Türkiye ilk seçimini 1876’da Meclis-i Mebusan üyelerini seçmek üzere gerçekleştirdi. Ancak seçim sürecinin tamamlanması ve Meclis-i Mebusan’ın toplanması 19 Mart 1877 tarihinde gerçekleşebildi. 13 Şubat 1878 tarihinde Padişah 2. Abdülhamit açtığı Meclis’i Kanun-ı Esasi’nin kendisine verdiği yetkiye dayanarak süresiz tatil etti. 29 yıl sonra 2. Meşrutiyet dönemi ile birlikte Meclis-i Mebusan 23 Temmuz 1908'de yeniden açıldı. Yeni mebusların seçimi Aralık ayını buldu ve çalışmalar ancak 17 Aralık 1908’de başlayabildi. 1912’de seçimler yenilendi. 21 Aralık 1918’de kadar da bu Meclis görev yaptı. Sivas Kongresi sonrası İşgal devletleri istediği kararları aldırabilmek, İstanbul yönetimi yaptıklarına meşrûluk kazandırmak, Anadolu hareketi ise millî mücadele için daha fazla güç bulabilmek için seçimleri istiyordu. Aralık ayında yapılan seçimlere İstanbul dışında her yerden Müdafaa-i Hukuk yanlısı mebuslar seçildi. 12 Ocak 1920'de toplanan Meclis, Anadolu hareketinden yana tavır aldı. 16 Şubat'ta Misak-ı Milli beyannamesi'ni oybirliği ile kabul etti. 16 Mart'ta müttefik devletler İstanbul'u geçici askerî işgal altına alarak Meclis başkanı Rauf Bey'i ve bazı mebusları tutukladı. 18 Mart'ta toplanan Meclis kendini süresiz olarak tatil etti. Mebusların birçoğu Ankara'ya geçerek, 23 Nisan 1920’de toplanan Büyük Millet Meclisi'ne katıldılar. Ülke sathında 1920 Büyük Millet Meclisi için de seçimler yapıldı. Üstelik her yanda savaş devam ediyordu.
Bunları şunun için anlatıyorum. Türkiye seçim deneyimi olmayan veya yeni seçim yapmaya başlamış bir ülke değildir. En güç, zor dönemlerinde bile seçimlerini yapabilme kabiliyetinde olduğunu göstermiştir.
31 Mart günü Yerel Yönetimler seçimlerini gerçekleştirdik. Her partiyi memnun edeceğini düşündüğümüz, kendi açıklamalarına göre de bizim düşüncemizde olduklarını gösteren bir sonuç ile karşılaştık.
İş buraya kadar güzel, ama seçim sonuçları kimin lehine tecelli etti, en büyük şehir İstanbul başta olmak üzere birçok şehrimizde hala bilmiyoruz…
Binlerce sandık için itiraz var. Adaylar çıkıyor seçimleri kendilerinin kazandığını iddia ediyor. Bununla da yetinmiyor, kimi İstanbulluya teşekkür afişleri asıyor, kimi Atatürk’ün kabrini ziyaret edip anı defterine “İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı” diye imza atıyor… Halihazırda görevine devam eden belediye başkanı da, haklı olarak “Şimdi İstanbul’un iki tane mi Belediye Başkanı var?” diye soruyor…
Dünya bize bakıyor. Batı ülkeleri, seçimlere yapılan itirazlar ve yer yer gerçekleşen sayımlar üzerinden İslamofobi kazanını kaynatıyor. “Demedik mi, İslamcı hükümetler seçimle gelir ama seçimle gitmezler, demokrasiye karşıdırlar…” diye kıs kıs gülüyor.
Burada birkaç husus önemlidir. 25 yıldır Ankara ve İstanbul’u yönetenler aynı. Bu girdikleri kaçıncı seçim ve nasıl sandıkların güvenliğini, oy sayımının selametini temin edemiyorlar?
Birileri bizlerin iradesini ne için ve hangi hakla sandığa yansıttığımız gibi neticeye yansıtmamak için özel çaba sarf edebiliyor? Sandıklarda hile, hurda yapıp arkasından hukukun üstünlüğünden ve demokrasiden bahsedebilmek nasıl bir bilgi ve birikimle mümkündür?
1876’dan beri defalarca sandık başına gitmiş, milletvekili ve yerel yönetimleri belirlemiş, referandumlar gerçekleştirmiş bir ülkede bu kadar gelişmiş teknolojik alt yapı ve bilgisayar ağlarına rağmen oylar nasıl çarpıtılabiliyor?
En önemlisi, her antidemokratik uygulamaya karşı hep beraber sandığı işaret ediyoruz, o zaman kaybetmeyi de, kazanmayı da daha demokratik yollarla içselleştirebiliyor olmamız gerekmez mi?