İslamofobik yaklaşımların gün yüzüne çıktığı, somutlaştığı en birinci basmakalıp kuşkusuz ki, “islam ve terör, şiddet” sarmalına yapılan göndermelerdir. Her ne kadar bu basmakalıplara mütemadiyen kuvvetle itiraz etsek de, islam dünyası dediğimiz büyük ve geniş coğrafya içerisinde meydana gelen pek çok şiddet ve terör olayı maalesef itirazları büyük ölçüde dayanaksız kılmakta, en haklı olduğumuz hususlarda bile anlaşılmamızın önüne geçmektedir.
Önceki gün İran’ın Ahvaz şehrinde bir askeri tören esnasında silahlı militanlarca yapılan saldırılarda asker ve sivil onlarca insan öldü ve yaralandı.
İran olan bitenden Suudi Arabistan’ı sorumlu tuttu. Bilmiyoruz, doğru mu değil mi, ancak bildiğimiz bir husus var ki, İran yıllarca diğer islam ülkelerine yönelik olarak her türlü şiddet unsurunu, terörist yapılanmayı beslemiştir, desteklemiştir.
Terörizm iki yüzü keskin kılıç gibidir. Besleyen, büyüten, destekleyen için de gün gelir tehdite dönüşür. Nitekim Suriye örneği açıktır. Esed ailesi, yıllar boyu dünyanın tüm terör örgütlerine kucak açmış; ülkelerinin sınırları içinde hepsinin eğitim almalarına, diğer ülkelere yönelik saldırılarda bulunmalarına aracılık etmiştir. Özellikle Türkiye’ye karşı PKK terör örgütünü tüm unsurlarıyla ülkelerinde barındırmış; her türlü desteği vermiştir.
Şimdi ise hali perişandır. Ülkenin her yanı değişik terörist yapılanmalarca parsellenmiştir.
Türkiye tarafından özgürleştirilen alanlar bir tarafa bırakılırsa, halkın huzur ve rahat içinde olduğu tek bir metrekare alan bile yoktur.
Yani rüzgar ekilmiş, fırtına biçilmiştir. Suriye’nin geleceğine dair yapılan onlarca görüşmelere rağmen barışa bir türlü ulaşılamamaktadır.
En son İdlib konusunda Türkiye olağanüstü bir efor sarfetmiş, sorunu kanaatimce bir müddet için ötelemiştir. Çözüme ulaştığımızı söyleyebilmek için çok erkendir. Çünkü, Türkiye çözüm taraftarı iken, görüşmelere katılan diğer islam ülkesi İran ise ateşe körükle gitmekte olduğunu canlı yayında bile göstermekten çekinmemiştir.
Kadın, çocuk, yaşlı, sivil, İnsanların hayatlarını hiç önemsemediklerini açıkça itiraf etmişlerdir.
Ne yazık ki, İslam dünyasını büyük bir aymazlık girdabına sürükleyen, buradan çıkmasına izin vermeyen yaklaşımları yine islam ülkeleri yaratmakta ve büyütmektedir.
Onlarca insanı, “islam adına” öldürmekten çekinmeyenler de, binlerce insanın kış kıyamet gelirken yerlerinden yurtlarından olmasında bir sakınca görmeyenler de yine İslam ülkeleridir.
Dikkat edilirse, İdlib kosunuda gerek Avrupa ülkeleri, gerek ABD Türkiye ile birlikte hareket etmiştir. Barış ve çözüm önerilerine karşı çıkan ise İran ve Suriye’nin mevcut rejimi olmuştur.
Allah’tan Recep Tayyip Erdoğan ve Vladimir Putin arasında yararlı ve anlamlı görüşmeler netice verdi de yüz binleri aşacak kıyım ve mağduriyetin önüne geçildi.
İslamofobi var, var olmasına da, bunun ateşini kim büyütüyor; kim can ve nefes veriyor, üzerinde hiç düşünüyor muyuz?
Kendi coğrafyamızı yangın yerine çeviren, insanlarımızı ölüme, sürgüne, yokluğa, hastalıklara, perişanlıklara mahkum eden kim? Hiç sorguluyor muyuz?
İğneyi kendimize batırmadan sürekli çuvaldızı başkalarına batırmanın sonu nereye gidecek?
Bakın, İran’da bir terörist saldırı oluyor, suçlanan bir diğer islam ülkesi: Suudi Arabistan. Suudi Arabistan’da bir saldırı olduğunda ise parmaklar hemen diğer islam ülkesini gösteriyor: İran…
Böyle mi olmalıyız.
İslam dünyasının barışa, kardeşliğe, birbirini anlamaya ve sevmeye ihtiyacı var.