Şenol Göka yazdı: Fantastik bir strateji olarak yalan

TRT eski Genel Müdürü Şenol Göka, SuperHaber'e "Fantastik bir strateji olarak yalan" başlıklı bir makale kaleme aldı "Hesaba çekme ve çekilme, doğrulama, iyiliğin ve hakikatin peşinden gitme yerini taraftarlığın kesin inançlılığını simgeleyen sloganlara bıraktı." diyen Göka , daha yüksek sesle bağıranın samimi addedildiğinin altını çiziyor ve ekliyor: Son zamanlarda siyasette ve sosyolojide yalanın amaca ulaşmak için bir strateji olarak benimsenmesi bundandır.

İşte Şenol Göka'nın "Fantastik bir strateji olarak yalan" başlıklı yazısı şöyle:

"FANTASTİK BİR STRATEJİ OLARAK YALAN"

Malum; siyaset ve sosyolojide, matematik ve fizikte olduğu gibi, kesin sonuçlu somut ifadeler pek yer almaz. Başlangıç noktası itibariyle durulan yer, bakış açısı, ele alınan konunun çerçevesi, onlarca belge ve bulgu ile desteklense de hep ucu açık bir silsileye dikkatleri çeker. Siyaset ve sosyolojide doğru, çoğu zaman tercihten sonra ulaşılan bir sonuçtur. Bu yüzden değerlendirmeler; içinde bulunulan ortamdan, beliren eğilimden, kopan fırtınalardan, gelişen akımlardan, mizaçlara kadar çeşitlilik gösterir. Sorular, sorunlar ve çözüm önerileri bu çeşitliliğe göre şekillenir. Bu durumda pekala, birinin ak dediğine diğeri kara diyebilir, birine iyi görünen diğerine kötü görünebilir. Siyaset ve sosyolojinin tabiatı bu. Herkesin hemfikir olabildiği bir netliğe ulaşmak hemen hemen imkansızdır. Hal böyle olunca; ikna olma ya da etme, belli bir amaç doğrultusundaki harekete katılma, ispattan ve bir anlık uyanıştan daha çok, psikolojik bir süreç olarak değerlendirilir. Öne çıkan bir gündem maddesi ile herkesin aynı derecede ve aynı şekilde ilgilenmesi beklenemez.

Bu durum ilk bakışta içinden çıkılamaz sosyal ve siyasal bir dağınıklık gibi görünse de, sonraları genel ahlakın ve duygu birliğinin kontrol ettiği dinamizmi besleyen zenginlik ve çeşitlilik olarak ağırlığını hissettirir. Yani bir şey çok farklı açılardan değişik şekillerde ele alınabilse de genel kabule hitap eden özel bir şekle de sahiptir. Bütünlüğümüzü, birliğimizi tam olarak tanımlayamadığımız bu özel şeklin hissedilme ya da fark edilme derecesine borçlu olduğumuz söylenebilir. Siyasetle, sosyolojiyle ve kamuoyu oluşturmayla detaylı ilgilenenler, bir şeyin genel kabule hitap eden bu özel yanıyla haşır neşir olurlar, yöntemler bulup stratejiler geliştirirler. Birçok mecra da söz konusu stratejilerin başarıya ulaşması için kullanılır. Bugüne kadar hep böyle oldu ve her mecra genel ahlaka ters düşmeyecek şekilde kendi ahlakını oluşturdu. Onun içindir ki, siyaset ahlakı, basın ahlakı gibi şeylerden söz edebiliyoruz.

Daha doğrusu bugüne kadar böyle bir ahlaktan söz edebiliyorduk. Yazılı, altına imza atılmış anlaşmalara bağlı olmasa da ortak vicdanın kontrol ettiği, iyilik düşüncesinin hakim olduğu bu anlaşma belirli hedeflere ulaşmak adına bozulmaya başladı. Çeşitlilik ve zenginlik olarak değerlendirilen değişik bakış açıları, savunucularını taraftarlara dönüştürdü. Bir şeyin sempatizanı, zaman zaman da savunucusu olmaktan çok, ne olursa olsun sahiplenmek anlamına gelen taraftarı olma eğilimi her alana hakim oldu. Sorgulanamaz, reddedilemez ve tartışılamaz taraftar öbekleri ya da adacıkları oluştu. Kendini sıradan aidiyet duygusuyla bir yere ait hissedenler kesin ve peşin hükümlülüğün girdabına kapıldı. Örgütlü sosyolojilerin sessiz kitleler üzerindeki ağır tahakkümü kendi içlerindeki farklılıklar başta olmak üzere bütün farklılıkları sindirdi. Birine ve bir görüşe yakınlık hissetmek, taraftarlık gereği o birinin ve o görüşün önerdiklerinin çok ötesine geçti. Hal böyle olunca, taraftarlık atmosferi içinde amaca ulaşmak için her yol mübah sayıldı. Genel ahlak ve kamu vicdanı dağıldı.

Hesaba çekme ve çekilme, doğrulama, iyiliğin ve hakikatin peşinden gitme yerini taraftarlığın kesin inançlılığını simgeleyen sloganlara bıraktı. Artık, kim taraftarı olduğu şeyin tespit edilen sloganlarını daha yüksek sesle haykırırsa, o samimi addedildi. Dolayısıyla herkes her türlü mecradan haykırmaya başladı. Sessiz kitleler adeta samimiyetsiz, maişet peşinde koşan zavallılar oldu. Algı oluşturmak veya algıyı çökertmek, medyada ve sosyal medyada bastırmak, baskın hale gelmek bütün düşünce iklimlerini püskürttü, zayıflattı ve hapsetti. Bundan böyle sizinle birlikte hareket etmeye meyilli, örgütlü sosyolojilere herhangi bir şeyi doğrulama gereği duymadan istediğinizi kabul ettirebilirsiniz. Elbette asıl olan amaca ulaşmak olduğuna göre, amacınıza ulaşmak için hiçbir sorumluluk taşımadan yalan da söyleyebilirsiniz. Zira o yalanı kutsayacak, hatta sizi bu yalanı söylemeye zorlayacak katışıksız taraftarlara sahipsiniz.

Son zamanlarda siyasette ve sosyolojide yalanın amaca ulaşmak için bir strateji olarak benimsenmesi bundandır. Bir yalan söyle, üç gün sonra bunun yalan olduğu anlaşılsa da zararı yok, o zaman ikinci bir yalana kapı aralanmış olur. Adınız “çarkçı” ya çıksa da önemi yok, bir daha söyle. Sistem size inanıp inanmamaktan daha çok, ötekine düşmanlık esası üzerine kurulmuş. Bu yüzden sorgulanacak değilsiniz, tam tersine, düşmanlığı körükleyecek her şeyi hiçbir sorumluluk hissetmeden söyleyebilirsiniz. Bütün hesapları kendilerini merkeze koyarak yapan sosyal medya şövalyeleri ne pahasına olursa olsun sizin adınıza acımasızca saldıracak, bastıracaktır. Sanırız, yakın geçmişte çok şahit olduğumuz yalanlara önümüzdeki süreçte gündemi belirlemek adına her gün bir yenisi eklenmiş şekilde şahit olacağız. Bir strateji olarak yalanı söyleyen ne yazık ki, her seferinde doğrusunu ispatlama peşinde koşandan bir adım önde olacak. Yalanı söyleme sorumsuzluğu, doğruyu gösterme sorumluluğuna kısa sürelerle de olsa galip gelecek. Bir strateji olarak benimsenen ve batıda sıkça başvurulan, fantastik kişiliklerin kolay kabullenip yaygınlaştırabileceği yalan, ülkemizde de düşmanlık üretmeye çalışan siyasi çevrelerce kabul görmeye başladı. Artık duyum ve dedikodu değil, bizzat genel merkezlerde üretilmiş siyasi bir strateji olarak ortaya atılmış aleni yalanlardır söz konusu olan. Bundan böyle yıpratılmak istenen Külliye’ ye giden muhalif bir genel başkan adayı da seçim öncesi verilen onlarca söz de kolaylıkla yalan siyasetinin konusu olabilir. Üstelik medya ve sosyal medya aracılığıyla yalanı doğru gibi yansıtabilirsiniz. Tabiri caizse “kuru” yani bir şekilde yakışan iftira atabilirsiniz.   

Yalan söyleme ve düşmanlık fantezilerini paylaşma, siyasette bir strateji olarak yaygınlaştırılıyorsa, gerçeklik ve faydalılık adına hizmet üretmeye çalışan adanmış kişiliklerin işi kolay değil. Çünkü onlar “rakiplerimizin silahı yalan, biz de yalana başvuralım” diyemezler. O zaman iyilik kaybeder. Bu durumda, zor olsa da iyiliğin kurumsallaşmış algısını oluşturmak için uğraşılmalı. Strateji olarak benimsenmiş yalanla mücadele edenlerin Allah yar ve yardımcısı olsun.

Habertürk, Show TV ve Bloomberg için dudak uçuklatan fiyat Can grubu kimdir, sahibi kim? Habertürk ve Show TV'yi satın alan Köpekler insanların cansız bedenlerini yedi, geriye kemikleri kaldı
Sonraki Haber