Sinan Albayrak: Acının kalbine bakabilmeliyiz...

En son TRT 1’de yayınlanan Yalaza dizisinde dört kız babası naif bir adamı canlandıran başarılı oyuncu Sinan Albayrak geçenlerde Instagram hesabından Idlib ve Arakan’da çekilmiş fotoğraflarını paylaştı. Sessiz sedasız gönüllü olarak insani yardım çalışmalarına katılan Albayrak savaş bölgelerinde gördüklerini Akşam Gazetesi'nden Gülcan Tezcan'a anlattı.

İşte o röportaj...

- Sizi İdlib’e ve Arakan’a götüren ne oldu?

Daha önce de böyle girişimlerim oldu. Dört sene oyunculuk soluksuz bir şekilde araya girdi. O Hayat Benim ve bu sene de Yalaza’yı yaptık. Bu süreçte manevi olarak sürekli eksildiğimi hissettim. ‘Bir yere gidiyorsun ama tek başına n’apabilirsin, kime ne yardımın olabilir ki’ diye soruyorlar hep. En büyük yardım kendine yaptığın yarwdımdır bu anlamda. Kendi adıma birtakım şeylere duyarsızlaştığımı, ilgimin ya da duygumun azaldığını hissedince İHH’dan bir dilekte bulundum, ‘Yaptığınız çalışmalarda bana da bir görev verin’ diye. Sağolsunlar kabul ettiler.

- Neler yaşadınız?

İlk önce Suriye’ye İdlib’e gittik. Cilvegözü itibariyle Suriye’ye girdiğiniz zaman Türk devletinin yaptığı yardımları, STK’ların çalışmalarını, bilhassa İHH’nın yoğun olarak orada bulunduğunu görüyorsunuz. Yedi yıldır o savaşın içerisinde, çadırlarda yaşıyor insanlar. Çocuklar çadırlarda doğmuş, büyümüş. Sağında solunda patlayan bombalar, yanlarından geçen mermiler yaşam şekli olmuş onların. Rüzgâr esmesi, gök gürlemesi gibi kurşun ve bomba sesleri duyuyorlar ve kanıksamışlar artık. Korkunç olan bu durum mudur? Yoksa Arakan kamplarına gittiğimiz zaman oradaki çocukların hâli mi? Onlar katliam ve vahşetten daha yeni çıkmışlar. Aklınıza gelebilecek en vahşi görüntülere şahit olmuşlar. Babasının ya da çevresindeki herhangi bir insanın vahşice öldürüldüğünü, canlı canlı yakıldığını görmüşler. Bu çocukların yüzlerinde hâlâ o şokun etkisi var. Suriyeli çocukların olduğu kamplarda ise yaşadıkları kayıplara rağmen oynayabilen, gülebilen ve ‘Sana n’oluyor ki, hayatında neyi dert ediyorsun? Bak biz burada nelere rağmen hayatı tutabiliyoruz elimizde’ diyen örneklerle karşılaştım. Mynmar’dan gelen Arakanlı Müslümanları gördüğünüzde ise dehşete kapılıyorsunuz o iki ifadenin arasında. Kendi adıma döndükten sonra sersemliyorum.

- Arakan’da son durum nasıl?

Arakan’da hâlâ Emine Erdoğan hanımefendinin gelişinden bahsediliyor. Çok büyük bir moral ve güç vermiş oradaki insanlara. Şu anda Mynmar’dan gelişler kesilmiş durumda. Mynmar’dan kaçtılar ama bu kez de bulundukları bölgede hapsolmuşlar. Birkaç kilometre ötede okyanus var. Balık tutabilecekleri imkânlar sunulabilir ama oraya ulaşmaları bile engelleniyor. Bangladeş Arakanlılar’a Bangladeş dilini öğrenip de entegre olmasınlar diye eğitim hakkı bile tanımıyor. Yarın bir gün devletlerin varacağı anlaşmalar gereğince iadeler sözkonusu. Fakat geri döndüğü zaman da Mynmar, ‘Benim belirlediğim kamplarda yaşayacaklar.’ diyor. İki tarafta da kıstırılmış durumdalar. ‘Umudunuz var mı?’ diye sorduğunuz zaman ‘Bizim tek umudumuz ölmek’ diyorlar. O insana ne verebilirsin de o düşünceden kurtarabilirsin? Özgürlük, iş ama hiçbirini veremiyorsun. Cumhurbaşkanımız açıklama yaptı; ‘Parası neyse verelim, biz yetiştirelim, doyuralım’ diye. Ama kabul etmediler. Şu anda Türkiye ve Malezya gibi ülkelerin STK’ları destekte bulunuyor. İHH’nın çabalarıyla bungalov ev sistemine geçilebildi. Çadırdan çıkarıldılar en azından. Evlerde tuvalet, su yok. Açılan kuyulardan temin ettikleri sularla ihtiyaçlarını karşılıyorlar. Bir milyon kişi bu şartlarda yaşamak zorunda. Bölgede çalışan STK’larla da Bangladeş’te bir araya geldik. İHH, Kızılay, AFAD, TİKA gibi kurumlardaki gönüllüler can-ı gönülden çalışıyorlar.

- Suriye’den, Arakan’dan bize ne sorusunun cevabı nedir size göre?

Hiç unutamıyorum Suriye sınırındaki kamplarda yaşlıca bir kadın geldi, dimdik ve güçlü bir ifadeyle durdu önümüzde. ‘Özür dileriz. Size yük olduğumuzu biliyoruz. Elinizdeki ekmeğin yarısını aldığımızı biliyoruz. Ama n’olursunuz bizi bağışlayın. Mecbur kaldığımız için geldik.’ dedi. Hem dimdik duruyor bunları söylerken hem de gözyaşları durmuyor. Bu yüzden onları yargılama hakkımız yok. Burada olacaklarına savaşsalardı diye bilinçsizce yorumlar yapanlar var. Onların ne yaşadığını, oradaki şartları bilmiyoruz. Allah bizi bu durumlara düşürmesin. İnşallah kendi vicdanımızla bu hakikati görmek için uğraşırız.

ARAKANLILARA ‘UMUDUNUZ VAR MI?’ DİYE SORDUĞUNUZDA ‘BİZİM TEK UMUDUMUZ ÖLMEK’ DİYORLAR. O İNSANA NE VEREBİLİRSİN DE O DÜŞÜNCEDEN KURTARABİLİRSİN?

Uzaktan acının şiddeti anlaşılmıyor...

“O insanların yaşadıklarını birebir ağzından dinleyince olup bitenin vahametini anlıyorsunuz. Suriye’de yaralananların hiçbir şekilde tedavi edilme ve ilaç bulma şansı yok. Sadece Türkiye Devleti’nin verdiği ücretsiz ilaçlar ulaşıyor bir kısmına. Burada kamp var 700 metre ileride çatışma oluyor. Savaş alanında gezinen annesiz, babasız çocuklar görüyorsunuz. Orada çalışan gönüllülere şaşkınlıkla baktım hep. Nasıl yaşayabilir bir insan sürekli bunları görerek? Buna rağmen gördüğüm bütün STK çalışanları özellikle Türkler sanki daha oradaki ilk günleriymiş gibi heyecanla hareket ediyorlar. Hayran kalmamak mümkün değil.”

VİCDAN KONVOYU YAPILDI YA. TIPKI ONUN GİBİ İNSANLARIN DUYARLILIKLARINI PEKİŞTİRMEK İÇİN BU BÖLGELERE ZİYARETLER BAŞLATALIM. İNSANLAR O BÖLGELERDE NE OLDUĞUNU YERİNDE GÖRSÜNLER.

ARTIK ORTAK BİR VİCDANDA BULUŞMA VAKTİ

- Bu ziyaretler sonrası aklınızdan çıkmayan anlar var mı?

Bir çocuğa aşık oldum orada. Kimsenin dönüp bakmadığı, bir kenarda kimseye sokulmayan sessiz sakin bir çocuk. O kadar şahane bir varlık ki. Yanına gidip konuşmaya çalışınca anladım ki sağır ve dilsiz, koku duyusunu da kaybetmiş. Şimdi ha bire aklıma geliyor. Evlat edinilebiliyor mu diye sorgulamaya başladım. Abisi, hamisi olabiliyor muyum diye. Mümkün değil çünkü Suriyeliler anası babası olmasa da en uzak akrabası bile sahip çıkıyor. Evlatlık olarak verilmesini ya da başka yerde büyütülmesini istemiyorlar. Ama İHH’nın yetimlerle ilgili bir projesi var. Aylık bir ücret vererek duygusal bağ kurmaksızın bir yetime destek olabiliyorsunuz. O çocuktan artık siz mesul olup, onun hayatındaki gelişmelerden haberdar oluyorsunuz. Bu muhteşem bir şey. En azından bunu yapayım, dedim.

- Bir ayağınız orada olacak bu durumda…

Belki yine Arakan’a gitme durumumuz var. Oraya ara ara yardımlar ulaştırılıyor. STK’ların varlığı orada çok önem taşıyor ve bizim birebir yapacağımız her yardım çok önem taşıyor. Bazen yargılıyoruz insanları sosyal medyayı şov amaçlı kullanıyorlar diye. Ben oyuncuyum, az çok izlenen biriyim. Benim vasıtamla eğer insanlar orada olup biteni görüyorlarsa bırakın ben şov yapayım. Bırakın Tamer Karadağlı Ray Ban gözlüğüyle Hatay’da, karakolda şov yapsın. Her gidenin, özellikle sanat camiasının katkısı çok büyük. Sonuçta Türk dizileri dünyanın her yerinde izleniyor. Türkiye’deki her oyuncu Suriye’de biliniyor.

- Sınır bölgesinde giden sanatçılar bir avuç. Bir çekinceleri mi var?

Eğer oralara gidiyorsan İslamcısındır. Bu bir din, ırk olayı değil. Bu insani bir durum. Vicdani bir mesele. Ben oraya gidersem bilmem kimin nesi gibi görünürüm diye düşünmemek lâzım. Artık ortak bir vicdanda buluşmanın vakti geldi.

- Bu buluşma çok önemli. Ama samimi olmak gerek sanırım.

Geçenlerde bir uçak kazası oldu. Gencecik kızlar ve kadınlar hayatını kaybetti. Hamile olanlar vardı aralarında. İnsan sonuçta. Bekarlığa veda partisine gittikleri için birtakım olumsuz ve çirkin yorumlar yapıldı sosyal medyada. Geride kaybettikleri kızları, eşleri, yakınları için delicesine acı çeken insanlar var. Müslüman bir toplumuz ve Müslümanım diyen bazı insanlardan böyle cümleler gelince vicdan adına ben ne desem boş geliyor. Ama onu diyen insanlar benim dediklerime katılıyorlardır, Suriye’ye yardım etmeliyiz diye. İnsanlık konusunda niye ayrım yapıyoruz? Bir fikre bir ideaya insani değerlerinle sarılmak zorundasın. Biz siyasi duygularla sarılıyoruz. Birbirimize karşı göstermelik insanlık yarışması yapıyoruz. Ama samimiyet ufak ayrıntılarda gösteriyor kendini.

ÖLÜMDEN DÖNDÜ HAYATA BAĞLIYOR

Faiz bey profesör, öğretim görevlisi. Savaş başlayınca savaşmak zorunda kalıyor ve bir çatışmada arkadaşlarını kurtarmak için araba ile çatışmanın ortasına dalıyor. Arabası patlatılıyor, yaralanıyor ama öldü diye atılıyor bir kenara. Arkadaşı Faiz Bey’i buluyor, öldüğünü düşünüyor ama 16 saat sırtında taşıyor. Sonra yaşadığı anlaşılıyor Türkiye’de tedaviler görüyor. Bacağındaki protezler iki ay önce çıkarıldı. Faiz bey yaşadığı acılardan sonra Reyhanlı’da bir fizik tedavi merkezi kuruyor ve bir hemşire okulu açıyor yapılan yardımlarla. Merkezde bacağı, gözü olmayan, kolları olmayan insanlar var. O okulda yetişen Suriyeli çocuklar eğitimlerini tamamlayıp yardım için savaş bölgesine geri dönüyorlar ve çoğu ölüyor.

REYHANLI FAYSAL’IN DÜĞÜNÜNE HAZIRLANIYOR

Faysal, Reyhanlı’da yaşıyor. Fizik tedavi merkezinde acılarla yoğrulmuşken kahkaha sesleri ile biri girdi içeriye. Öyle tanıdık Faysal’ı. O kadar neşeli, güler yüzlü bir çocuk ki. Ağır yaralı olarak Türkiye’ye getirilmiş. İki gözünü kaybetmiş. Kolu ve bacağı ciddi hasarlı. Suriyeli bir kıza fotoğrafını göstermişler, “Cennete girmeme vesile olur inşaallah” diyerek kabul etmiş evlenmeyi. Bütün Reyhanlı ve Faysal hayranları düğünü için seferber oldu. Kızımız da Türkiye’ye ulaştığında düğün yapılacak. Daha hiç bir araya gelmediler. Onların ilk buluştuğu ânı bir film gibi de belgeleyelim istiyoruz.

Sendika ve Boeing anlaştı! 7 haftalık grev sona erdi Mutualist simbiyoz, ikonoklast ve gamechanger… Ha bir de amalgam var Devlet Bahçeli: Teröristbaşı çıksın örgütü feshettiğini söylesin!
Sonraki Haber