Saygı Öztürk, Hülya Okur'a konuştu: Adil Öksüz Yeşil'e benziyor"
SuperHaber röportaj editörü Hülya Okur, Sözcü Gazetesi Ankara Temsilcisi ve yazarı Saygı Öztürk ile son kitabı “Hayalet İmam”ı ve onunla aynı eksende FETÖ ile mücadeleyi, darbeleri, Fırat Harekatı’nı ve gazetecilik yaşamındaki çok özel anları konuştu...
Hülya Okur'a, geçmişte Hürriyet'e yaptığı ve okları üzerine çeken bir haberden bahisle, "Kişneme haberi yüzünden gazetecilik yapamayacaktım" diyen Saygı Öztürk, 15 Temmuz’dan bahsederken de “Olay yerinden izledim” ifadelerini kullandı.
Öztürk kendi tabiri ile “İyi bir muhabir” olarak o gece yaşadıklarını anlattı.
Adil Öksüz’ün 15 Temmuz’daki rolünü ve kaçış öyküsünü “Hayalet İmam”da anlatan Saygı Öztürk’e göre Öksüz’ün sır dolu kaçışı ve yok oluşu ile bir zamanların esrarengiz ismi "Yeşil" kod adlı Mahmut Yıldırım arasında büyük benzerlikler var.
Bir zamanların efsane isimlerinden Korkut Eken’le ilgili olan ilk kitabından, FETÖ’nün kritik hamlelerinden Kozmik Oda baskınına kadar tarihin kilit dönemlerine ve insanlarına dokunan kitaplarının yanısıra önemli haberlere de imza atan Öztürk, FETÖ’nün ilk hamlesi olarak görülen Şemdinli davasının tutuklu askeri ile off the Record yaptığı konuşmayı nasıl bir çözümle haberleştirdiğini de ilk kez anlattı.
Kitabının da adında olduğu gibi Adil Öksüz için "Tam bir hayalet imam" diyen Saygı Öztürk yakalanan bir FETÖ imamının onun için "Adil öter" dediğini söylüyor.
Şamil Tayyar'ın "FETÖ Borsası" lafını çok önemsediğini ifade eden Öztürk, FETÖ'cülere Fetullahçı deme cesaretini ise Hanefi Avcı'dan aldığını söylüyor. Fetullah Gülen'in iade edileceğine inanmadığını da söylemeyi ihmal etmiyor.
AK Parti'nin diğer partilerden farkını ve başarısının sırrını ise "Vatandaşın sıkıntısı oluyor, partileri umut olarak görüyor, partilerden cevap bile verilmiyor, aynı kişi aynı sorunu AK Parti genel merkezine verdiği zaman onların nasıl ilgilendiğine tanık oluyoruz." sözleri ile izah ediyor Saygı Öztürk...
AK Parti'nin terörle mücadeledeki hakkını "Şunu çok rahatlıkla söyleyeyim ki, terörle mücadele konusunda Süleyman Beyi (Süleyman Soylu) başarılı buluyorum." sözleri ile teslim ediyor.
Fırat'ın doğusu için 150 bin kişilik bir planlama gerektiğini ifade eden Saygı Öztürk, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ilk açıklaması içinse, "Böyle bir harekatı aniden yaparsınız çünkü bunun planlaması ayları alır, oradan gelen bilgi akışları vardır, tedbirler vardır. Üç güne geliyoruz deme amacı, Amerika ile diplomatik ilişkileri yeniden başlatmak, düğümlenmiş olan yerleri çözmek, hem ani bir harekat halinde orada Amerikan askerlerinin zarar görmemesi ve karşı karşıya gelmemek ve Amerikalılara diyorsunuz ki: Biz oraya gelmeye kararlıyız, askerlerinizi ona göre tertipleyin, bize engel olmasınlar gibi mesajlar içermektedir." diyor.
Ve Öztürk, "Türkiye'nin geri adım atması beklenmemeli" sözleri ile de Türkiye'nin ve hükümetin kararlığını da bir kez daha vurguluyor.
Öztürk yerel seçimlerle ilgili olarak da Ankara için "Kendini iyi anlatan başkan olur" tespitinden bulunuyor.
Henüz CHP'nin adayının belli olmadığı İzmir'de ise Aziz Kocaoğlu'nun yeniden aday olacağı beklentisi içinde olduğunu ifade ediyor. Muharrem İnce ve "Ankara için önemli bir figür" diye parantez açtığı Melih Gökçek ile de ilgili çarpıcı tespitleri var Saygı Öztürk'ün.
İşte Hülya Okur'un Saygı Öztürk'le gerçekleştirdiği röportajın detayları...
“KİŞNEME HABERİ YÜZÜNDEN GAZETECİLİK YAPAMAYACAKTIM”
Yozgatlı bir öğretmen duruyor karşımda. 13 çocuğun 12.si. Öğretmen olarak çıktığınız bu yolda yazarlık gibi bir ihtiyaç neden doğdu?
İletişim fakültesini kazanamadığım için öğretmen oldum. Gazetecilikten başka hiçbir şey düşünmüyordum. Yozgat’ın Yerköy ilçesinde lise 2'de mahalli bir gazetede ve Tercüman’ın Yerköy muhabirliği ile gazeteciliğe başladım. 5000 nüfuslu bir ilçede günde 10 haber yapan, kabına sığmayan bir gazeteciydim. Yerköy’e Celalettin Çetin ağabey beni buldu, bir başka köydeki haber için benden yardım istedi, uçtum tabii. Belalı bir köydü. Köyün muhtarı, sığır çobanının hanımını kaçırmıştı. Haberin konusu buydu. O dönem o köyle ilgili “Teksas” diye bir haber yapmıştım. Fotoğraflarını çektim, gözüne girdim, 73’lü yıllarda Hürriyet Haber Ajansı'na Yerköy muhabiri yaptılar beni, sonra cezaevinde de röportajlar yaptık. Manşetler yapmaya başladım. Mesela "Başbakan Demirel’i gören belediye meclis üyesi at gibi kişnedi" diye ilginç haberlere imza attım. Bu haber yüzünden neredeyse gazeteyle ilişiğim kesilecekti, Oktay Ekşi beni aradı; “Eğer bu haber yalansa gazeteyle ilişkini keseceğiz” dedi. "Doğru", dedim. Adamı aradılar, "At gibi kişnedin mi?" diye sordular, telefonda tekrar at gibi kişneyince meslek hayatımız kurtuldu.
“AKŞAM’DAKİ İLK HABERLERİM İKİ SAYFADA BİRDEN ÇIKTI”
Sınanma gibi bir durumla karşılaşmışsınız. Bir yazınızın başlığı “Özgeçmişinde olmayan görev”di. Özgeçmişinizde olmayan bir göreviniz var mı, belalı olayları sadece sizi tatmin ettiği için mi üzerinize çektiniz?
Lisede bir arkadaşım, Çorum’un Sungurlu ilçesinden gelmişti. Cebinde türlü türlü kartlar vardı; Dünya Haber Ajansı, Anadolu Haber Ajansı gibi. Posta Kutusu 238 adresine gönderiyorsunuz, sizi gazeteci yapıyorlardı, öyle gazeteci olunmayacağını düşündüğüm için, Akşam Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hulusi Turgut abiye; "Gönüllü olarak çalışmak istiyorum" diye mektup yazdım, ilk yaptığım haberler, gazetenin iki sayfasında da çıkmıştı. Yerköy’e gelen 5 akşam gazetesinin hepsini de ben alırdım.
“15 TEMMUZ’U OLAY YERİNDE İZLEDİM”
“BEN İYİ BİR MUHABİRİM”
“15 TEMMUZ, BERBAT, ÜRKTÜĞÜMÜZ BİR GECEYDİ”
Bu meslek aşkı getiriyor sizi bu noktaya. Belgelerle, bilgilerle konuşan bir yazarsınız. Bu misyonu tamamlayan sadece yetenek mi yoksa merak duygusu ya da önünüze gelen hazır bilgilerin de mi günahı var?
Hülya Hanım, ben sıcak olayların her zaman içerisindeyim. Darbe girişimini bir çok meslektaşımız belki bürolarında, evlerinde yaşadı. Sözcü Gazetesi'nin Ankara Temsilcisi veya bir yazarı olarak benim oraya gitmem gerekmez. Ama ben o gün oradaydım. Olayı duyar duymaz sıcak olay yerini yaşamayı istiyorum. Ben her şeyden önce iyi bir muhabirim. Saat 02:00’lere kadar ben de oradaydım. O gece, gazetenin lambaları yanmadığı, sadece bilgisayar ışıklarıyla çalıştığımız bir gündü. Berbat bir gündü. Allah ülkemize öyle bir gün bir daha göstermesin. Tanklar geçiyor, uçaklar geçiyor, patlamalar derken hakikaten ürktüğümüz bir geceydi.
“KORKUT EKEN’E KORUMASI İSMİMİ VERİYOR”
“KİTAP YAZMAK ÖNEMLİ BİR SORUMLULUK”
Mayınlı topraklardan geçerim, sınır ötesine geçerim. Korku nedir bilmeyenlerden birisiyim. İnsanlar tutuklanıyor, ben gazeteci olarak o ifadeleri bulmak, aileleriyle görüşmek için çalışıyorum, cezaevinden yazılan mektupla bağlantı kuruyorsunuz, iddianame geliyor, günlük olaylarla bağlantısını kuruyorsunuz. Belgeler, bilgiler zaten elinizde birikiyor. Sonra derleyip toplayıp kitap haline getiriyorsunuz. Kitap yazmak çok önemli bir sorumluluk. Geçmişte çok önemli belgeler de elime geçti, başkasının eline geçmesin diye o belgeleri alır, işim bitince imha ederdim. Haberde çok kıskancım. İlk kitabım Korkut Eken ile ilgiliydi, biliyorsunuz Ergenekon ile bağlantılı bir isim, kimse ile konuşmaz, beni evden aradı, röportaj için gazeteye geldi, koruması iyi bir arşivi olan bir polis memuru, "Memlekette konuşacak, güvenilir gazeteci mi var?" diye sorunca koruma benim adımı veriyor, o zamanlar Star Gazetesi'ndeyim.
Elde ettiğiniz bilgilerin dayanağı size duyulan güven galiba, konulara nüfuz edişiniz ve otobiyografiler ve elde ettiğiniz bilgilerin temelinde bu var galiba?
Gazetecinin en büyük sermayesi güvendir. Söylediklerinizi çarpıtmayacağınızı, eğip bükmeyeceğinizi biliyorsa size olan güven varsa her insanla konuşabilirsiniz. Yine basınla konuşmayan isimlerden birisiydi Engin Alan.
“TÜRKİYE’NİN GÜNDEMİ BENİM GÜNDEMİM”
"Tutanaklarla 'Kozmik Oda'nın Esrarı"na bakıyorum, "Ordu ve Devlet Sırlarına Baskını"na bakıyorum, "5,6,2 Tamam Reis"e bakıyorum polisiye ve askeri casusluk ilgi alanınıza giriyormuş gibi. Ya da gündem?
Türkiye’nin gündemi ne ise benim gündemime o giriyor. Kozmik Oda derken, olayla ilgili meslektaşlarımızın bilgi almak istediği yerler oluyor, ben de olayların kilit isimlerine ulaşmaya çalışıyorum, o dönem kağıt yuttu denilen albay geldi oturdu, olayları baştan aşağı anlattı. Dava mahkemeye intikal ettikten sonra, elinde bir klasörle birisi geldi, "Namusuna teslim ediyorum" dedi, ben de "Namusuna teslim alıyorum" dedim ve aldım. Onları okunur hale getirmek çok zordur.
Gizliliği seviyor gibi görünüyorsunuz. Şifreleri çözmek gibi bir hırsınız var?
Yok aslında çok şeffaf bir gazeteciyim. Dolaplarımın hepsi açıktır, anahtarları üzerindedir.
“HALUK KIRCI İLE ADALET BAKANLIĞINDAN İZİN ÇIKMADIĞI HALDE GÖRÜŞTÜM”
Mahrem görüp girmediğiniz veya yargının işi, gazeteciliğin sınırlarının dışına çıkarım dediğiniz konular oldu mu?
Ben o sınırların dışına çıkmam. Herkesle de konuşmam. Güven duymadığım kişiler ne anlatırsa anlatsın dinlemem, bir an önce gitmesini isterim, gizli kapaklı konuşanlardan veya çalıştığı kurumla kendisini tanıtanlardan uzak dururum. Ben biraz ürkeğim, korkağım. Olayların mutlaka taraflarıyla konuşurum. 5,6,2 Tamam Reis’te Bahçelievler Katliamı'nı anlatıyorum, kilit ismi Haluk Kırcı ile konuşmak gerekiyor, Adalet Bakanına dilekçe yazarsınız, izin istersiniz, o dönemin Adalet Bakanı, Ceza Tevkif Müdürü çok yakın arkadaşım olduğu halde bana izin vermedi, ama ben de kendisine "Mutlak görüşeceğim" dedim, velhasıl görüştüm.
“ŞEMDİNLİ OLAYINDA TUTUKLU ASKERLE TELEFONDA YARIM SAAT GÖRÜŞTÜM”
“SÖZ VERMEME RAĞMEN YAZDIM”
"Ben buradan kaçacağım ama nasıl kaçacağımı bilmeyeceksiniz?" diyen tutukluya benzedi bu durum.
Önemli olan sizin işinizi yapmanız. İstesem nasıl görüştüğümü anlatan bir kaç sayfa yazı bile çıkar ama "görüştüm" diyorum o kadar. Detay verdiğim zaman birileri sıkıntıya girer. Şemdinli olaylarında iki astsubay tutukluydu, bunlarla konuşmam gerekiyordu, ben "ya olursa" diye hep bir deneyim derim, cezaevini aradım, komutana astsubay ile görüşmek istediğimi söyledim, gazeteci olduğumu söylemedim ama ismimden tanıdı, "geçmiş olsun" demek için aradım dedim, telefona çağırdı, yarım saat konuştum, ama yazmadım çünkü geçmiş olsun dedim diye aradığımı söylemiştim. Ama içim içimi yiyor. Söz vermeme rağmen yazmaya karar verdim. Aynı komutan çıktı, Ali başçavuş çıktı, "Ben Şemdinli’ye silahla gitmeyeceğim de, kaval mı alıp gideceğim?" dedi ve gözümün önünde manşet belirdi. Yazılmamak kaydıyla sohbet ettik, avukatını aradım, "Onların adıyla yazsam sıkıntı olur, Ali bey size anlatmış, ben de sizden duymuşum gibi yazalım" dedim, ne Ali bey, ne cezaevi görevlileri ne de ben sıkıntıya girdik. Kamuoyu tek yönlü bir olayın bu yönünü öğrenmiş oldu. Zor bir işe kalkışıyorum.
“BÜLENT ORAKOĞLU İLE TELEFONDA KONUŞTUK”
Gazetecilik, adalet mekanizması içinde bir yere yerleşmiş gibi…
Dinleyeceksiniz. Bülent Orakoğlu askeri cezaevindeydi, telefona çıkan er, basket oyununda olduklarını söyledi, ne söylediyse ertesi günü yazdım, "Yakın çevresine şunları anlattı" diye ondan dinlediklerimizi yazmış olduk.
Hükümlülerin yakınlarıyla girdiğiniz yakın ilişki de haberlerinize gerçeklik boyutu kazandırıyor sanıyorum.
Kocası içeridedir, karısı, kızı gelir anlatır, içlerini döker bu insani bir olay. Bazen de devam eden bir dava, yazarsak dava sıkıntıya girer dediğimiz de oluyor, anlatılanlar karşısında bizler de gözyaşı döküyoruz, yazamadığımızda anlayışla karşılıyorlar.
“FETÖ, TSK’YI YIPRATMAYA ŞEMDİNLİ PLANI İLE BAŞLADI”
“TSK’nın FETÖ tarafından ele geçirilmiş olabileceğini asla kabul etmezdim”
Bilgi ve tecrübeyi geçmişten bugüne taşıdığınız da oluyor mu? Geçmişin sizi yarına dair uyardığınız ve sizin de okuyucuya bunu ilettiğiniz? Mesela Timur ile Yıldırım Beyazıd’ın karşılaşmalarını ve Timur’un yanındaki komutanlara "Mürted" dediğini, hainleri unutma diyerek çağrışımda bulunuyorsunuz. 15 Temmuz’u anlamış mıydınız?
Türk Silahlı Kuvvetlerinde böyle bir darbe yapılacağı aklımın ucundan geçmezdi. TSK’nın FETÖ tarafından ele geçirilmiş olabileceğini asla kabul etmezdim. Öğrenciler askeri okullara seçilerek alınıyor, Atatürkçü bir ruhla cumhuriyet değerlerine bağlı olarak yetiştiriyorlar, irticai faaliyetleri nedeniyle TSK’dan sık sık atılmalar olurken, silahlı kuvvetlerin darbe yapacağı aklıma gelmedi. Bu hale geldi çünkü devletin bir çok kuruluşu bunların kontrolünde olduğu biliniyor. Silahlı Kuvvetlerde de büyük zaaf olduğunu görüyorsunuz. Öğrenci alan yerler, rapor veren doktorlar bunların eline geçince böyle bir tablo çıktı. Dileğimiz, geçmişte bu tür yapılara izin verenlerin veya göz yumanların bu tür terör örgütlerini bitirirken yerini başka bir terör örgütünün doldurmasına izin vermemeleri. Geçmişte "hizmet hareketi" deniyordu ama olaylara gazeteci gibi baktığınızda her şey net görülüyor. Benim Okyanus Ötesindeki Vaiz isimli bir kitabım var. 2010 yılında yani Fetullah grubunun en kuvvetli olduğu dönemde yazmıştım. Her şey net Türkiye’de. Şemdinli olaylarının, ki 2005’te oldu, dümen olduğunu, iddianamenin Ankara’da hazırlandığını, savcının Fetullahçı olduğunu ben 2006’da yazdım. Açtım ilgilisine sordum. Ferhat Sarıkaya’yı arayıp sorduğumda, sizin için Fetullahçı iddiası var dedim, konuşmadı. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra itirafçıların arasında çıktı. Yıllar önce yazdıklarımızı doğruluyordu. Yargı eliyle TSK’yı yıpratma 2005 yılında Şemdinli planı ile başladı. 10 yıl sonra darbe oldu.
“FETÖ’YÜ YAZDIĞIMIZ ZAMAN HÜCUM BAŞLIYORDU”
Bunun sinyallerini çok önceden veriyorsunuz. Okyanus Ötesi Vaiz’de de FETÖ’yü 30’u aşkın belge ile ifşa ediyorsunuz. 2013’te yazdığınız bir yazı vardı. "Askerin gözü 15 Temmuz’da" diye. Balyoz komutanlarının kendi halkına kurşun sıkma vakası ifadelere yansıyor. FETÖ’nün deşifre olması neden bu kadar güç oldu?
Biz FETÖ’nün deşifresini zaten yazmıştık ama yazdığımız zaman tepemize bir hücum başlıyordu. “Vay hizmet hareketine!..” 1994 yılında Hürriyet’in manşeti: "Fetullahçılar emniyeti ele geçiriyor” Bugün Fetullah’ın mahalle imamı, il imamı diye tartıştığımız her şey o haberimde var. Ben gazeteci olarak tutup kolundan getiremem ki. Devlet bunları bilmiyor mu, tabii ki biliyor, ben de kamuda çalışan insanlardan bu bilgiyi alıyorum.
“BİR TEYZE SİYAH POŞETİN İÇİNDE KİTAP GETİRDİ”
“TEYZEYE TEŞEKKÜR ETTİM”
Siz bir gazeteci olarak ortamın nabzını iyi tutuyorsunuz. Örgüt Pazarı isimli kitabınızda da, solla ilgili bir önsöz var. “Sol bir sel gibi akıp gider. Sağ ovayı bir defa bastı mı bataklık haline getirir.” Bu darbelerin oluşunda solun örgütlenememe açısından bir suçu var mı?
Ben öyle bir şey diyemem. Doğru arkasında bu sözler yazıyor ama bu bana ait bir tespit değil. Geçmişten bazı olayları günümüze bağlamamızla ilgili bir çalışma. 1973 yılında Genelkurmay Başkanı, Bakanlar Kuruluna brifing veriyor, o belge elime geçtiğinde şok oldum çünkü üzerinde “çok gizli” ve “devlet brifingi” yazıyor. Öyle bir tabiri bir belge üzerinde ilk defa gördüm. Bana bu haberi bir teyze getirdi. Ergenekon olaylarının olduğu bir dönem bir teyze, siyah bir poşetin içinde bir kitap getirdi, 1973’te basılmış, kalın bir kitap. Ne Fetullah, ne Hizbullah, ne PKK var, ama o zamanki Doğu Kültür Ocaklarının yerini PKK almış, mesela Kadir Mısırlıoğlu devletin yine en çok uğraştığı isimlerden birisi. 1973 yılı, Öcalan’ın belgesi de orada, belgeyle yetinmiyorum, belgeye karar veren insanlara ulaşmaya karar verince oluyor. Türkiye’nin dününü bilmek gerekiyor, dünü bilmeden günümüz olayını değerlendiremiyorsunuz. O dönem sağ-sol ve komünizm bir numaralı ana konu. O dönemin Doğu Kültür Ocaklarıyla ilgili: "Bunlar ileride silahlı bir yapıyı ele geçirip, Türkiye’nin başına çok büyük sıkıntılara yol açacaktır" deniyor ve PKK geliyor. 1973 yılında Genelkurmay’ın tespiti: "Erbakan ve arkadaşları bu çalışma yöntemleriyle 2000 yılı dolmayan iktidara gelecektir." Hakikaten geldi. Tespitlerini iyi yapan, sadece işini yapan insanların öngörüleri gerçekleşiyor. 1973 ve öncesi örgütü yapılarını öğrenmek lazım. Bu konulara ben de ilgi duyuyorum, belgeyi getiren teyzeye teşekkür ettim. İsmet Paşa’nın Kürt raporu, 1935 yılında Atatürk’ün emriyle Güneydoğu'yu dolaşarak rapor hazırlıyor, o günün Türkiye’sini tanımak veya o dönemde alınması gereken tedbirlerinin zamanında uygulanmaması açısından çarpıcı örneği.
Şu an gündemimizi meşgul eden bir olayın detaylarına ulaşsam veya bir teyze bir belge getirse, dediğiniz bir durum var mı?
Bazen olaylar sizi olayın içine götürüyor. Yeni kitapla ilgili...Doğan Kitap’ın yayın yönetmeni yeni çıkacak kitabın konusunu soruyordu. Aklımda bir şey yoktu.
“ADİL ÖKSÜZ TAM BİR HAYALET İMAM”
15 Temmuz ile ilgili 'Hayalet İmam’ına neden odaklandığınızı sormak istiyorum, özellikle bir hayaletin peşinde mi koşmamız gerekiyor?
Darbe girişimi olmuş, en önemli isimlerden bir tanesi. Bu, FETÖ’nün sivil imamlarının yönettiği bir darbe girişimi. Silahlı Kuvvetlerin en yüksek kademesinde görev yapan, kara, deniz, hava komutanlarının bağlı olduğu bir isim. Çok önemli bir adam. Akıncı Üssü’nde yakalanıyor, sorgu sırasında "imam" olduğu öğrenilmesine rağmen serbest bırakılıyor, evinin aranması 5 gün sonra yapılıyor, ortadan kayboluyor, tam bir hayalet oluyor, hiç bir yerde görüntüsü yok, Akıncı Üssü’nde görüntüsü yok, hiçbir yerde parmak izi bulunmuyor, aramalara rağmen, ilgili birimlerin yazışmalarına rağmen bu adam yakalanmıyor, tam anlamıyla "hayalet imam", tam anlamıyla korunma. Sıradan bir insanın üzerinde cep telefonu bulununca bakılır, tarla bakmaya geldiğini söylüyor, İMEİ numarası alınmıyor, üzerinde 3 flash bellek çıkıyor, bunlar belki darbe planı belgeleri ama üzerinde hiç bir işlem yapılmıyor. Adliyeye götürülüyor, sivil ilahiyat fakültesi hocasının üzerinde hava kuvvetleri logolu saat var, sıradan bir adam olmadığı zaten belli, serbest kalıyor. Dosyanın içinde sadece doktor raporu var, "Bana işkence yaptılar" diye görevlilerden şikayetçi oluyor, bırakılıyor. O günden beri izine rastlayamıyorsunuz, ya Türkiye’de birileri tarafından korunuyor ya da yurt dışında ama bir bulguya rastlanmıyor tam anlamıyla hayalet imamı.
“YAKALANAN BİR İMAM “ADİL ÖTER” DİYOR”
Bulunursa ne olur, bütün parçalar yerine oturur mu?
Tabii bazı şeyler oturur. Haricen öğrendiğim bir bilgi, o imamlardan birisi; "Biz konuşmayız, bizim yakalanmamız önemli değil ama Adil bu işlere, baskıya dayanamaz, Adil öter" diyor. Kemal Batmaz önemli bir imam, Adil ile Amerika’ya gidip gelen bir kişi. İfade tutanaklarından bölümler aktardım, "Ne Fetullah Gülen’i tanıyorum" diyor, "Ne Adil Öksüz’ü tanıyorum" diyor, bunlarla bağını kabul etmiyor ama Adil ile beraber fotoğrafları var, havaalanında birlikte yürüyorlar, savcı bunlara ne diyorsun diye soruyor, tamamen tesadüf diyor, adamlar hakikaten konuşmuyor. Adil daha bir konuşur, konuşturulabilir. Batmaz ve Adil Öksüz darbeden önce Pensilvanya'ya gittikleri belgelenen, telefon kayıtlarından orada bulundukları ortaya çıkan kişiler. Bu kadar korunan, üzerinde belgeler çıkmasına rağmen serbest bırakılan ve aranmasına rağmen bir türlü bulunamayan kişi hayalet imamı değil de nedir. Darbe ile ilgili her şeyi bilen ve darbe planlarını Fetullah Gülen'e onaylattırdığı iddianamelerde ortaya çıkan bir kişinin bulunmaması bir gaflettir, bu kişinin serbest bırakılması ve bulunmaması da gaflettir. Haklarında soruşturma açılan, meslekten ihraç edilen kişiler var. Darbe girişimi ile ilgili çok şey yazıldı ama ben sadece bu kısmını ele aldım, bir olayı ele almak ve nasıl korunduğunu yazmak istedim. Batı Adliyesine o gün 99 kişi götürülüyor, 98’i tutuklanıyor, bir tek Adil Öksüz serbest bırakılıyor. Neden? Diyeceksin ki Saygı Öztürk bu adamla ilgili yazdın, ama onunla konuşamadım.
“ADİL ÖKSÜZ İLE KONUŞMADIM”
Evet şunu soracaktım, bu kitabı yazmakla nereye vardık, bildiklerimizin dışında bir şey var mı, en önemli tespit hayalet imamı olduğu ise, bizim artık bir hayaletin peşinde koşmamamız gerektiği mesajını mı almalıyız bu kitaptan?
Ben devletteki büyük ihmali ortaya koymaya çalıştım. Tabii ki Adil Öksüz ile devlet bulamadığına göre benim de konuşmam mümkün değil. Belki konuşmuş olsak bile o da suç. "Vay, sen Adil Öksüz'ün yerini biliyorsun ve bize niye bildirmedin" denir. Ama Adil Öksüz'ün sorgu tutanağına bakıyorsun. Darbeyi kabul etmiyor, "tarla bakmaya" geliyor. Olay günü bir Başbakanlık müşaviri geliyor.
Ali İhsan Sarıkoca…Ve siz daha sonra görüşüyorsunuz kendisiyle...
Evet. Ali İhsan Sarıkoca’nın görevi değil, orada bulunması çok soru işaretleri olan bir durum, nitekim ihraç edildi. Ali İhsan Sarıkoca ile konuşmam gerekirdi. Sizin oturduğunuz koltukta konuştuk. Savcısıyla da görüşmem gerekirdi. Savcı ile de görüştük, hakim ile görüştük, bir gazeteci daha ne yapar? Savcının anlattığı çok ilginç hikayeler var.
Savcı tutuklamasını istemiş, hakim içinde belge olmadığı için "tutuklayamam" diyor. O gecenin saniye saniye anlatmak gerekiyor. Biz de öyle yaptık.
“ADİL ÖKSÜZ YEŞİL’E BENZİYOR”
“ADİL ÖKSÜZ İÇİN ‘GARİBAN BİRİSİYDİ’ DEDİLER”
O kriminolojiyi nasıl takip ettiniz, daha başka hangi emarelere rastladınız?
Soruşturma yürüten savcılarla görüşüyorsunuz. Adil’i çok tanıyan yok. Ailesiyle de konuştuk, yengesiyle, abisiyle, avukatlığını yapan kişiyle konuştuk. Gariban birisiydi, otur otur, kalk kalk, ne diyorsan onu yapıyor, adliyeden vedalaştık gittik, sonra beni aradı, "Kemerimle saatim orada kaldı sen alabilir misin?” dedi. Adil’in üzerinden GPS cihazı çıkıyor ya savcının haberi yok, ya bilerek gizleniyor bilemem. Adil’in üzerinden hava kuvvetleri logosu çıkıyor, bunlara rağmen Adil göz göre göre serbest bırakıldı, biz bu ihaneti anlatmaya çalıştık. Savcının iddianamelerine bakınca "1 numara" olduğu ortaya çıkıyor. Fetullah Gülen’den onay alan, ev toplantıları yapan bu kadar önemli bir kişinin serbest bırakılmasının hesabının sorulması gerekir. Bu da tıpkı "Yeşil" gibi. Bir zamanlar "Yeşil" kod adlı Mahmut Yıldırım vardı, tetikçi olduğu bilinen birisi. Yeşil ile Öksüz'ün benzerliklerini madde madde sıraladım. Yeşil tetikçi idi, Adil Öksüz darbenin kilit ismi. Yeşil emniyetten, Adil Öksüz adliyeden alınıp götürülüyor. Yeşil’in bir daha izine rastlanmıyor, Adil Öksüz de arandığı halde bulunamıyor. Yeşil’in Ankara'da bir banka hesabında yüklü miktarda para bulundu, Adil Öksüz'e gönderilen para kaynağı konusunda ifadeler var. Yeşil’in bir ara Romanya'da olduğu söylendi, Öksüz'ün Almanya'da olduğu söylendi. Yeşil hakkında "öldürüldü cesedi gömüldü" deniliyor, çok şey bilen Öksüz’ün de aynı akıbetle öldürülmüş olabileceği belirtiliyor. Yeşil’in de Öksüz’ün de yaşayıp yaşamadıkları bilinmedikleri dava dosyalarında halen sanık olarak geçiyor ve ikisi de aranıyor. Aranıyor. Son cümlem o olmuştu. Ara ki bulasın, diyorum. Bu tür olaylarda cinayetlerin işlenmesi ve yok edilmesi olağan bir durum olarak karşımıza çıkıyor.
“ŞAMİL TAYYAR’IN 'FETÖ BORSASI' LAFINI ÇOK ÖNEMSİYORUM”
“FETULLAHÇI DEME CESARETİNİ HANEFİ AVCI’DAN ALDIK”
Adil Öksüz ile birlikte diğer örgüt üyelerinin psikolojik, sosyolojik tarafına da eğildiniz mi, yoksa sadece kriminal tarafı ile mi ilgilendiniz?
Devletimiz bu konuda çok kapsamlı araştırmalar yaptı. İki ayrı soruşturma yürüyor, bir tanesi fiili darbe girişimi, ikincisi de Fetullahçı terör örgütü "paralel devlet yapılanması" ile ilgili. İkisinin sanıkları da ayrı. FETÖ’yle ilgili 31 bin dava açıldı, 14 bini tutuklu, 16 bini de hükümlü olarak devam ediyor. Bunlarla ilgili davaların sonuçlarını görmek lazım. Bu konuyla ilgili yazılan yazıldı, söylenene söylendi. Büyük bir darbe girişimi var. 250 vatandaşımızın hayatını kaybettiği, 2000 kişinin yaralandığı önemli bir olay, devletimizin içine sızmış silahlı bir terör örgütü yapısı var. Bu yapının yargı ve devlete yönelik ayıklanma süreci devam ediyor. Şamil Tayyar’ın “FETÖ Borsası”lafını çok önemsiyorum. Şamil gazeteci kökenli bir milletvekili, ezbere konuşmaz, bilgiye dayalı konuşmuştur, şu zengin de bu zengin de serbest bırakıldı gibi açıklamalarının dikkate alınması gerekir. FETÖ olaylarını geçmişte yazarak çekinerek “F Tipi yapılanma” derdik. Bu cesareti nereden aldık? Fetullahçı diyebilme cesaretini Hanefi Avcı’dan aldık. O dönem kendisi Eskişehir Emniyet Müdürü iken "Fetullahçılar emniyeti ele geçirmeye başladı" deyince, o açıklamalar bizim için dayanak oldu.
“MİLAT NE 17 ARALIK’TIR NE MİT KRİZİ”
“DEVLET OLARAK UYANIK OLACAKSINIZ”
“SUÇ, SUÇUN İŞLENDİĞİ TARİHTEN DEVAM EDER”
Peki toplumsal ve siyasi uyanış için asıl milatı ne olarak görüyorsunuz, 17/25 Aralık’ı mı, MİT komplosunu mu?
Ben 17/25 Aralık, MİT komplosu olarak bakmam. Bu olaylar geçmişte de vardı. Devlet olarak siz uyanık olacaksınız. 17/25 Aralık olmadan, Hanefi Avcı’nın 2009 yılında yazdığı bir kitabı vardı, devletin içerisindeki insanlar bu uyarılarda bulunuyorsa daha ne yapacaksınız? Devletin içindeki bazı birimler de böyle bir yapının olmadığına ilişkin raporlar göndermişti. Ne 17 Aralık milattır, ne MİT krizi milattır. Eğer bir suç örgütü oluşmuşsa, suçun işlendiği tarihten itibaren devam eder. Hükümete yönelik oyunlarını ortaya çıkartıyorsanız veya taktiklerini fark edip engelliyorsanız milat o sayılmaz. Milat, bu kadar noktaya nasıl geldiler, devlet içerisinde bu kadar nasıl yapılandılar, ve bu yapılanmaya kimler yol açtı. Bunun arkasından siyasi desteğin olmaması imkansızdır. 4000’e yakın hakim ihraç edildi. Bunları kim atadı? Bu olayların siyasi kanadının aranması lazım. Bugünkü yorumlarda eksik olan budur.
AK Parti iktidarı çok savaşlar verdi. Hem kendi dönemi içerisinde, hem ondan da öte. 28 Şubat sürecine kadar uzanıyor belki. 28 Şubat dünden bugüne çalışmanıza baktığımızda da, "şeriat" tehlikesi ile postmodern darbe arasında gidip gelen algıyı ortada bir yerde tutmuştunuz. 28 Şubat sayfası artık tamamen kapandı mı, Türkiye yaslanacağı duvarı seçti mi?
Biz gazeteci olarak her dönem olayların içerisindeyiz. 28 Şubat’ta devletin bir takım yanlışları olmuştur. 18 maddelik 28 Şubat kararlarını manşette gördüm, pompalı silahlarla cinayetler işleniyor, kontrol altına alınsın, deniyordu, 28 Şubat 1997’de bu konu konuşulmuş, bunun için MGK’nın kararına bile gerek yok. O dönemde belli çevreler silahlanıyordu, kimlerin niçin silahlandığının ortaya çıkartılması gerekiyor. Kitapta, Erbakan’ın MGK’nın imzaladığını gösteriyor, Bakanlar Kurulu’ndaki imzalar da görünüyor.
Bütün bu belgeler ışığında 28 Şubat’ın asıl mağduru kimdi ve 28 Şubat darbe miydi?
Mağduriyetler vardı, başörtüsü konusu başta olmak üzere ama olaylarla ilgili gerçekler de vardı. Örneğin Meral Akşener İçişleri Bakanı, en kapsamlı genelge onun döneminde gönderiliyor. Şefkat Kazan Bey o dönemde genelge gönderilmedi diye açıklamalar yapılıyor ama kılık kıyafetler konusundaki talimatı da burada. Her dönemi kendi koşulları içerisinde değerlendirmek gerekiyor. 28 Şubat konusunda söylenecek çok fazla şey yok. 20 civarında komutan hakkında mahkumiyet kararı çıktı.
“28 ŞUBAT’A DARBE DENİLMESİNİ DOĞRU BULMAM”
Sizce 28 Şubat Türkiye tarihine nasıl geçti?
Ben belgeleri ortaya koyuyorum. Dönemin Yargıtay Başkanı, Anayasa Mahkemesi Başkanının görüşlerini alıyorum. Yargı niçin Genelkurmay’a gitti? O dönemdeki bazı olaylar Genelkurmayın üzerine yıkılıyor ama hükümetin aldığı bir karar. Bu karar doğrultusunda devletin ilgili kurumlarına görevler düşüyor. 28 Şubat’a darbe denilmesini ben doğru bulmam. 28 Şubat darbe olduğunu söyleyemeyiz. Çünkü 1980 darbesini en somut bir şekilde gördük, siyasi partiler kapatılmış, TBMM kapatılmış, dönemin genel başkanlarının gözaltına alındığını biliyoruz. Oysa 28 Şubat ve sonraki günlerde ne parlamento kapatılmış, ne partiler kapatılmış, herkes işlevlerine devam ediyor ve darbe dediğiniz zaman dönemin Başbakanının ertesi günü kamuoyuna bunu açıklaması gerekirdi, ya darbe yapılıyor ya da istifa ediyorum demesi gerekirdi bizler böyle bir şey duymadık. Haziran ayında, kendi aralarındaki Başbakanlık meselesi nedeniyle ayrıldılar.
“VATANDAŞIN SIKINTISIYLA AK PARTİ GENEL MERKEZİ İLGİLENİYOR”
“HÜRRİYET’TE DE İKTİDAR ORTAYA KONURDU”
Her dönemin kendine has özellikleri var dediniz, şimdiki döneme gelirsek. 2012’de bir psikiyatristle lider profillerini konuşmuştunuz. Söz konusu haberinizde Kılıçdaroğlu için topluma umut veren, gelecek vizyonu ile ilgili algı yaratamadığından söz edilmişti. 9 Aralık 2018’de de CHP’nin AK Parti’ye göre eksikliklerini yazdınız. O günden bugüne o açık neden kapanamadı sizce?
Biz gazeteci olarak o zaman görüş alıp yazmışız, şimdi aradan yıllar geçmiş, yine bunu son yazıda bir olaya dayandırarak ifade ediyoruz. Vatandaşın sıkıntısı oluyor, partileri umut olarak görüyor, partilerden cevap bile verilmiyor, aynı kişi aynı sorunu AK Parti genel merkezine verdiği zaman onların nasıl ilgilendiğine tanık oluyoruz. Yoksa hiç bir siyasi partinin ne yanındayız ne de karşısındayız. CHP yarın iktidara gelse, CHP’nin eksiklerini yine bizler anlatacağız. Biz gazeteciliği böyle biliyoruz. Hürriyet’te de hep böyleydi. İktidar olan parti, gazete tarafından ortaya konur, muhalefet partisi geldiği zaman bu sefer onların eksikleri görülürdü. Biz sadece gazetecilik yapıyoruz.
“GAZETECİLİK ÇİZGİSİ NE İSE ORADAYIM”
Yani sadece hep eksikliklere mi odaklanırsınız yoksa iyi ve kötüyü bir arada mı değerlendirirsiniz?
Biz gazeteciliğin kuralları ne ise onu yaparız. Onun dışına çıkmayız, kimse de bizim babamızın oğlu değil. Habercilik namusu ne ise odur, ne sağına ne soluna geçerim. Gazetecilik çizgisi ne ise oradayım.
Biz gazeteci olarak kanaat sahibiyiz aynı zamanda. Kanaat önderi de sayılabilirsiniz. CHP’nin bu eksikliklerini ‘tanımlayamamasının’ ve ‘tamamlayamamasının’ nedenini ne olarak görüyorsunuz?
Parti içerisindeki kendi sorunlarıdır. Ama Kemal Beyi üzmeyelim diye de yazmamazlık yapmayız.
“SÜLEYMAN SOYLU’YU BAŞARILI BULUYORUM”
“BAKANIN OLAY YERİNDE BULUNMASI SON DERECE ÖNEMLİ”
AK Parti ile ilgili yaptığınız belki de olumlu eleştirilerden biri, güvenlik güçlerimizin terörle kararlı bir biçimde mücadele yürütüyor olması. "Ara, bul, yok et” taktiğinden önemli ölçüde uzaklaşıldığı görüşündesiniz.
Şunu çok rahatlıkla söyleyeyim ki, terörle mücadele konusunda Süleyman Beyi başarılı buluyorum. Çözüm sürecinde yaşananları da büyük bir gaflet olarak değerlendiriyorum. Cizre ile Nusaybin ile yaptığım görüşmelerin hepsi ortadadır. O dönemde yaşananlar ve bugün terörle kararlı bir biçimde sürdürülen mücadelede var. Mücadelede kararlılık göstermek gerekir. Bir de şunu seviyorum, Bakan'ın Hakkari’de bir olay varsa, olay yerinde bulunması, güvenlik güçleri ile bir arada bulunması terörle mücadele açısından son derece önemli. Dağ başında bulunan insanların moral ve motivasyona ihtiyacı var. Bakan ile birlikte üst düzey bürokratların, genel komutanların ve bakan yardımcılarının orada olması güzel. Ama bakan yardımcısının da bilmem kaç bin liralık kravat ve kaşkolla oraya gitmesini de doğru bulmam.
“FIRAT HAREKATI İÇİN 150 BİN KİŞİLİK PLANLAMA GEREKİR”
“TÜRKİYE’YE KARŞI SAVAŞ TUZAKLARI VAR”
“Aman başımıza iş almayalım” başlıklı yazıyla Türkiye-Irak ve Suriye sınırındaki güvenliğin yeterince sağlanamamasına dikkat çekmiştiniz. Sayın Cumhurbaşkanımızın birkaç gün sonra Fırat’ın doğusuna operasyon yapacağız sözünü alışılagelmiş bulmadığınızı belirttiniz. Bu harekatın diğerlerinden farkı ne olur?
Cumhurbaşkanı'nın ‘Biz üç gün sonra geliyoruz’ açıklaması daha önceki açıklamalarına hiç benzemeyen açıklamalardır. Böyle bir harekatı aniden yaparsınız, çünkü bunun planlaması ayları alır, oradan gelen bilgi akışları vardır, tedbirler vardır. Üç güne geliyoruz deme amacı, Amerika ile diplomatik ilişkileri yeniden başlatmak, düğümlenmiş olan yerleri çözmek, hem ani bir harekat halinde orada Amerikan askerlerinin zarar görmemesi ve karşı karşıya gelmemek ve Amerikalılara diyorsunuz ki; Biz oraya gelmeye kararlıyız, askerlerinizi ona göre tertipleyin, bize engel olmasınlar gibi mesajlar içermektedir. Fırat’ın doğusuna harekat gerekiyor mu sorusuna gelince, sınırın ötesinde sizin devletinize zarar verecek bir yapı üstelikte silah ve mühimmatla çok büyük desteklenen bir yapıya hiç bir ülke izin vermez, Türkiye’de izin vermeyecektir. Bu harekatın zorlukları da var. Bu harekat, Afrin ve El Bap harekatından daha farklı bir yerde. Arazinin düz olması önemli. Yerleşim yerinin yani mahallenin çok olması önemli. Askerimiz düz alanda değil, köy mecralarına direniş noktaları koymaları söz konusu. Sivillerin hayatlarını kaybetmesi durumunda Türkiye’yi zor duruma düşürebilecek açıklamalar da dikkate alınmalı. Karşınızda düzenli ordu değil ama düzenli ordu şekline getirilmiş bir yapı var, PKK ve YPG’den oluşan bir yapı. Üstelik Amerika’nın verdiği destekle karşınızda ordu şeklinde tertiplenmiş durumda. Harekatlarda şöyle bir uygulama olur, saldıran tarafın, karşı taraftan 3 kat fazla askeri olur. 50 bin kişilik bir ordudan söz ediliyor. O zaman sizin 150 bin kişilik planlama yapmanız gerekiyor. Bir de ABD’de sınır bölgemizde gözlem kulesi yanında radar üssleri oluşturdu, amaç orada YPG yapılarını korumak. Amerika bir dönem Irak’ın kuzeyinde 36.paralelde nasıl uçuşa yasak bölge ilan etti, bu kez de Türkiye’nin oraya girmesini engellemek için gözlem kuleleri ile karadan bir barikat kurmak kalkan olmak. Hava harekatında aynı bölgeyi uçuşa yasak bölge ilan edip Türkiye’nin o bölgeye hava harekatlarını engelleyebilir. Dolayısıyla diplomatik görüşmeler ağırlık olarak devam edecek ve Amerika’nın onayı olmadan girişimiz sıkıntılı olur. Türkiye, Amerika istemedi diye giremez diyemeyiz, girer ama karşısında Amerika olduğu için ister istemez kayıplarımız da olabilir. Giriyoruz demekle bu işler olmaz, bunun diplomatik zorunlulukları vardır. Bölgenin hassasiyetlerine karşı Türkiye’ye karşı savaş tuzakları vardır, harp hileleri vardır, bunlara karşı da çok dikkatli olmamız gereken bir harekat olarak bakıyorum.
Bu harekatın bir artısı bir de eksisi var diyorsunuz ama bir de çelişkili tarafı da var. Pentagon Sözcüsü Albay Rob Manning kaygı verici olarak ifade etti, sonra bu ifadeyi yumuşattı, Türkiye’nin güvenliği adına DEAŞ’ın yenilgisi adına Kuzeydoğu Suriye’de aktif koordinasyon içinde olduğunu söyledi. Daha sonra akışkan bir durum var diye açıkladı.
O halt etmiş. Halt etmiş bir açıklama. Kendiliğinden yapılan sonradan özür dilediği bir açıklama. Şu bir gerçek Amerika oradaki yapılara destek vermiştir. Mühimmat ve ağır vasıtalar ile verdiği destek devletimiz tarafından da bilinmektedir.
“TÜRKİYE’NİN GERİ ADIM ATMASI BEKLENMEMELİ”
Onların bu taktik değişikliklerinde Türkiye’nin kararlığının da bir etkisi var değil mi?
Kesinlikle. Türkiye’nin kararlığı var. Çünkü Türkiye’nin güvenliği ve bekası konusu var. O konuda Türkiye’nin çok geri adım atacağının beklenmemesi lazım. Böyle bir harekat yapılırsa tabii ki şehitler de verilecektir ama ülkemizin güvenliği için en azından belli bölgelerin coğrafi olarak parçalamak çünkü sınır boyunuzda Akdeniz’e doğru uzanan bir koridor belirlemeye çalışıyor, Irak’ta nasıl Kürdistan denilen bir devletçik kurulduysa aynı uygulama ile Suriye tarafında da bir devletçik oluşturmaya çalışıyorlar. İki devlet arasındaki coğrafi bütünlüğü Türkiye kopartmak durumundadır, kopartacaktır da tabii. Aynı şekilde Türkiye’nin kararlı tutumu ABD’nin terör örgütüne verdiği desteklerin de azaltılmasında etkili olacaktır.
“FETULLAH GÜLEN’İN İADE EDİLECEĞİNİ ZENNETMİYORUM”
Beyaz Saray, FETÖ ele başısının iadesine ilişkin “Trump, iade konusunun araştırılacağını söyledi” dedi. FBI’in de 15 eyalette FETÖ ile ilgili araştırma yaptığına ilişkin haberlerinin ardından Beyaz Saray'ın açıklaması ne anlama geliyor?
Türkiye’de 17 Aralık operasyonundan sonra Fetullah Gülen'in iadesi ile ilgili yoğun çalışmalar var. Bugüne kadar da 28 klasörlük belge gönderildi. Gazete küpürleri ve iddianameler de bunların arasında. Şu ana kadar bunları vermeye yanaşmadıkları gibi Türkiye’den kaçanlara da kucak açan bir yapı var. Ben Fetullah Gülen’in Türkiye’ye verileceğini zannetmiyorum.
AK Parti-MHP ittifakını olası dışı bulmuştunuz. O ittifak ve CHP-İYİ Parti ittifakının gerekliliği noktasında ne düşünüyorsunuz?
Türkiye iki kutuplu bir hale dönüşüyor. İki siyasi parti ağırlıklı, ortada bir de HDP var. Bu ittifak gerekli miydi, kendi pencereleri açısından gerekli görüyor. İYİ Parti CHP’nin milletvekili vermesiyle TBMM’ye girmiş oldu, CHP’nin 8-10 milletvekili artışı oldu.
“KENDİNİ İYİ ANLATAN BAŞKAN OLUR”
AK Parti'nin Ankara sıralamasında yanıldınız, sırasıyla Süleyman Soylu, Mustafa Tuna, Mehmet Özhaseki demiştiniz. Açıklanan isim Sayın Özhaseki oldu, CHP’nin adayı Mansur Yavaş, bu yarış nasıl sonuçlanır sizce?
O yapılan ankete göre Mansur Yavaş, Özhaseki’den önde görülüyor. Adaylar yeni belirlendi, uzun bir süreç var. Kendilerini kim iyi anlatırsa kazanan o olur.
“HALKTAN KOPUK BİR BAŞKAN OLMAMALI”
"İstanbul işte böyle bir başkan istiyor." diye başlık atıyorsunuz ama yine ters köşeye yatırıyorsunuz. Ben direk soruyorum. İstanbul nasıl bir başkan istiyor?
Başlıktaki gibi. İstanbul’a değil, bütün kentler için halkın başkanı olması gerekiyor, halkın sorunlarıyla, projeleriyle, her şeyin para olmadığı yönünde adımlar atması gerekir, yeri geldiği zaman tramvayda, trende olması gerekir. Halktan kopuk bir başkan olmaması gerekir.
Sayın Binali Yıldırım bu anlattıklarınız için iyi bir örnek mi?
Bilemiyorum. Siyasi partiler için yorum yapmam doğru olmaz.
“AZİZ KOCAOĞLU ADAY OLURSA SÜRPRİZ OLMASIN, DERİM”
CHP’nin İzmir adayını açıklayamaması neden sizce?
Bazıları erken açıklıyor. Bazıları açıklayamıyor, bazen de acele etmemek gerekir. Bazı illerde kişilerde seçim çalışmaları başladı, otobüslerini giydirdiler, bürolarını tuttular. İttifak nedeniyle çektirildi. Planlı bir şekilde adayların ortaya konması gerekiyor. Doğru, İzmir daha henüz belirlenemedi ama İzmir’de devam eden bir çalışma var, her siyasi parti seçimi nasıl kazanırım hesabıyla ortaya çıkıyor. "Aziz Kocaoğlu İzmir’e aday olursa sürpriz olmasın" derim. Kendisi de aday olabilir veya ilçeler yönünden önereceği isimler mutlaka dikkate alınır. Aziz Beyin İzmir Modeli diye bir model var, hatta o modeli diğer illere yayma gibi bir projeleri var.
“CHP, MUHARREM İNCE İLE SEÇİMİ KAZANMAYI YÜKSEK GÖRMEDİ”
Bir de İnce faktörü var… Kılıçdaroğlu son kongrede karşısında rakip olarak gördüğü Muharrem İnce’yi Cumhurbaşkanı adayı göstererek meclisten ve parti grubundan uzaklaştırdı, şimdi İnce, İstanbul için temayül yoklaması şartıyla aday olabileceğini söylüyordu. Toplumda bir karşılığı olan İnce’nin önünü Kılıçdaroğlu bu kez neden açmıyor, olası bir İnce başarısı kendi sonunu hazırlıyor diye düşünüyor olabilir mi?
Muharrem İnce, en yüksek makama aday gösterildi. O seçimi kaybetti, milletvekili de olamadı, illa belediye başkanı olacak diye bir konu yok. Bir de kendilerine göre anketler yapıldı. Muharrem Beyin Cumhurbaşkanlığı adaylığı dönemindeki oy oranı ile şu andaki oy oranı arasında çok önemli bir değişken oran ortaya çıktı. Şu haliyle Muharrem Beyin aday olması durumda seçimi kazanması olası CHP Genel Merkezinde yüksek görülmedi. O yüzden farklı bir aday denemesine girdi. Her parti seçimi kazanmak ister, temayül ve kamuoyu yoklamalarıyla bir aday tespitinde bulunuyorlar, bu aday tespiti neticesinde Ekrem İmamoğlu çıktı, demek ki seçimi onunla kazanabileceklerine inandılar. Seçimin sonuçlarını hep beraber göreceğiz.
“MELİH GÖKÇEK ANKARA İÇİN ÖNEMLİ BİR FİGÜR”
“MELİH GÖKÇEK, BEKLEMEDE”
Melih Gökçek’in, “Siyaset sahnesinden çekilmedim” dercesine anketler yaptırdığını iddia ettiniz. Biraz açar mısınız?
Siyasetçi "siyaseti bırakıyorum" demez. Melih Gökçek de siyaseti bırakıyorum demez. Her zaman siyasetin içerisinde olan bir isim. Ama siyasette bazen yükselirsiniz yıllarca zirvede kalabilirsiniz , sonra bir dönem gelir istifa ettirilir, siyasetin bir kenarına da atılabilirsiniz ama bu sizin siyasetten koptuğunuz, artık siyasetle hiç uğraşmayacağınız anlamına gelmez. Bugün Melih Gökçek, Ankara için önemli bir siyasi figürdür. Önemli bir siyasetçidir. Ankara’ya önemli hizmetleri olan bir belediye başkanıdır. Melih Gökçek’i kimse yok sayamaz. Sözleri de her zaman parti yönetimi tarafından dikkate alınır ama bu Melih Gökçek’in aday yapılacağı anlamına gelmez. AK Parti tarafından bakınca önemli görevlerden alınan bir kişi, bir dönem sonra önemli görevlere getirilebiliyor. Melih Gökçek de beklemede olan isimlerden birisi.
“BABALAR KAVRAMI DEĞİŞTİ”
“ŞİMDİKİ BABALAR TİCARETLE UĞRAŞIYOR, ÖNCEKİLER KABADAYIYDI”
Mafya babalarıyla ilgili kitabınız çok ilgimi çekmişti. ‘Son Babalar-Yeraltı Dünyasında Değişen Yapı Değişen Kimlikler’ Alaaddin Çakıcı’dan, Sedat Peker’e onları değişime uğratan neydi, mafya babaları ne alemde, şu an hangi boşluğa kahramanlık yapıyorlar?
2002 yılında Sedat Peker ile görüşmemiz olmuştu. O sohbet çok ilgimi çekmişti. Ondan sonra iş şekillendi. Ankara’ya atadığı kişiler, çevresiyle yaptığımız konuşmalar neticesinde ilginç bir Sedat Peker profili ortaya çıkıyor. Otele gelip insanların ayakkabılarının dışarıda çıkartılması, yatağa yattığı zaman birisinin mutlaka gelip ona kitap okuması, araba kullanırken yaptıkları çok ilginçti. Daha önceki babalar kavramı ile şimdiki babalar kavramı çok farklı. Ben kitapta biraz da onu anlattım. Şimdiki babalar ticaretle uğraşırken görüyoruz. O zamanların babaları kabadayı. Çok daha farklı bir dünyanın insanlarıydı, o nedenle kitabın adına "Son babalar" adını verdim. Çok kitap yazıyorum ama bir kitap için 1 hafta en fazla 10 gün ayırırım. Gazetede asla kitapla ilgili çalışmam. Akşamları evde yazarım. Biz hep sıcak olayların içerisindeyiz, yazdıklarınız konuştuklarınız bir şekilde birikiyor. Susurluk kazası, FETÖ, 28 Şubat, Kozmik Oda diyorsun onu da yazıyoruz, gazeteci döneminin tanığı. Bir de okuyucularımızı asla aldatmayız, gerçek neyse belgeler ışığında yazarız.
SuperHaber