CHP’nin İzmir komedyası arkası yarın şeklinde sürüyor.
Sanki İzmir cepteymiş gibi bir rahatlık, bir boş vermişlik, bir odunu koysam seçtiririm şımarıklığı.
Güzelim İzmir’in hak etmediği bir siyasi hovardalık.
Ki bu hovardalık, her boyutta sergileniyor.
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun “Ben artık oynamıyorum” demesi de, seçime haftalar kala, “Fikrimi değiştirdim”e geçişi de saçmalık.
“O piti piti karemala sepeti, terazi lastik jimnastik” üslubunda aday seçme işi.
Bu derece sorumsuzluk, seçmene de ülkeye de saygısızlık.
İMAMOĞLU’NUN YAPTIĞI İŞ
Baktım Tarafsız Bölge’de toplanmışlar İmamoğlu’nu analiz ediyorlar.
Bir stratejist kadın konuşuyor, İmamoğlu’nun Cumhurbaşkanını ziyaretini stratejik olarak yanlış buluyormuş.
Ahmet moderatörlüğü bırakıp yorum işine giriyor, “İmamoğlu’nun kazanması için Cumhur ittifakından oy alması lazım. Bu ziyaret böyle bir açılımı sağlar” diyor.
Bir yanlış bir yanlışı götürüyor, kanal değiştiriyorum.
İmamoğlu aday olduğunda kimsenin kendisini tanımadığını biliyor.
Medyada kendine yer açarak bilinirliğini artırma stratejisi uyguluyor.
Nesi yanlış bu stratejinin?
Derdi asla CHP’ye oy vermeyeceklerden oy istemek değil, bilinirliğini artırmak.
Bu stratejiden önce tanıyanların oranı yüzde bir ise, sonra yüzde ikidir.
Literatür der ki, yeni siyasette medyada görünmüyorsan yaşamıyorsun demektir.
Medya oy toplama yeri değildir, yarışta kalma yeridir. Nokta.
BU HAFTA, VURDUM KENDİMİ KÜLTÜR SANATA
Siz buna “Fazıl Say etkisi” deyin, ben hayata dönüş çabası. İşte özeti;
VARAN BİR: CUMHURBAŞKANI FAZIL SAY’A GİDERSE.
Bu fikrin tohumunu atan kişi olarak kendime yıldızlı bir aferin verdim.
Hüseyin Yayman Kültür ve Turizm Bakan yardımcısıydı. Kendisini ziyaretimizde, “kültür”ün ihmal edilişi üzerine konuşurken…
“Mesela” demiştim, “Ezber bozmak Cumhurbaşkanının tarzı. Fazıl Say konserine gitse iyi olur.”
Önerimin karşılığı bir yıl sonra geldi, Cumhurbaşkanı Fazıl Say konserine gitti.
Gitmekle kalmadı, fazlaca ilgi de gösterdi.
Böylece;
Bir, “kültür muhaliflerin elinde” algısına çizik attı.
İki, Fazıl’cı çevrede Erdoğan’ın öcü gibi görünmesi algısını sarstı.
Üç, “devlet klasik müzik düşmanı” algısını yerle bir etti.
Dört, “kültür sanatı ihmal ettik” sözlerinin samimi olduğu algısına hizmet etti.
Beş, “uluslararası sanatçılarımıza devlet sahip çıkmıyor” algısını çöpe attı.
VARAN 2: GÜNEŞTEKİN’E YAKINDAN BAKTIM
Baştan söyleyeyim, çağdaş sanat hazzettiğim bir şey değil.
Picasso resimlerinde bile, “bunu herkes çizebilir” düşüncesine daha yakınım.
Resimde Monet’ci ve de Rembrandt’çıyım.
Benden olmayanı da toptan reddetmem.
Tersine, uzak olanı anlamaya yakın olanı anlamaktan daha çok çaba harcarım.
Ahmet Güneştekin de, medyatik ressamlıktan ilgi alanımdaydı.
Ankara’ya, Güler Sanat’a geldi, “Güneşin Doğuşu” sergisiyle.
Yani. 2012’de yola çıktığı yere döndü.
Bu Ankara ne şahane, ne mütevazı bir kent yaaa…
Yine bir kültürel kalitenin arkasından çıktı benim şehrim.
Serginin açılışına gittim.
Duyurusu yeterince yapılmadığı için fazla kalabalık değildi.
Güneştekin alçakgönüllü bir tavır içerisinde konuklarını karşılıyordu.
Onun hakkında tahmin ettiğim iki bilgiden emin oldum;
Bir, bugün büyük sanatçı olmak için sadece yetenekli olmak yetmiyordu, ilişki ağı şarttı, Güneştekin de bu konuya yatırım yapan biriydi.
İki, kendi ismiyle anılan muhteşem bir resim tekniği vardı. İnsanı içine çekiyor.
Renklerle resim yapmıyor, sanki renklerin resmini yapıyor.
“Hayattan öğrendiğiniz bir cümle söyleyin” dedim.
“Keşfedilmeyi beklemek, ölümü beklemektir” dedi, “Sizi kimse keşfetmiyor, siz çaba göstereceksiniz.”
Bu cümle, Güneştekin’in serüveninin özetidir.
VARAN ÜÇ: ESKİ BİR ADAM, YENİ BİR YAZAR, İZZET ÇAPA
Onca telaş arasında İzzet Çapa’nın “En Çok Ben Eğlendim”ini bitirdim.
Bir solukta.
Lezzet sözcüğünü yazılar için de kullanırım, lezzetliydi. Şeker gibi.
İçten bir dil olunca, akıp gidiyor.
Mesafesiz.
Kendiyle dalga geçecek kadar olgunlaşmış bir bakış açısı.
Ona dedim ki “Bence yazmaya ara vermeden devam etmelisin.”
İzzet Çapa, sürekli öğrenen, öğrendikçe derinleşen, farklılaşan, derdi kendisiyle olan, kolaya kaçmayan, sürekli yenilenen eski bir adam.
Ve iyi bir yazar.
İTİCİ
İyi iletişimle itici iletişim arasında ince bir çizgi vardır.
Bunu da para kazanmak dışında mesleki dertleri olan iletişimciler bilir.
Acun Ilıcalı, “O ses Türkiye”ye katılmak isteyen kanser hastası bir çocuğu İstanbul’a getirmek için özel uçağını yollamış.
Ne iyi bir davranış.
Ve fakat, incelikten yoksun iletişimcileri bunu PR faaliyeti olarak sayfa sayfa paylaşmış.
“Bakın, biz iyilik yapıyoruz, siz de bunu haber yapın” demek, “haber olmak için iyilik yapıyoruz” demektir.
Ne kadar itici. Görgüsüzce.
BİRİ SILA’YI DOKTORA GÖTÜRSÜN
Nedense şarkıcı Sıla ile ilgili her haber gördüğümde aklımdan şu sorular geçiyor;
“Bu kadın bir adam olmadan yaşayamıyor mu?”
“Bu kadın sorunsuz yaşayamıyor mu?”
“Her şeyi medya önünde yaşamadan yapamıyor mu?”
“Starlıktan beşinci sınıf arabeske düştüğünü görmüyor mu?”
“Acaba bir psikoloğa görünse iyi olmaz mı?”
ACABA DİYORUM
Bir, Nihat Hatipoğlu rektör oldu ya, acaba televizyon programlarını ve oradan kazandığı milyonlarca lirayı bırakacak mı?
Zira rektörlük, öyle yoğun bir iştir ki, bırakın program yapmayı kahve içmeye zaman bulamaz insan.
İki, acaba marketlerde poşetleri parayla satmak yerine, marketlerden doğada çözünebilen çözümler üretmeleri istense daha iyi olmaz mıydı?
Zira, maliyeti markete yüklemek, müşterilere yüklemekten daha siyasi getirisi olan bir şey.
Üç, acaba yeni sinema yasasında, biletle mısır satışını ayırırken, tuzsuz mısır satışını da zorunlu yapsalar olmaz mıydı?
Zira, bir yandan “tuz zehir” diyeceksin, bir yandan tuzsuz mısır yemek isteyene seçenek sunmayacaksın, olmaz.
ERSUN YANAL’IN KİMYASI BOZUK
Sanırım Ersun Yanal’ı en iyi tanıyan bir iki kişiden biri benim.
Onun teknik adamlığına inananlardanım.
Başka sorunları var. Yüzünden anlaşılıyor. Huzursuz ve mutsuz.
Kendisine nedenini sormadım.
Ve fakat.
Türkiye kupasında Ümraniye yenilgisinden sonra yaptığı açıklamaya bakın:
“Turu geçeceğiz, şimdiden söyleyeyim geçmeliyiz.”
Bu ifadedeki şüphe, durduğu yere ve takımına inanmadığını gösterir.
Bir liderlik duruşu değildir.
DEVLET, EĞİTİMİ NE KADAR CİDDİYE ALIYOR?
Kültür ve Turizm Bakanı özel sektörden geldi ya, devletin statik yapısına dinamik bir anlayış getirmesi beklenmez mi?
Bakanlık hizmet içi eğitimler veriyor. Bunun için de üniversitelere yazıyor.
Üniversite de hoca gönderiyor.
Üç saate verilen ücret ne biliyor musunuz?
26 lira 17 kuruş!
Şaka yapmıyorum, arkadaşıma ödenen bu.
Ya üniversiteyle dalga geçiliyor, ya eğitimle dalga geçiliyor.
Sayın Bakana sormak istiyorum, özel sektörde üç saat için ödediğiniz ücret neydi?
Elbette aynısı ödensin demiyorum, ama bu kadarına da pes.
AKLIMDA KALAN
Her derde deva İlber Hoca: Size de, İlber Hoca olmasa, başta CNN Türk ve Haber Türk olmak üzere medya krize girermiş gibi gelmiyor mu? Mülkiye’den mesafeli, karizmatik hocamız İstanbul’da kötü yola düştü. O kanal bu kanal dolanan tele-entelektüele dönüştü. En son “ABD bizim düşmanımız mı?” sorusuna cevap veriyordu. Ondan önce “edebiyatımız nasıl kurtulur”u anlatıyordu. Yemek ve diyet konusuna girdiğini de hatırlıyorum! Saygın bir tarihçi nasıl tüketilir, işte görün.