Siz kendinizi kandırmaya devam edin

Nuran Yıldız nuran@nuranyildiz.com

Hangisinden başlamalı?

Biri güya profesör, diğeri güya din adamı, öbürü güya milletvekili.

Cinsel saldırı, taciz, tecavüz. Çocuğa, kadına, hayvana.

Ve bu, aysbergin sadece görünen yüzü. Medyanın sevdikleri.

Bir de suyun altı var, öyle büyük unvanları olmayanlar.

Bir kanalizasyonun içinde yaşıyor gibiyiz, bu profesör, şeyh, milletvekili sadece rögar kapağından taşanlar.

Ve siz hepiniz, siyasetçiler, hukukçular, medya durumu sadece cezalandırmalar üzerinden okuyorsunuz.

Suçta cezaya yoğunlaşmak, meseleyi neren kanıyorsa oraya yara bandı atmak gibi.

Neden kanıyor? Bakan yok.

Kan bedenden durup dururken akar mı?

Biraz akıllılarımız gerekçeyi “eğitim şart” da buluyor.

“Eğitim şart” tabii de çözüm değil. Yukarıdaki canavarlardan en azından ikisi gayet de eğitimli.

Hele biri, profesör. Eğitimde daha yukarısı yok yani.

Her profesörlü cinsel suçta, kendi profesörlüğümü söküp atasım geliyor.

Benim çözüm önerim belli.

Devletin, iktidarın, muhalefetin piyasa ekonomisine kafa yordukları kadar, bu düzenin insan ruhuna verdiği zarara da kafa yormaları.

Eğer insanı mallar, ürünler ve onların dolaşımı üzerinden okumaya devam ederseniz…

Güce sahip olanlar her zaman, herkese ele geçirilecek, sahip olunacak nesneler şeklinde bakar.

Tamam, şiddet uygulayan mutlaka ya şiddet görmüştür ya şiddete tanıklık etmiştir.

Tamam, Freud’dan gidersek anne ya da babayla hesaplaşmadır.

Tamam, ruhu hastadır.

Sürekli saptama yapıp, kanalizasyon içinde debelenip duracak mıyız?

Güya profesörün, güya din adamının, güya milletvekilinin “ama”sız cezalandırılması şart.

Birini, makalelerinin niteliğine bakmadan sayısal puantaja indirgeyerek profesör yaparsanız…

Diğerini nasılsa oy çoğunluğu var diye niteliğine bakmadan millete vekil adayı atarsanız…

Öbürüne saf dini duyguları olan insanları iyi kandıran biri olduğu için şeyh derseniz…

Ya da herhangi bir evde, herhangi bir adam sadece “erkek” diye değer görürse…

Toplumu “güçlü”nün hoyratlıklarına da teslim etmiş olursunuz.

Sadece patlayan rögarı vidanjörle temizleyerek sorunu çözemeyiz.

Kanalizasyona gözlerimizi kapatırsak içinde yüzen sadece başkaları olmaz, herkes onun içindedir.

PANDEMİYE DAİR HİSSİYATIM

Bir, vaka artışında düğünler kadar, kapısına gelen korona hastasını kabul etmeyip sokağa salan özel hastanelerin de rolü var, kimse bunu konuşmuyor.

İki, pandemi hakkında görüş belirten doktor sayısı o kadar çok ki, sözlerinin hiçbir hükmü kalmadı, buna Sağlık Bakanı dahil.

Üç, siyasette, magazinde kurallara uymayan kanaat önderleri virüsün kol kola yürüdükleri arkadaşları gibi.

Dört, yayılımı saat aralıklı tedbirlerle önleyeceğini düşünen zekâlar, virüsün bir mesai anlayışı olduğunu sanıyorlar ya deliriyorum.

DİYESİM VAR

Yeni Şafak yazarı İsmail Kılıçarslan tecavüzcü şeyh Nurullah üzerinden kendisini “Ulan oğlum İsmail âlemin enayisi sen misin? Koca koca kurumlar, yapılar tek kelime etmeyip lal oluyorlarsa sana mı kaldı?” tembihlemiş ya.

Ben de kendisine aynı hitapla, “Ulan oğlum İsmail, gel bu konunun enayisi sen ol, üzerine git. Varsın küfredenlerin olsun, kendi vicdanın da rahat olursun” diyesim var.

Belki de dünyayı enayiler kurtaracak.

Tecavüzcü Nurullah’a tepki koymayan tarikat ve cemaatlere “E hadi bi’şi söyleyin, lanetleyin” diye çağrı yapan Habertürk’ten Veyis Ateş’e, “Sen ne güzel bir adamsın” diyesim var.

Seçim tarihleri açıklamaktan, cumhurbaşkanı adayları açıklamaya geçen Abdülkadir Selvi’ye, “Sürekli çöken olasılıkları yazmak yerine kulis yazsan daha güçlü olursun” diyesim var.

Şiddet içeren film yayınladı diye Tele 1 Tv’ye 5 gün ekran karartma cezası verip, ülkemizin kurucusunun ebedi istirahatgâhına “Anırkabir” diyen Akit Tv’ye, medyanın harçlık parası kadar ceza kesen RTÜK’e, “Adil olmazsan itibarlı da olmazsın” diyesim var.

Rekabet güzellemesi yapmak için kamu spotu hazırlatan Rekabet Kurumu Başkanı Birol Küle’ye “Bu kafayı bir değiştirin, rekabet yerine işbirliği öneren kamu spotu yapsanız daha yararlı bir bürokrat olurdunuz” diyesim var.

“Kendi ailemizi kuruyoruz” diyerek ikinci bebeğini duyuran Meryem Uzerli’ye, “Bu ne güzel, ne naif bir ifade, insana aile kurma isteği veriyor” diyesim var.

ATM’den maskesiz para çeken adama yaklaşarak keseceği cezayı ima etmek için “Bin TL fazla çek” diyen Datça Emniyet Müdürü İsmail Toygun’a, “N’olur bu espri yeteneğini hiç yitirme” diyesim var.

Kendisine mektup yazan okura “Sevdiğin adamı elinden kaçırma” diyen Güzin Abla’ya, “Adamı elde tutmak ne demek? Kaçma fikri kafasında olan adamı ne yapsan elde tutamazsın” diyesim var.

“Geçmişte kalan yaralarımı bulup onlara parmak basıyorum ki, daha çok kanasınlar” diyen Aleyna Tilki’ye, “Bugüne kadar ettiğin en dişe dokunur laf” diyesim var.

Sırbistan maçından önce “Dersimizi aldık kazanacağız” diyen Milli Takım hocası Şenol Güneş’e “Ders almayı maçlara bırakıyorsan biz senden umudu hepten keselim” diyesim var.

112 ACİL’DE NELER OLUYOR?

3 Eylül 2020. Ankara’da arkadaşım babasını kaybetti.

112 ambulans gelmediği için.

Akşam 21.13’te aranan 112 acil “sizi aktarıyorum” dediği halde 20 dakika beklettiği için.

Defalarca aramaya rağmen kimseye ulaşılamadığı için.

21.30’da babasını kaybetti.

112 Acil, arayanlardan birine 22.45’de dönüp hastanın durumunu, diğer arayan kişiye de 23.30’da dönüp “Şikâyetiniz neydi?” diye sordular.

Arkadaşım aynen şöyle dedi, “Hayatta kalmak için 112 Acil yok ama, iyi ki öldükten sonra her işimize koşan Keçiören Belediyesi ve Başkanı Turgut Altınok var.”

BİR GÜZEL ADAM, İKİ KÜÇÜK ANI

Yaşayan en önemli siyaset adamlarından Hüsamettin Cindoruk hakkında yazılan tezin kitap olduğunu öğrenince aklıma iki anı geldi;

Biri yıllar evveldi.

Okan Bayülgen NTV’de, çok izlenen bir program yapıyordu: “Herkes Bunu Konuşuyor.”

İki konuk alıyor, sağlam sorular soruyordu.

Burnunun hayli havada olduğu günler.

Program yapımcısı aradı, “Okan Bey sizi konuk almak istiyor” dedi.

Can atmam lazımdı bu teklife, çok izlenen, prestiji yüksek bir program.

Can atmadım, “Gelirim ama diğer konuğun kim olduğu önemli” dedim.

Vay canına, Okan Bayülgen’e kriter koyuyorum

Ondan cevap geliyor, “Gelsin de, diğer konuk olarak kimi istiyorsa kendisine soralım.”

“Diğer konuk” listesi gönderdiler.

Hüsamettin Cindoruk ismini gördüm, mümkün olup olmadığını sordum.

Oldu. Nasıl keyifli bir programdı ve bunda bütün pay Cindoruk’a aitti.

Sonra.

Oturduğum bina asansöründe kendisiyle karşılaştık, yanında Çağrı Erhan vardı, arkadaşım, o şimdi rektör.

Meğer Hüsamettin Beyle aynı binada oturuyormuşuz.

Birbirimizi görmekten mutlu olduk.

Eve girdim, telefonum çaldı, arayan Çağrı’ydı, “Uygunsan Hüsamettin Beyle kahveye geliyoruz.”

Panikle “Ne zaman” dedim. Çağrı’dan “Asansördeyiz” cevabı alınca “Bu şimdi mi söylenir” dememle kapının çalması bir oldu.

Nasıl ağırlayacağımı bilemedim. Düşünsenize siyasetin en önemli, en saygın isimlerinden Hüsamettin Cindoruk çat kapı kahveye geliyor.

O kahve muhabbetinin lezzeti aklımdadır halâ.

AKLIMDA KALAN

Müjde Ar söyleşisinde bulduklarım: Hürriyet’ten Savaş Özbey’in, Müjde Ar’la söyleşisini okurken şunları düşündüm; Bir, “Gözünün içine bakan insan severim. Göz kaçıran insan bir şey saklıyormuş gibi gelir” demiş ya, altına imzamı attım gitti. İki “Geç kalmak mı, geç kalanı beklemek mi” sorusuna, “Geç kalanı beklemek. Ben geç kalmam, sen de kalmayacaksın” cevabı verince, “Ne geç kalırım, ne de geç kalanı beklerim” dedim. İkisi de sinir bozucu. Üç, Cem Yılmaz için “Cem ama bugünkü Cem değil, ilk zamanları. O zaman daha inceydi esprileri” demiş ya, aklımdan geçenleri söylemiş. Dört, “Geçmiş mi, gelecek mi” sorusuna, “Gelecek. Çünkü gelecekte barışın olduğuna inanıyorum” demesine, “Kendinizi kandırmaktan hoşlanıyor olmalısınız” diye seslendim.

 

Tüm yazılarını göster