Serçe parmaktaki yüzükle değişen bir hayat öyküsü!
Başarılı televizyoncu Mesut Yar, verdiği bir röportajda iş ve özel hayatına ilişkin çarpıcı açıklamalarda bulundu. Yar, hayatında önemli karar almasına sebep olan ilkokul arkadaşının serçe parmağındaki yüzüğün hikayesini ise samimi bir şekilde anlattı.
Acı kayıplarla, büyük bir dramla başlayan hayatını akışa bırakmayan, “Sonrasında şans benden yana oldu” diyen Mesut Yar, Hürriyet yazarı Tülay Demir ile dünden bugüne televizyonu, sektördeki krizleri ve emeklilik hayallerini konuştu.
İşte o röportaj:
◊ Başarının tesadüf olmadığına inanıyorum. Bana göre herkesin belli kodları ve doğuştan sahip olduğu yetenekler var. O yetenekleri iyi değerlendirdiğinde de yaptığı işte başarılı oluyor. Bu açıdan kendinize en başından doğru bir yol çizdiğinizi düşünüyorum.
- Başarılısın diyorsunuz yani, çok teşekkürler (gülüyor).
◊ Kariyer yolculuğunuza bakınca aksini söylemek mümkün görünmüyor. Bu yolculuğun nasıl başladığını anlayabilmek adına, nasıl bir çocukluk yaşadığınızı anlatır mısınız?
- İnsanlar yanlış anlar, ajitasyon yaptığımı düşünür diye bunu söylemekten hep çekiniyorum aslında ama...
Ben babamı 4 yaşındayken kaybettim. O 32 yaşındaydı, ben 4... Keza annemi daha 20’li yaşlara gelmeden kaybettim.
Beni anneannem büyüttü. Onun da tek düsturu vardı, okumak. İlla okuyacaksın. Üstelik okumanın çok zor olduğu bir coğrafyada, Kurtuluş-Feriköy’deydim. O kadar kozmopolit bir yer ki. Orada iki cins insana çok değer veriyorlar: Ya çok iyi kavga edeceksin ya çok iyi okuyacaksın.
◊ Ya bileğini konuşturacaksın ya aklını...
- Evet. Ben de çok el becerisi olan bir adam değildim. Kavgayı da sevmezdim. Daha doğrusu anneannem bizi çok izole tutmaya çalışırdı. Haliyle okumayı tercih ettim.
◊ Bileğini konuşturan arkadaşlardan hiç etkilenmediniz mi?
- Yok... Kavga olaylarından falan etkilenmedim de, okul hayatıma etki eden bir arkadaşım oldu.
Serçe parmağına altın yüzük takan bir Ermeni arkadaşım vardı. “Nasıl taktın o yüzüğü” dedim. Kaportacıda çalıştığını ve haftalığıyla bir yüzük alabildiğini söyledi. Bunu duyunca “Ben de motorcu çırağı olayım, kaportacı olayım o zaman” dedim, gidip teknik lise okudum.
OKUL HARÇLIĞIMI AKROSTİŞ ŞİİRLER YAZARAK ÇIKARDIM
◊ Motor ustası olmak mıymış istediğiniz?
- Yok, değilmiş. Sonradan farkına vardım ki hayat o serçe parmağa takılan altın yüzük değilmiş. İşin kötüsü benim öyle bir matematik kafam da yokmuş. Ben aslında ortaokul ve lise yıllarımda harçlığımı akrostiş şiirler yazarak çıkarırdım.
◊ Ismarlama şiir mi yazıyordunuz?
- Tabii, bir çocuk bir kıza açılmak istiyor mesela, bana geliyordu şiir yazdırmaya. Yazmaya çok erken başladım yani. 16-17’lerimde o dönem çıkan edebiyat dergilerinde yazılarım çıkmaya başladı.
◊ Ne tür yazılardı?
- Çok hüzünlüydü aslında yazdığım her şey. Ne olursa olsun, ne kadar mutlu görünürseniz görünün, erken kayıpların ve yoksunluğun, yoksulluğun insanlarda çok yaratıcı bir süreç geliştirdiğini düşünüyorum.
Ama bu süreç hep hüzünle başlıyor. Önce ilk ezber ettiğinizi boşaltıyorsunuz, ondan sonra yeni öğrendikleriniz geliyor.
- Mizah. O hüzün o kadar kaplamış ki içimi, o boşaldığı anda yerine yeni bir şey koymam gerekti. O zaman gülmeyi keşfettim. İrlanda fıkralarını Temel fıkralarına dönüştürmeyi falan o zaman keşfettim. O zaman paramı yazarak kazanmaya başladım işte. Ve yazı süreci beni bu noktalara getirdi. Sunuma gelene kadar yazdım ben...
◊ Sunum kapısı ne zaman aralandı?
- Bir gün üniversite kantininde oturmuş türkü söylerken...
◊ Şaka yapıyorsunuz...
- Yooo... İstanbul Devlet Operası’ndan bir arkadaşım yanıma geldi.
◊ Siz türkü söylerken...
- Türkü, daha doğrusu marş. Biraz siyasiydim o zamanlar (gülüyor). Neyse... Berna abla, kulakları çınlasın, “Bizde konservatuvar mezunu olmayanlar için koro sınavı açılıyor, mutlaka girmen lazım” dedi. Bir de felsefe bölümünden bir arkadaşım vardı Erkut diye, onunla birlikte gidip sınava girdik. 500 iyi müzik elemanı arasından ikimiz seçildik ve girdik koroya.
İki yıl Devlet Operası’nda devam etti işim. Yani iki yıl boyunca sesimle para kazandım.
◊ Sonra?
- Sonrası, bitti. Çünkü o çok başka bir disiplin istiyordu. Solist olabilmeniz için konservatuvarı bitirmeniz gerekiyordu. Yapamayacağımı anladım. Zaten yavaş yavaş evliliğe doğru akıyordum.
Üniversitede yüksek lisanstaydım. Her şey üst üste gelince bir şeyden feragat etmem gerekti, onu seçtim.
◊ Bu iki yıllık maceranın sunum kısmıyla ilgisi ne?
- (Gülüyor). O süreçte aldığım diksiyon ve ses eğitimi, bu işin önünü açtı işte. Hayattaki bütün tokatlar sizi bir yerlere getiriyor aslında.
◊ Çok talihsiz bir başlangıç olsa da sonrasında şansınızın döndüğünü düşünüyor musunuz?
- Evet, ben istediğim her şeyi yapabilme şansına eriştim. Kimi zaman alın terimle aldım hakkımı, kimi zaman gerçekten şans eseri önüme geldi.
◊ TV’de farklı görevler üstlendiniz, farklı formatlarda izledik sizi...
- Yapmadığım bir şey kaldı mı televizyonda, hayır. Ana haberde yarışma sunuculuğuna, dizi oyunculuğundan talk show’a...
◊ Maymun iştahlılık mı bu?
- Hayır. Yaptığım en kısa iş üç yıl sürdü. Üç yıl günümüzde herhangi bir televizyon yapımı için inanılmaz süre. Zaten Türkiye’nin en büyük sorunu klasikleşen televizyon programları çıkaramaması. Maalesef bunun sıkıntısını yaşıyoruz biz.
◊ Şu an hem haber hem talk show olarak yola devam ediyorsunuz değil mi?
- Evet. Talk show 15 dakikalık bir şey sadece. Tek konuk alıyorum. Çok hızlı akıyor. Tam tadında oluyor, sıkmıyor. Çok sevdim bu formatı.
◊ Televizyona nasıl adım atmıştınız?
- 1991-1992 yıllarında, Güner Ümit’in programı için Temel fıkraları yazarak başladım televizyonculuğa. Devamında haber müdürlüğüne kadar vardı. Derken “Gece ihtisas talk show’u yapar mıyız?” diye düşündük. Ekonomi üzerine talk show yapacaktık. İlk güleryüzlü iş öyle başladı.
Sonra acaba bunu habere monte edebilir miyiz diye düşündük. “10’da 10” diye bir programa başladık. O model hem çok tepki çekti hem de acayip bir manyetik alan yarattı. Üç sene boyunca yürüdü gitti.
◊ Tepki gösterenler zamanla alıştı yani...
- Evet, neden sonra o tepki yavaş yavaş “Bu adam farklı bir şey yapıyor galiba”ya dönüştü. İlk Ali Kırca uyandı işe, “Sabah haberleri diye bir şey yapalım, kuşak açalım, en azından bu güleryüzlülüğü orada gösterin” dedi. El sıkıştık.
◊ Ve yola birlikte devam ettiniz.
- Öyle olmadı, işler karıştı. Tam içerik hazırlarken Star TV’den Deniz Arman arayıp dedi ki “Biz bir gece kuşağı yaptık, gel sen bunu sun...” Dört gün kadar iki kanal arasında gidip geldik, altı kere bizi alan kanal değişti! Altı kat yüksek maaş olarak son imza atıldı. Ve Star’da kaldık.
“Mesut Yar’la Gece Hattı” öyle başladı.
◊ Haber sunarken insanları eğlendirme fikri nereden çıktı?
- Aslında mizaç olarak komik de değilim, son derece ciddi bir adamım ama... Bilmem ki... Ara dönemde ana habere de mizah kattım. Yıllar geçip de “Uyan Türkiye” modelini oluşturduğumuzda artık vazgeçilmezdik.
Biz haberi kabare haline getirdik, bu da gençleri çok etkiledi.
◊ Neden devamı gelmedi?
- Çünkü Türkiye çok politize oldu. Öyle olunca yaptığımız hicivler çok yanlış anlaşılmaya başlandı. Biraz uzaklaşmakta fayda var dedim. Başladığım noktaya, talk show’a döndüm.
ARTIK DURSAM İYİ OLACAK
◊ Bundan sonra ne yapmak istiyorsunuz?
- Bir dursam iyi olacak diyorum.
◊ Duramazsınız siz...
- Haklısınız. Benim emeklilik sürecim yine bir üretim içerir. Formatlar, senaryolar falan yazıyorum. Ama beni asıl anlatan iş belgesel. Yeni nesillere bir şeyler aktarmak istiyorum. Ben 20 sene önce sunduğum haberlerin hiçbirini hatırlamıyorum mesela, geçti gitti. Ama 15 sene önce yaptığım belgeselde ne anlattığımı gayet iyi hatırlıyorum. Dolayısıyla emeklilik diye bir şey varsa, belgesele devam etmek istiyorum. Bu tür işler insanın zihnini de dinlendiriyor.
DİZİLER ÇOK UZUN
◊ Medya anlamında, geçmişle bugünü karşılaştırmanızı istesem...
- Birçok şey değişti tabii, dijitalleşmeden kaçış yok.
◊ Geleneksel televizyon tarih mi oluyor?
- Sanmam. Çünkü insanların para vermeden satın aldığı tek eğlence modeli geleneksel televizyon. Ama şu da bir gerçek, çok ciddi bir TV küskünü oluştu. Artık format üretilmiyor çünkü. Eskiden birçok format Türkiye’ye aitti. Şimdi dışarıdan bir şeyler almaya çalışıyorlar. Formatın önemini kavrayacaklar, diziler artık kurtarmıyor.
◊ Diziler çok da uzun.
- Sanıyorum rekor 280 dakika. Bir de şunu düşünün, her gün Türkiye’nin 7 büyük kanalı 10 milyon lira para harcıyor o saatlere. Ve bu 10 milyonun sadece yarısını geri alabiliyorlar. Kayıp ortada.