Şeyh Said kimdir? Şeyh Said isyanında neler oldu?

Şeyh Said İsyanı ya da diğer adıyla Genç Hadisesi, 1925 yılında Doğu Bölgesi'nde Cumhuriyet'e karşı başlatılmış geniş çaplı bir Kürt ayaklanmasıdır. Peki, isyanınn lideri olduğu bilinen Şey Said kimdir?

Şeyh Said İsyanı hakkında araştırmalar devam ediyor. Dönemin şartları hakkında bilgi toplamak isteyenler için Şeyh Said İsyanı ve isyanın lideri Şeyh Said hakkında detayları haberimizde derledik.

ŞEYH SAİD İSYANI'NDA NELER OLDU?

Şeyh Said İsyanı (Dönemin adıyla: Genç Hâdisesi, Şubat - Nisan 1925), Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde merkezi yönetime karşı girişilen geniş çaplı Kürt ve Zaza aşiretlerin destek verdiği Hilâfet taraftarı ayaklanmadır.

Şeyh Said'e bağlı kişilerin Diyarbakır'ın Eğil nahiyesine bağlı Piran köyünde (Diyarbakır ilçesi Dicle) arama yapan bir jandarma müfrezesiyle çatışmaya girmeleri (13 Şubat 1925), kısa sürede genişleyecek yaygın bir ayaklanmanın kıvılcımını oluşturdu.

Genç vilayetinin kazası Darahini'yi basarak (16 Şubat) valiyi ve öteki görevlileri esir alan Şeyh Said, halkı İslam dini adına ayaklanmaya çağıran bir bildiriyle hareketi tek bir merkez altında toplamaya çalıştı. Bu bildiride 'din uğruna savaşanların lideri' anlamına gelen mührünü kullandı ve herkesi din uğruna savaşa çağırdı. Başlangıçta isyan İslam şeriatının tesisi adına başlatılmış ise de sonradan Kürt istiklâl hareketine çevrilmiştir.

Mistan, Botan ve Mıhellemiler aşiretlerinin desteğini aldıktan sonra Genç ve Çapakçur (bugün Bingöl) üzerinden Diyarbakır'a yöneldi. Maden, Siverek ve Ergani'yi ele geçirdi. Şeyh Abdullah'ın yönettiği başka bir ayaklanma kolu da Varto üzerinden Muş'a doğru harekete geçti. Varto'yu ele geçiren isyancılar, Muş'a ilerledilerse de halktan toplanan yardımcı kuvvetlerle Murat Köprüsü civarında mağlup edilip Varto'ya geri çekilmeleri sağlandı. 21 Şubat'ta gelişmeler üzerine hükûmet doğu vilayetlerinde sıkıyönetim ilan etti. 23 Şubat'ta ayaklanmacıların üzerine gönderilen ordu birlikleri Kış Ovası'nda Şeyh Said kuvvetleri karşısında tutunamayarak Diyarbakır'a çekilmek zorunda kaldı. Ertesi gün Elâzığ'a giren Gökdereli Şeyh Şerif yönetimindeki başka bir ayaklanma kolu kenti kısa süre de olsa denetim altına aldı. Elâzığ birkaç gün boyunca isyancılar tarafından yağmalandı.

Şeyh Said Harekatı'nın başlangıç durumunu gösteren TSK'ya ait askeri harita.
Mart başında Şeyh Said'in emrindeki yaklaşık 10.000 kişilik bir kuvvet Diyarbakır'a saldırdı ve kuşatma altına aldı.[10] Kuşatanlar takviye alıyordu ve kuşatma Şeyh Said tarafından bizzat yönetiliyordu.[10] Mürsel Paşa komutasındaki garnizon günlerce süren saldırıları geri püskürtmeyi başardı. Fakat bir gece bir grup şehrin Kürt sakinlerinin yardımıyla Diyarbakır içine girebilmeyi başardı. Bunların varlıkları garnizon tarafından fark edildi.[10] 7-8 Mart arası süren ağır bir çarpışma sonrası şehre sızan grup bozguna uğratıldı ve sadece birkaçı kaçabildi. Kuşatma'nın başarısız olduğunu gören Şeyh Said, kuşatmayı kaldırdı ve adamlarını Diyarbakır'dan çekti.

Ortada önde oturan beyaz sakallı Şeyh Sait, onun sağında Şeyh Şerif, arkada kalpaklı Binbaşı Kasım (Kasım Ataç), onun solunda siyah sakallı Melikanlı Şeyh Abdullah.[11]:s. 259
Şeyh Said’in isyanından önce İstiklal Harbi’nin önde gelen paşaları, M. Kemal hükûmetinin din aleyhtarı ve totaliter (baskıcı) siyasetinden kaygılanmış, ve bu nedenle 17 Kasım 1924’te, Cumhuriyet tarihinin ilk muhalif partisi olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (TCF)’nın kuruluşunu ilan etmişlerdi. M. Kemal’in icraatlarının dinin aleyhinde olduğu yönünde genel bir görüş birliği vardı. Genel Başkanlığını Kazım Karabekir’in yaptığı TCF’nin tüzüğüne, “Madde: 6, Fırka (parti), dinî düşünce ve inançlara hürmetkardır” şeklinde bir ibare konmuştu. TCF yetkililerinden Fethi Bey; “Terakkiperverler dindardır. Halk Fırkası dini batırıyor. Biz dini kurtaracağız ve muhafaza edeceğiz”

Şeyh Said hadisesinden iki hafta önce, 1925 Ocak ayı sonlarında, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası Erzurum Milletvekili Ziyaeddin Efendi, TBMM kürsüsünde, iktidardaki CHF’nin icraatlarına ağır eleştiriler yönelterek; “Yeniliğin isret (içki içme), dans, plaj sefasından başka bir şey ifade etmediğini, fuhuşun arttığını, Müslüman kadınların edeplerini kaybetme yolunda olduklarını, sarhoşluğun himaye, hatta teşvik olunduğunu, en önemlisi dinî duyguların rencide edildiğini, yeni rejimin sadece ahlaksızlık getirdiğini, rezil bir yönetimin memleketi çamurların içine sürüklediğini” ilan ediyordu.

Şeyh Said, 13 Şubat 1925 Cuma günü, Piran camisinde verdiği vaazda halka şöyle sesleniyordu:

“Medreseler kapatıldı. Din ve Vakıflar Bakanlığı kaldırıldı ve din mektepleri Millî Eğitim’e bağlandı. Gazetelerde birtakım dinsiz yazarlar dine hakaret etmeye, Peygamberimize dil uzatmaya cüret ediyorlar. Ben bugün elimden gelse, bizzat dövüşmeye başlar ve dinin yükseltilmesine gayret ederim.”

Şeyh Said bu arada, “Emir’ül Mücahidin Muhammed Said El-Nakşibendi” imzasıyla halka yönelik çeşitli beyannameler yayınladı. Ayrıca, direnişe destek vermeleri için Alevi Zaza aşiret reisleri, Kürt bey, ağa ve aşiret reisleri ile Ergani’deki Türk bey ve ağalarına da aynı imza ile mektuplar gönderdi ve onları Kemalist yönetime karşı ortak mücadeleye davet ederek yardım istedi. Yayınlanan beyannamelerden birinde,

“Kurulduğu günden beri din-i mübini Ahmedi’nin [İslam] temellerini yıkmaya çalışan Türk Cumhuriyeti Reisi M. Kemal ve arkadaşlarının, Kur’an’ın ahkamına aykırı hareket ederek, Allah ve Peygamberi inkar ettikleri ve Halife-i İslam’ı sürdükleri için, gayri meşru olan bu idarenin yıkılmasının bütün İslamlar üzerinde farz olduğu, Cumhuriyetin başında bulunanların ve Cumhuriyete tabi olanların mal ve canlarının şeriat-ı garrayı Ahmediyye’ye [Muhammed'in şeriatına] göre helal olduğu…”hususlarına yer veriliyordu.

Şeyh Said, Varto’daki Alevi Zaza olan Hormek aşireti reisleri Halil, Veli ve Haydar Ağalara gönderdiği mektupta da söyle yazıyordu:

“Din-i mübini Ahmedi’yi, kafir olan M. Kemal’in yedi zulmünden tahlis etmek (kurtarmak) gazası niyetiyle Susar’a hareket edildi. Bu gaza ve cihadın mezhep ve tarikat tefrik edilmeden, ‘Lailahe illallah Muhammedün Resulüllah’ diyen bütün İslam muvahhidleri üzerinde farz olduğundan, büyük bir gayret ve secaat sahibi olan Müslüman aşiretinizin de şeriat-ı garrayı Ahmediyye’ye ve bu cihad-ı ekbere itba’ edeceğinize itimadım berkemaldir. Ya eyyühel-ensar, dinimizi ve namusumuzu bu mülhidlerin(imansızların) elinden kurtaralım, size istediğiniz yerleri verelim. Bu dinsiz hükûmet bizi de kendisi gibi dinsiz yapacaktır. Bunlarla cihad farzdır.”

Öte yandan, Dersim Mebusu ve Alevi Zaza olan Hasan Hayri Efendi, Şeyh Said’in Elaziz Cephesi Kumandanı olarak görevlendirdiği Şeyh Şerif ile dayanışma içerisine girdi. Elaziz’de Şeyh Şerif ile birlikte hazırladığı ortak bir mektup, 06 Mart 1925’te Dersim’deki tüm aşiret reislerine gönderildi.

Mardin Midyat'ta yerleşik Kürt Cimo aşireti, Şeyh Said isyanına karşı, güçlerini devletin yanında savaşmak için Diyarbakır’a göndermiştir.

Şeyh Said’i ihbar edip yakalatan bacanağı emekli Binbaşı Kasım Ataç, Kürt asıllı olup Muş, Varto’da meskun bulunan Cibran aşireti mensubuydu. Cibran aşireti reisi Miralay Halit Beg’in kayınbiraderi olan Kasım, aynı zamanda Türk hükûmetinin de ajanıydı.[20] Diyarbakır'da kurulan Şark İstiklal Mahkemesi Savcısı, Ahmet Süreyya Örgeevren, 1957 yılında Dünya gazetesinde dizi halinde yayınlanan anılarında, konu ile ilgili olarak: "Cibranlı aşiretinden, Vartolu emekli binbaşı Kasım Bey'in tertip,teşvik ve yardımıyla Abdurrahman Paşa Köprüsü yanında, ordu takip kuvvetleri tarafından yakalanan Şeyh Said ve avanesinden oluşan 39 kişilik kafilenin, 6 Mayıs 1925 günü Diyarbakır'a getirilerek mahkemeye teslim edildiğini belirtmektedir."

Zaza şeyhlerinin Darahini'deki şeriat uygulamaları Kızılbaş Dersimlileri ürkütür. Aynı dili konuşsalar da mesafeli ve tedbirli olmaya özen gösterirler. 1860 ile 1936 yılları arasında yaşamış olan Dersim'in ünlü halk ozanı Sey Qaji, Şeyh Said ve adamlarının şeriat istemlerini, bir bela olarak görür.

Olayın başlangıcında Mustafa Kemal (Atatürk) Paşa ciddiyeti anlayıp Heybeliada'da rahatsızlığı nedeniyle dinlenen İsmet (İnönü) Paşa'yı acilen Ankara'ya çağırdı. İsmet Paşa ve ailesini bizzat Ankara Garı'nda karşılayan Mustafa Kemal Paşa, olayları anlatmak için onu Çankaya'ya götürdü. Çankaya'da, İsmet Paşa'ya "Doğuda din elden gidiyor bahanesiyle İngiliz destekli provokatif ama ciddi bir ayaklanmanın başladığını" söyledi.[kaynak belirtilmeli] İsmet Paşa'nın Ankara'ya gelmesi dedikoduların başlamasına neden oldu.[kaynak belirtilmeli] Ali Fethi (Okyar) Bey'in görevden ayrılacağı, yeni hükûmeti İsmet İnönü'nün kuracağı ve önlemleri onun alacağı konuşulmaya başlanmıştı.[kaynak belirtilmeli] Ayrıca Ali Fethi Bey ile İsmet Paşa'nın arası açıktı. Ali Fethi Bey olayı isyan olarak tanımlamamıştı ve sıkıyönetimle durdurulacağına inanıyordu. Ancak, olayların hızla tırmanması karşısında Başbakan Ali Fethi Bey'in istifasını isteyen Mustafa Kemal Paşa, 3 Mart'ta İsmet Paşa'yı yeni bir hükûmet kurmakla görevlendirdi. Bir gün sonra TBMM hemen Takrir-i Sükun Kanunu'nu kabul ederek hükûmete olağanüstü hal yetkileri tanıdı. Ayaklanmayla ilgili yayınlara konan yasak daha sonra başka önlemleri de kapsayacak biçimde genişletildi. Ayrıca Ankara ve Diyarbakır'da İstiklal Mahkemeleri kurulması kararlaştırıldı.[kaynak belirtilmeli] Bu sırada Diyarbakır'ı kuşatma altına alan Şeyh Said kuvvetleri, hükûmet kuvvetleri tarafından püskürtülerek geri çekilmeye başladı.[kaynak belirtilmeli] Geniş çaplı bir sevkıyatın ardından toplu saldırıya geçen (26 Mart) ve bir bastırma harekatıyla ayaklananların çoğunu teslime zorlayan askeri birlikler, İran'a geçmeye hazırlanan ayaklanma önderlerini Boğlan'da (bugün Solhan) sıkıştırdı. Şeyh Şerif ve yanındaki bazı aşiret reisleri Palu'da yakalanırken, Şeyh Said de Varto yakınlarında yakın bir akrabasının ihbarıyla Carpuh Köprüsü'nde ele geçirildi (15 Nisan 1925)

Şeyh Said'in yakalanışından sonra, ilk sorgusunda ve mahkeme sürecindeki ifadelerinde tüm bu süreç boyunca "kıyam" olarak nitelendirdiği hareketi, "şeriat düzeni kurmak" için gerçekleştirdiğini söylüyor. Şeyh Said, 5 Mayıs 1925 Salı günü Diyarbakır'a getiriliyor. 21 Mayıs 1925 tarihinde kayıt altına alınan ilk ifadesinde, 'Diyarbakır'ı aldıktan sonra ne yapacak ve nereye gidecektiniz?' sorusunu şu şekilde cevaplıyor: "Diyarbakır'ı aldıktan sonra hükûmetle haberleşecek ve şeriatı isteyecek ve kabulü halinde raiyyesi olacaktık. Benim maksadım bu dine bir hizmet etmekti."[23] Şeyh Said idamından önce kendisine uzatılan kağıda yazdıkları ise, amacını en net şekilde özetleyen ifadeler olarak değerlendirilebilir. Tam olarak şunları yazmıştır kâğıda; "Benim ölümüm Allah ve Din için ise darağacında asılmama perva etmem" 

Ayaklanmayı destekleyen eski Şura-yı Devlet reislerinden Kürt Teali Cemiyeti reisi Seyit Abdülkadir ve 12 arkadaşı İstanbul'da tutuklanarak yargılanmak üzere Diyarbakır'a getirildiler. Yargılanma sonucunda Seyit Abdülkadir ve 5 arkadaşı ölüme mahkûm olarak, idam edildiler (27 Mayıs 1925).

Çoğunluğu Zazalardan oluşan ayaklanmaya Şeyh Said’in, Kürt Teali Cemiyeti üyesi olduğuna dair bugüne kadar hiçbir belge ortaya konulamamıştır. Kürdistan Teali Cemiyetinin tespit edilebilen üyelerinin listesi bilinmektedir ve bu listede Şeyh Said’in ismi yoktur.[25] Ayrıca, Şeyh Said'de, Şark İstiklal Mahkemesi'nde Kürdistan Teali Cemiyeti ile ilişkisinin olmadığını bizzat açıklamıştır. Öte yandan, ayaklanmayı organize ettiği iddia edilen Azadi Örgütü üyelerinin isimlerini içeren listede de Şeyh Said'in ismine rastlanmamıştır. Mevcut belgeler, Azadi Örgütü’nün, ayaklanmanın hiçbir safhasında, hiçbir rolünün olmadığını kanıtlamaktadır.[26] Naci Kutlay'ın Fehmi Efendi’nin anılarından alındığını kaydetdiği bilgilere göre "Şeyh Said’in isyan haberini duyan Diyarbakır'daki Azadi üyeleri şaşkına dönerler. Hiç kimsenin bundan haberi yok. Azadi üyesi Dr. Fuat, Liceli Fehmi Efendi'den Şeyh Said’i isyandan vazgeçirmesini, kabul etmediği taktirde onu öldürmesini ister. Ancak isyan durdurulamayınca, harekete ulusal bir renk vermek için Kürtler ve Kürdistan adına bildiriler bastırılıp dağıtılır."

Diyarbakır'daki Şark İstiklal Mahkemesi Şeyh Said ve 47 ayaklanma yöneticisi hakkında da ölüm cezası verdi (28 Haziran).[kaynak belirtilmeli] Cezalar, başta Şeyh Said olmak üzere, ertesi gün infaz edildi.

Bu isyanın çıkmasında Lozan Barış Konferansı sırasında, İngiltere ile üzerinde anlaşmaya varılamayan Musul sorununun etkisi olduğu gösteren çokça belge ve beyan da vardır.[kaynak belirtilmeli] Mustafa Kemal Paşa daha zaferden hemen sonra, Lozan konferansı sürerken 14 Ocak 1923’te Eskişehir’de yaptığı konuşmada, Musul-Kerkük sorununa değinirken, bu soruna bağlı olarak Kürt devleti konusunu da ele almış ve şunları söylemişti: “Musul-Kerkük kadar önemli olan ikinci konu, Kürtlük sorunudur. İngilizler orada (Kuzey Irak’ta y.n.) bir Kürt devleti kurmak istiyorlar. Bunu yaparlarsa, bu düşünce bizim sınırlarımız içindeki Kürtlere de yayılır. Bunu engellemek için sınırı güneyden geçirmek gerekir.” Lozan sırasında ve sonrasında İngiliz sözcüleri bunu çağrıştıracak yorumlarda bulunmuşlardır. İngiltere’nin İstanbul Büyükelçilik görevlisi Kidston, 28 Kasım 1919’da Londra’ya gönderdiği raporda, “Kürtlere ne kadar güvenmesek de, onları kullanmamız çıkarlarımız gereğidir” diyordu.[29] İngiltere Başbakanı Lloyd George ise, 19 Mayıs 1920’de San Remo’da yapılan Konferans’ta “Kürtlerin arkalarında büyük bir devlet olmadıkça varlıklarını sürdüremezler” diyor, bölgeye yönelik İngiliz politikası için şunları söylüyordu: “Türk yönetimine alışmış olan Kürtlerin tümüne yeni bir koruyucu kabul ettirilmesi güç olacaktır. İngiliz çıkarlarını, dağlık kesimlerinde Kürtlerin yaşadığı Musul ve içinde bulunduğu Güney Kürdistan ilgilendirmektedir. Musul bölgesinin, öteki bölümlerinden ayrılarak yeni bağımsız bir Kürdistan Devleti’ne bağlanabileceği düşünülmektedir. Ancak bu konuyu anlaşma yoluyla çözmek çok güç olacaktır.”

Lozan konferansında Musul konusunun İngiltere ve Türkiye arasında ikili görüşmeler ile halledilmesi, bu gerçekleşmezse de konunun Milletler Cemiyetine götürülmesine karar verilmişti. 19 Mayıs 1924'te İstanbul'da yapılan görüşmelerde sonuç alınamamış ve İngiltere meseleyi 6 Ağustos 1924'te Milletler Cemiyetine götürmüştür. Şeyh Sait ayaklanması, İngiliz işgal güçlerinin Kuzey Irak’ta sıkıyönetim ilan ettiği, subay izinlerini kaldırdığı, birliklerini Musul’a taşıdıkları günlerde ortaya çıktı. O günlerde, Sömürgeler Bakanı Musul’a dek giderek denetlemelerde bulunuyor ve güçlü bir İngiliz donanması Basra’ya hareket ediyordu. İsyanın bastırılmasından bir ay sonra da 5 haziran 1926 da imzalanan Ankara Antlaşması ile Musul İngilizlerin manda yönetimimi altındaki Irak'a bırakılmıştır.

Şeyh Said Ayaklanması'nın bastırılması Cumhuriyet yönetiminin Doğu Anadolu Bölgesi ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde denetimi sağlamasında önemli bir dönüm noktası oldu. Öte yandan ayaklanmayla ortaya çıkan gelişmeler, bir süre önce çok partili yaşama geçiş yönünde atılan adımların kesintiye uğramasına yol açtı. Ayaklanmaya karıştığı gerekçesiyle hakkında soruşturma açılan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, çok geçmeden hükûmet kararnamesiyle kapatıldı.

ŞEYH SAİD KİMDİR? GERÇEK ADI NEDİR?

Palu’da doğdu. Doğu Anadolu’da yaşayan aşiretlerden Zaza kökenli olup Nakşibendî tarikatının Hâlidiyye koluna mensup Palulu Şeyh Ali Sebtî’nin torunudur. Ali Sebtî’nin Hâlid el-Bağdâdî’nin yahut onun kardeşi ve halifesi Mahmud Sâhib’in halifesi olduğu, oğlu Mahmud’un da kendi halifeleri arasında yer aldığı kaydedilir (Memiş, s. 198-199). Şeyh Said’in babası uzun yıllar Hınıs’ta ikamet eden Şeyh Mahmud Fevzi, annesi Gule Hanım’dır. I. Dünya Savaşı yıllarında Piran bölgesine göç eden Şeyh Said savaştan sonra tekrar Hınıs’a yerleşti. Palu ve Hınıs’ta bazı medreseler kurdu; bu medreselerin müderrisi ve Nakşibendî tarikatının Palevî kolunun şeyhi olarak ün kazandı. Böylece hem müderrislik hem de meşâyih sınıfına mensubiyetiyle öne çıktı. Aynı zamanda çevredeki aşiretlerin de reisi, dinî ve içtimaî konularda, aşiretler arası çatışmalarda bölge halkının ilk başvurduğu kişi idi. Evlilik yoluyla Hamidiye Alayları kumandanlarından Cibranlı Hâlid ile de akrabalığı vardı. Seyyid olduğu yolundaki iddialara rağmen bunu kanıtlayacak bir delil yoktur. Nitekim ailesinde seyyid lakabı ile anılan kimse bulunmadığı gibi kendisi de bu lakabı kullanmamıştır. Bölgenin geleneksel yapısı içinde sözü geçen, fetvalarına başvurulan, tarikat geleneği içinde saygı duyulan etkin bir kişiliğe sahipti. 1925’te çıkan isyanla adını duyuran Şeyh Said’in günümüze ulaşan herhangi bir eseri yoktur.

kaynak:wikipedi

Sendika ve Boeing anlaştı! 7 haftalık grev sona erdi Mutualist simbiyoz, ikonoklast ve gamechanger… Ha bir de amalgam var Devlet Bahçeli: Her şeyden önce Türkiye demekten asla vazgeçmiyoruz!
Sonraki Haber