Bu günlerde Çanakkale Savaşları’nın büyük kahramanı Selahattin Adil Paşa’nın “Hayat Mücadeleleri” adlı hatıratını okuyorum. 1982 yılında basılan kitabı çok kıymetli kardeşim, arkadaşım Paşa’nın torunu Özkan Adil hediye etmişti. Ancak, uzun bir seyahat sonrası elime alabildim. Tevafuk olmuş. Aslında tam da bu günler için önem taşıyan çok kıymetli anekdotlar var… Paşa merhum daha genç bir kurmay yüzbaşı iken soluğu Şam’da kıt’a hizmetinde alır. Yıl 1902-3. Orada demiryollarının inşa sürecine katkı sağlar. Osmanlı’nın Arap coğrafyasına en zor yıllarında bile nasıl büyük bir aşkla şevkle hizmet etmeye çalıştığına, bütün imkânları seferber ettiğine tanıklık eder. Oralardaki etnik ve aşiret dengesine dayalı sosyal yapıya ilişkin fevkalade gözlemler sunar…
Aradan yüz yılı aşkın bir zaman geçti. O coğrafya bizden fiili ve fiziki olarak koparılalı çok yıllar geride kaldı. Ancak, yaşananlar gösteriyor ki, kopuş hiçbir zaman yüreklerde olmamış; kendi ülkelerinde, topraklarında iç savaşa tutuşan bu insanlar, sığınacakları en büyük liman olarak yine Türkiye’yi görmekteler…
Şu anda resmi rakamlar bile iki milyon yedi yüz bin Suriyeli mültecinin Türkiye’de barındığını gösteriyor. Sayın Cumhurbaşkanımız açıkladı, akabinde diğer hükümet temsilcileri de söyledi, şu ana kadar bu ülkeden gelen sığınmacılara tam on milyar dolar para sarfedilmiş…
Suriye’deki rejimin kanlı ve baskıcı tutumları neticesinde yurtlarından yuvalarından olan bu insanlara yönelik peki AB ülkeleri ve diğerleri ne yapıyorlar? Ne kadar mali ve insani yardım sağladılar dersiniz?
Türkiye’nin yirmide birini bile bulmuyor.
Sürekli haberlerden takip ediyorsunuz: AB yetkilileri açıklama üstüne açıklama yapıyor, kendi topraklarında mülteci görmek istemediklerini bir nevi haykırıyorlar.
Bu ülkelerin kendi topraklarında mülteci görmek istemediklerini açıkça ifadeden çekinmez iken, Türkiye’ye açın kapıları demek, ne kadar ahlakidir, bu da ayrı bir konudur…
Kuşkusuz ki, Türkiye birilerinin baskısıyla, açın demesiyle hareket edecek bir ülke değildir. Geçmişte Saddam zulmünden kaçanlara da kapılarını aralamıştır. Bulgaristan’da Todor Jivkov baskısından, Belene kamplarından kaçanlara da kapılarını ardına kadar açmıştır. Şimdi de Esad ailesinin perişan ettiği masum ve mazlum insanlara büyük ölçüde ev sahipliği yapmaktadır.
Ancak, insan hakları ve hak - hukuk şampiyonluğunu elden bırakmayan kimi ülkelerin topraklarında bir tek mülteci kabul etmemek gibi tavır ve tutum geliştirmeleri ahlakla da, izanla da, mantıkla da ve hepsinden önemlisi insan hakları yaklaşımlarıyla da asla bağdaşmamaktadır.
Suriye Rusya’nın ve İran’ın aktif müdahil olması ile ABD’nin ve Avrupa ülkelerinin güven vermeyen, akıllarının gerisinde başka ve iyi niyetli olmadığına yönelik düşüncelere imkân veren tutumları neticesinde yeniden Esad ailesinin hâkimiyetinde ama gerçekte Rusya ve ABD arasında paylaşılmış bir ülke olma yolunda ilerlemektedir.
Tüm etnik ve mezhebi yapılar şu anda ateş çemberindedir. Hepsinin gözü, yine Türkiye’ye odaklanmıştır. Sınırlarımızın hemen ötesinde yedi yüz bini aşkın insan bu tarafa geçebilmeyi istemektedir. Ancak, tüm kardeşliğe, milletimizin dini duygularına ve hamiyetperverliğine rağmen artık bu göç dalgalarının Türkiye için de sıkıntı yaratacağı, sosyal yapıya zarar vereceği, istikrarsızlığı körükleyeceği, en önemlisi Suriye’de etnik temizlik peşinde koşan, bunun için de insanları topraklarından süren PYD/PKK terör şebekelerinin oralara yerleşmesine imkân sağlayacağı da bilinmektedir.
Netice itibariyle, ABD’nin ve Batı’nın DAİŞ’e karşı mücadele ediyor gerekçesi ile şımarttığı, Rusya’nın ise artık aleni destek verdiği, Esad rejiminin işbirlikçisi PYD/PKK terör örgütünün Halep ve Azez’e yönelik etnik temizlik amaçlı baskıları buralarda yaşayanlar için hayatı artık tahammül edilemez hale getirmiştir.
Türkiye haklıdır. Artık müttefikimiz olan Amerika ve Avrupa bir karar vermelidir. Tercihleri PYD/PKK terör örgütü mü, Türkiye mi?
Gerçek niyetleri insan hakları mı, yoksa kendi ülkelerine gelebilecek tek bir mülteciye bile asla göz yummamak mı?
Bölgede yeniden şekillendirme çerçevesinde, Irak, İran, Suriye ve Türkiye’den toprak kopararak bir Kürt devleti oluşumunu temin etmek mi?
Şu ana kadar maalesef hiç iyiniyetli bir girişim ve gayret ile karşılaşmadık.
En son PYD/PKK şımarıklığına karşı angajman kuralları çerçevesinde askeri mukabeleye dahi ABD’nin tepkisi son derece yakışıksızdır.
Dikkat etmemiz gereken en önemli husus, insani yardımda da yalnızız, olası bir ülkeyi koruma kollama faaliyetinde de…
On binlerce kilometre uzaktan gelenler her şeyi kendilerine hak olarak görürler iken, Suriye ile 911 km sınırı bulunan ve halen milyonlarca Suriyeli ’ye ev sahipliği yapan Türkiye’ye ise son derece katı olabilmektedirler…
Son olarak, bir sıcak savaş ortamının Ortadoğu’dan tüm dünyaya yayılma istidadı gösterdiği artık kabulleniliyor. Allah korusun, bölgemize barış ve huzur gelsin isteriz. Olası bir savaşta haliyle Türkiye’nin de, savaşa girsin girmesin tüm ülkelerin de zararı çok olacaktır.
Ancak, Türkiye’ye yönelik her türlü şiddet ve terörizme karşı da elbette gerekirse savaş kaçınılmazdır…