduğu derin ıstırabı yüreğinde hissetmiştir.
Şimdi de yine ta en baştan beri olduğu gibi, savaşın bir an önce bitmesi ve insanların huzura kavuşması, tarih ve medeniyetimizin kadim şehirlerinin yeniden ayağa kalkması için tek ve samimi uğraş veren ülke Türkiye’dir.
Barış için bütün unsurlarıyla bastırmaktadır. Olumsuzlukların giderilmesi için büyük riskler almaktadır. Türkiye bunları yaparken, bazı sorumsuz ve bilgisiz ağızlardan bazı tehlikeli ve mezhepçi kışkırtıcılıkların sıklıkla tekrarlanıyor olması hiç doğru değildir.
Mezhebe dayalı olarak sürdürülmek istenen bir savaş iklimi olsa bile bunun da ortadan kaldırılması yine bizlere düşmektedir. Suriye ve Irak’ta en başından beri mezhebi konuşlanmalarla Türkiye’ye yönelik olarak kışkırtılmak istenilen ortamın İslam dünyasına da, kışkırtıcılığı üstlenen İslam ülkelerine de Türkiye’ye de bir yararı yoktur.
Ölen de öldüren de Müslümandır. İşte esas ölçü almamız gereken husus budur. Hal böyle iken, özellikle sosyal medya üzerinden mezhepçi söylemleri, nefret dilini yaymanın en büyük zararını yine Türkiye ve İslam ülkeleri ve özellikle Suriye ve Irak’ta yıllardan beri perişan olan Müslümanlar ve Türkmen kardeşlerimiz çekeceklerdir.
Kapıları açtık, kampları kurduk ve herkesi kucakladık. İçlerinde sünnisi de var, şiisi de. İçlerinde Hristiyan olanı da var, Müslüman olanı da. İçlerinde Türkmen olanı da, kürt olanı da var, arap olanı da var, başka milletlerden olanı da. Yıllardan beri de hepsine aynı imkânları seferber ettik. Yıllardan beri barışın çağrısını yaptık. Yıllardan beri Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunduk, halkının huzur ve mutluluk içinde yaşamasını arzu ettiğimizi her ortamda dile getirdik. Samimi gayretlerimizi gösterdik. Artık herkes için yıkıcı olan bu savaşın bitmesi gerekmektedir. Savaş biterken bizim içimize fitne ateşi atıp, İslam dünyasındaki yangının Türkiye’de sürdürülmesine kapı aralamak isteyenlere fırsat vermeyelim.
DAEŞ’i, PKK/YPG/HPG/TAK’ı, FETÖ’sü şimdi istiyor ki Türkiye kendisini ateşe atsın. Onlar bu sefer de savaşın kazananı durumundaki savaşmayanlara vekâleten Türkiye’yi kan gölüne çevirsinler.
Türkiye’nin huzuru için çevremizde barışın egemen olması gerekmektedir. Çevremizde ateş varsa bu bizi yakar. Çevremizdeki ateşi söndürmek için çabalarken, kendimizi yakmamalıyız. Yaktırmamalıyız.
Bundan sonraki kısımda artık sözün, fiilin diplomasi tarafından icrası daha iyi olacaktır. Bize düşen duadır, barışın sözcülüğüdür. Allah kardeşliğimizi bozmasın, tüm İslam âlemi için hayırlar versin. Suriye ve Irak’ta tekrar huzur ve sükun olsun.