İstanbul tarihte 24 defa kuşatma gördü. Sadece 6 defa ele geçirilebildi. Grek komutanları ve Roma imparatorları, Fars hükümdarları, Arap halifeleri, Venedik başkanları, Fransız kontları, Bulgar kralları, Avar liderleri, Slav despotları ve Osmanlı sultanları sırayla şehrin önlerine kadar gelip gittiler, şehri kuşattılar; ya geri püskürtüldüler ya da İstanbul’u ele geçirdiler. Ancak ele geçirenler birkaç komutandan ibaretti. Alcibiades, Konstantin, Dandolo, Paleologos ve Fatih Sultan Mehmet şehrin limanları ve kapılarına kadar ulaşmayı başaran isimler oldu.
Fatih Sultan Mehmet tarafından 1453’te fethedilmesiyle İstanbul Türk’ün payitahtı oldu. İstanbul’u almak isteyen onca Müslüman devlet ve komutan olmasına rağmen Fatih, kutlu fethin kutlu ismi sadece o olabildi. Dolayısıyla Hazreti Peygamberin müjdesine muhatap olma şerefine erdi. Ancak imparatorluğun yıkılması ile birlikte İstanbul’un bahtı da karardı; kısa bir süreliğine de olsa İngiliz ve Fransız işgaline uğradı. Fakat Anadolu’da yükselen çığlık ve o çığlığın kahramanları Mustafa Kemal ve silah arkadaşları sayesinde çok şükür işgal altındaki şehir asıl sahibine geri döndü.
Türk’ün payitahtı olan İstanbul’u temsil eden bir dizi simge vardı ve bunlar imparatorluğun yıkılışına kadar hep mevcut oldu. Söz konusu simgelerin en barizi, en itibarlısı ise Ayasofya idi. Kilise iken Fatih’in tercihi ile camiye çevrildi. Beş asra yakın bir süre cami olarak hizmet verdi. Fakat 1934’te her nasılsa müze olmuş ve nihayet bugün tekrar cami olma şerefini kazandı.
Batı dünyası İstanbul ve Ayasofya’yı hiç unutmadı, aklından hiç çıkaramadı. Şehri ve mabedi kaybetmiş olması yüreğinde hep bir sızı, gönlünde hep bir hüzün olarak kaldı. Bundan dolayıdır ki Batı, İstanbul’u İstanbul diye hemen hiç anmadı, onu hep Constantinople diye anımsadı ve hep bu ismi kullandı.
Esasen İstanbul’un fethi, Roma’nın yıkılışı demekti. Bir imparatorluğun başkentinin ele geçirilmesi elde edilebilecek en büyük zaferdi. Böyle bir zafer neticesi İstanbul Türkleşip İslamlaşmış, Ayasofya Müslümanlaşmıştı. Böylece Hilal Haç’a galebe çalmıştı.
Bugün Vatikan’da Papa’nın içinin yanması, Yunanistan’ın feryad u figan koparması Ayasofya’nın yeniden İslamlaşması ile Hilal’in bir kez daha Haç’a üstünlük kurmasından kaynaklanmaktadır.
Papa Vatikan’da acı çekip inlerken, Yunan Atina’da çırpınıp feveran ederken içimizdeki bir kısım isim ve kesimlerin Papa ve Atina ile aynı safta yer almalarını anlamak ise hakikaten güçtür. Bir mekânın kilise yahut müze olmasını camiye tercih eden zihniyet, şayet İslam dairesi dışında bulunmakta iseler, kendilerine kimsenin diyeceği bir şey olamaz. Ve fakat İslam dairesinde olduklarını beyan ediyorlarsa bu durum tam bir hal-i garabettir.
Garip olan bir başka gelişme ise Ayasofya’nın cami olmasına gösterilen iç tepkinin dış tepkilerden daha ziyade ve daha yıkıcı olmasıdır. Toplumsal yapımız bu anlamda bir hayli düşündürücüdür. Bir avuç azınlık kahir ekseriyetin talep, irade, tasarruf ve tercihine ambargo koymaya çalışmaktadır.
Her kim ne derse desin, her kim her ne şekilde muhalefet ederse etsin kutlu fethin yadigârı Ayasofya yeniden cami olmuştur. Bugüne kadar böyle bir kararın altına imza atmak isteyen onlarca siyasi gelip geçmiştir. Ancak o şeref tek bir kişiye nasip olmuş ve kendisini şereflendirmiştir. Adının tarihe altın harflerle yazılması çoktan söz konusu olmuştur. Sadece böyle bir kapıyı aralamak bile kendisi için en büyük onurdur ve her daim onur olarak da kalacaktır.
Ayasofya müze olduktan sonra Müslümanların hep kızıl elması oldu. İnanmış onlarca siyasi, şair, yazar, entelektüel onu yeniden cami olarak görmenin hayal, hasret ve özlemi ile yaşadı, mücadele etti. Osman Yüksel Serdengeçti gibi bazı isimler, Ayasofya özüne dönmeli dedikleri ve istedikleri için, yargılandı, takibata uğradı, mahkûm edildi. Ama inananların gönlünde bir sevda olan Ayasofya ülküsü hiç ama hiç tükenmedi. Verilen cezalar kimseyi yıldırıp sindiremedi, bilakis biledi.
Ayasofya’nın camiye çevrilmesi pek tabii ki sıradan bir hadise değildir. İcra ettiği fonksiyon sadece ibadete zemin oluşturmak hiç değildir.
Ayasofya’nın camiye çevrilmesi hükümranlık simgesidir. Egemenlik sembolüdür. Halkın demokratik tercihlerine saygıdır. İnanç hürriyetidir. İslam dünyasında Türkiye için bir prestijdir. Türkiye’nin eski Türkiye olmadığının en bariz göstergesidir…
Ayasofya’nın ibadete açılması Cumhuriyet’e saldırı da değildir. Cumhuriyet’in banisi Mustafa Kemal’e karşı yapılmış bir hareket ise hiç değildir. Bilakis Cumhuriyet’in güç kazanmasıdır. Toplumsal dayanışmanın artması, ihtilaf unsurlarının azalmasına vasıtadır.
Cumhuriyet’in ilanından 11 yıl gibi bir hayli zaman sonra müzeye dönüştürülmüş olması ve alınan Bakanlar Kurulu kararının resmi gazetede dahi yayınlanmamış bulunması Ayasofya’nın hangi şartlarda müzeye çevrildiği noktasında ise bir hayli düşündürücüdür. Müze olması kararının o günkü siyasi ve askeri şartlar, zorlamalar ve mecburiyetler gölgesinde yapılmış olması ise oldukça muhtemeldir.
Unutmamak gerekir ki milletler kendi benliklerini koruyabildikleri sürece yaşama imkânı bulurlar. Dini değerler ise ulusların ayakta kalabilmelerini sağlayan en önemli birleştirici unsurudur. Kızılelmalar da öyledir.
Peki, o halde sıradaki Kızılelma nedir? O kızıl elma devşirilmeyi beklemektedir.