İki ismi bir araya getirmeyeceğim. Aynı başlıkta zikrettim ancak sebebi belli, Almanya seçimden yeni çıktı ve Merkel umduğu gibi olmasa da ipi göğüsledi. Almanya’da bir kez daha hükümeti kurma yetkisini aldı. Barzani ise, bölgeyi ve dünyayı germe istidadı gösteren bir referandum kararını ısrarlı bir şekilde uygulamaya koydu. Üstüne bir de “sonucunda ölüm bile olsa dönmeyeceğim” gibi bir cümle kurarak kendisine vazgeçmesi çağrısında bulunan, tepki koyan ülkelere posta koydu…
Bakalım ne olacak… Seçim öncesi Almanya ile ipler gerilmişti. Türkiye’nin de Almanya seçimlerinin neticelerinden daha farklı bir beklentisi yoktu. Yine Merkel ile devam edileceğini tahmin edebiliyordu. Bununla birlikte iyice saldırgan bir tutum benimseyen ve Türkiye karşıtlığını gizleme ihtiyacı hissetmeyen, zaman zaman bunu aslında Türkiye’ye değil de Tayyip Erdoğan ve partisine karşıymış gibi takdim etmeye uğraşan Alman Hükümeti’nin, şimdi yeni dönem için daha aklı başında bir tutum ve davranış içinde olması temel arzumuzdur.
Bununla birlikte, yükselen ırkçılığın açık bir göstergesi olarak üçüncü parti olmayı başaran AfD (Almanya için Alternatif) Partisi ile birlikte çok sayıda partinin girdiği parlamentodan Türkiye ile iyi ilişkileri gözetecek bir koalisyon formülü çıkabileceği ihtimali de gözükmüyor.
Bütün bunlara rağmen, Almanya ve Türkiye ilişkileri bölgenin geleceği bakımından önem taşımaktadır. Tarih boyunca birbiriyle zaman zaman kader ortaklığı yapmış iki ülkenin ilişkilerinin sağlıklı bir zemirde yürümesi herkese yarar sağlayacaktır.
Diğer yandan Irak’ın toprak bütünlüğünün bozulmasını beraberinde getirecek ve uydu bir kürt devleti oluşmasının önünü açacak bir referandum, dünyanın pek çok ülkesinin ve bınırdaşlarının tüm itirazlarına rağmen Kerkük’ü de kapsayacak şekilde başlatılmış durumda.
Bu günlere nasıl geldik, kimler Barzani’ye bu cesareti verdi, bu tartışmalara girmeyeceğim, çünkü herkes biliyor ve her mecrada zaten tartışılıyor, şimdi konulan tepkiler ise artık hamamın namusunu korumak kabilinden değerlendiriliyor, ancak geleceğe de dikkat etmemiz gerekiyor.
Bu girişim Türkiye’nin bütünlüğünü PKK’dan daha fazla tehdit eder. Bunun akıllara kazınması, yazılması ve kabullenilmesi lazım. Bir Cumhurbaşkanı başdanışmanı beyanat vermiş, “Komşusu açken tok yatan bizden değildir, prensibi gereği Cumhurbaşkanımız Kuzey Irak’a gıda ambargosunu kabul etmez” diye… Bu kişi uzun yıllardır Barzani ile çıkar ilişkisi olan birisidir. Türkiye bir devlettir, bekasını tehdit eden bir girişimi önlemek için ne yapması lazım gelirse yapmak zorundadır, bu söylemler oldu bitti ile yanıbaşımızda bizi de tehdit edecek bir yapı kurmaya girişmiş olan Barzani’ye cesaret verir. Bunlar devlet sorumluluğu içinde yapılacak açıklamalar değildir. Kriz vaziyeti vardır ve bu durumda konuşması gereken yegane yapı diplomatik bilgi ve sorumluluk sahibi görevlilerdir.
Komşumuzun aç kalmasını istemeyiz, ancak onları açlık ve yokluğa mahkum eden Türkiye değil, başlarındaki ihtirası büyük, akılsız ve değişik çıkarların maşası olmuş idarecileridir. Meseleyi Türkiye Cumhurbaşkanı’na bağlayarak ve adeta hiçbir şey olmamış gibi davranarak hareketin Türkiye’ye nasıl bir yararı olabilir?
Evet, daha aklı başında ve gelişmeleri sağlıklı bir şekilde takip ederek tepki vermeliyiz, ancak; Türkiye’yi eli kolu bağlı, çaresiz, olana biteni sadece seyreden ve gelişmelere yön veremeyen bir ülke durumuna düşürmemeliyiz.
Ayrıca, tepkilerin referandum Kerkük’ü kapsamasa Türkiye için sorun teşkil etmeyecek gibi bir anlayış içinde sürdürülmesi de yine bir başka garabettir.
Bir ilave olarak da, sadece PKK’nın sivil uzantılarının değil, AK Parti’nin kimi doğu ve güneydoğu milletvekillerinin açıkça veya örtülü bir şekilde referanduma destek olması hali de dikkatle takip edilmelidir.