Yerel seçim yaklaşıyor, adaylar bir bir ortaya çıkıyor. Partiler seçim meydanlarına çıkma hazırlığı yapıyor. İllerde ve ilçelerde seçim büroları oluşturuluyor.
Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan seçimlere ilişkin çok önemli ve gerekli bir uyarıda bulundu, sokakların afiş, pankart ve parti bayraklarıyla kirletilmemesini istedi.
Seçimler bitiyor, aylarca izi kalıyor. Seçimlerde asılan materyaller kaldırılmıyor, hele de plastikten imal edilmiş ise tam bir doğa faciası yaşıyoruz.
Adaylara külfeti ise ayrı bir konu. Seçilenlerin tesellisi var. Seçilemeyenler için tam bir yıkım, darbe… Siyasi partiler için de büyük bir masraf kapısı.
Bütün bunlara ne gerek var. Daha çağdaş propaganda yol ve yöntemleri var. Üstelik teknolojinin bu kadar geliştiği bir ortamda internet üzerinden çok daha nitelikli ve geri dönüşlü bilgilendirme ve tanıtım imkânları ortaya çıkmışken, salt bayrak veya sloganla görünür olmanın faydası da tartışılır…
Siyasi partilerin ve adayların internet mecralarından seçmene ulaşması üstelik daha da ucuza gelecek.
İçinde yaşadığımız şehirlere saygı, koruma duygusu sadece yöneticilere düşen bir görev değildir. Hepimizin görevidir. Genel bir kolaycılık var, sorumluluğu kendimiz dışında herkeste bulmak gibi. Hiçbir konuda sorumluluk hissetmemek güzel bir duygu ama gerçekçi değil.
Şehirler yaşanmaz hale geldiğinde, hava kirliliğinden, görüntü bozukluğundan, çarpık şehirleşmeden, aşırı kalabalıklardan, ulaşım sorunlarından, içme suyu problemlerinden, hayat pahalılığından dolayısıyla bir şehirde yaşamanın bize büyük maliyetlerinden bahsederken bunu kendimizi soyutlayarak izah edemeyiz.
Aslında bizler bu sorunların her yerindeyiz ve bizler sorunları büyütüp, çoğaltıyoruz. Sorumlular arasında kendimizi sayalım veya saymayalım, sorumluyuz…
Güzel bir fırsattır bu, yerel seçimler var ve kampanyalar çevreci bir anlayış içinde yürütülsün. Kim ki bunun dışına çıkar, çevreye karşı duyarsız davranır, şehir estetiğini bozacak şekilde bir tarzı benimser onunla, onlarla işimiz olmamalıdır.
Yüksek binalara da karşı olmalıyız, yeşili yok eden betonlaşmaya da… Tarihi katleden anlayışa da karşı olmalıyız, havayı, suyu kirletene de…
Bu çerçevede ele alıp değerlendirmek gereken bir başka konu var.
Marketlerde poşet kullanımına ilişkin alınan tedbirler bir hayli ses getirdi. Amaçlanan neticeleri veriyor. Poşet kullanımı bir hayli azalmış. Doğayı korumak açısından iyi bir adım diye değerlendirebiliriz.
Hatta tüketici alışkanlıklarını değiştirmek açısından da etkisi olacağını düşünüyorum.
Marketlere girdiklerinde ihtiyaçları dışında pek çok ürüne de saldıranların şimdi daha bilinçli alışveriş yaptıklarını da gözlemlediğimi belirtmeliyim. Ancak iç tüketime kesinlikle etkisi olacak bu tutum ve davranışların ekonomi üzerindeki etkileri ne olur onu da görmek lazım.
Olayı tek başına poşet kullanımının azaltılması bağlamında değerlendirmek makul değil. Plastik orijinli poşet yerine geri kazanılabilir, kâğıt veya başka materyale dönmek daha makul ve mantıklı olacaktır. Ekonomik sıkıntıların yoğun yaşandığı, çok köklü firmaların bile iflas veya konkordato ile yüz yüze geldiği bir süreçte bir de iç tüketimde daralma ile karşılaşmak iyi olmayabilir.
Bir poşetle bu olur mu diye düşünmemek gerekiyor. Poşetin etkilerini iyi görmeliyiz. Plastik ve türevlerinden yapılan ambalajlara yönelik topyekün bir geri kazanım anlayışı geliştirmeliyiz.