Geçmişteki bürokratik görevlerim dolayısıyla bazı kişilere ilişkin pek çok biyografik bilgiye sahip oldum. Bu kişilerle Türk devletinin irtibatını gördüm, kimi zaman uygun olduğunu düşündüm, kimi zaman kuşku ile yaklaştım. İçlerinde bazıları vardı ki, devletimizin ve hükümet adamlarımızın yaklaşımları ne olursa olsun, zerre kadar güvenmedim ve doğru da bulmadım. Usulüne uygun düşüncelerimi de ifade ettim.
Bunlardan biri Talabani, diğeri de Barzani’dir.
Talabani öldü. Onun için artık hesap zamanı. Burada yapıp ettiklerinin hesabını artık Yüce Allah’ın şaşmaz adaleti içinde tek tek verecek. Yaşarken hakkında hiç iyi düşünmediğim birisi ile ilgili olarak ölümüne müteakiben iyi dileklerde bulunmak da çok içimden gelmiyor. Allah affetsin bile diyemiyorum.
Çok zeki ve kurnaz, aynı zamanda sinsi ve içten pazarlıklı bir insandı. Hiçbir sözüne ve davranışına güvenilmezdi. Herhangi bir konuda dürüst davrandığını veya davranacağını düşündürtmeyecek kadar güvenilmezdi üstelik. Bunu bizim devlet ve hükümet adamlarımız da defalarca müşahade etmelerine rağmen önce Saddam’ı, akabinde PKK’yı bir şekilde kontrol için Talabani ve Barzani’yi kontrol ve destek altında tutmayı biraz da Amerika’nın ve AB ülkelerinin teşviki ile gerekli görüyorlardı. Rahmetli Özal bu ikiliye çok itibar etmişti. Türk diplomatik pasaportu bile vermişti. Şimdi her ne kadar inkar etseler de, İsrail pasaportu ile seyahat ettik deseler de, maalesef o mübarek ay yıldızlı pasaport
bunlara da verilmişti.
Saddam’ın zulmünden, kimyasal toplu imhalarından kaçtıklarında beşyüzbini aşkın Irak kürdüne Türkiye ev sahipliği yapmış, normalleşmenin temini için olağanüstü çaba göstermişti. Hatta, bunlara Irak’ın kuzeyinde karakollar yapılmış, maddi destek sağlanmış, silah ve mühimmat temin edilmiş, eğitim verilmiş ve PKK ile mücadele sözü alınmıştı. Ne var ki, hiçbir zaman sözlerinde durmadılar. Tersine Irak’ın kuzeyine yerleşmelerine, Kandil’i örgütün merkezi haline getirmelerine ve Türkiye’ye yönelik saldırılarına müsaade ettiler.
Hukuk tahsili yapmakta iken kürtçülük faaliyetleri yüzünden hapse düşen ve yarım bırakmak zorunda kalan Talabani’nin dünya diplomasisindeki tanımlaması “Ortadoğu’nun siyasi fahişesi” idi. Bu çok açıkça söylenirdi ve kendisi de bunu çok normal karşılar ve gülüp geçerdi. Amaca giden yolda her şeyi mübah gören, her an herkese ihanete hazır bir adama Türkiye’nin bu denli ehemmiyet vermesi ve elinin altında tuttuğunu zannetmesi ise gerçekten üzüntü vericiydi. Bir inkiraz, çöküş döneminde bu kurnazlığı onu Irak Cumhurbaşkanlığı’na kadar taşıdı. Ölümünün ardından üstelik, sözde referandum ile gerilen Türkiye - Kuzey Irak ilişkilerine rağmen Türkiye’nin bu adamın arkasından yayınladığı taziye mesajını da yine içim burkularak okudum. Belki diplomatik nezaket gereği, belki siyasi hesaplarla verilen bu taziye mesajındaki hiçbir kelime ne yazık ki gerçeklerle örtüşmemektedir.
Talabani iyi bir insan değildi. Türkiye’de PKK nedeniyle hayatını kaybeden her kürdün kanında bunların parmak izleri vardır, her şehit ve her gazi bunlardan davacıdır. Bu kadar kötü bir hayat yaşamış, her ilke ve prensipten uzak olmuş, verdiği hiçbir sözü tutmadığı gibi PKK ile sürekli işbirliği yapmış, terörizmi siyasetin bir unsuru haline getirmiş, hayatını buna adamış biri için Türk devletinin ve hükümetinin taziye mesajı bir vatandaş olarak beni rahatsız etmiştir.