Bir şarkıcının ölçüsüz sözleri ile Türkiye gündemi altüst oldu. Öteden beri şöhretini cilalamak için en uç noktalarda dolaşmayı alışkanlık edinen bu şarkıcının sözlerinin bu denli ciddiye alınmasının gerekip gerekmediği de yine tartışmalar arasında zikredilen hususlardan idi…
Kuşkusuz ki, özgürlüklerin zeminini genişletmek, insanların inanç ve ifade özgürlüklerini garanti etmek olgun, demokratik, özgür bir toplumun olmazsa olmazıdır…
Ancak, inanç özgürlüğü olmadan ifade özgürlüğü olur mu?
ABD’de İslamofobik yaklaşımların en yüksek olduğu dönemde rahmetli Malcolm X’in bir değerlendirmesi olmuştu: “İslam’a sövmekten başka fikri olmayanlar, fikrin değil İslam’a sövmenin özgürlüğünü istiyorlar” diye… Ülkemizde de bu vesile ile gördük ki, arzulanan bu…
Şarkıcının sözlerini ifade özgürlüğü olarak görenler, insanların inanç özgürlüklerini kolaylıkla bir tarafa atabiliyorlar…
İnanç özgürlüğünün kapsamı tüm inançlar için geçerlidir. İnanmama özgürlüğünü de kapsar. Ancak burada önemli olan şudur, kimsenin kimseye kendisi gibi yaşama, kendisi gibi olma dayatmasında bulunmamasıdır.
Bazı dinsel konuların kendi evreninde veya bilimsel zeminlerde ele alınırken, tartışılırken dinlere ilişkin emir ve yasakların zikredilmesi normaldir. Bu emir ve yasaklar bizim günlük yaşamımızla, hukuk sistemimizle hiçbir şekilde bağdaşmasa bile bu normaldir. Ancak buradan hareketle insanlara bir yaşam dayatması çıkarsa elbette bu kabullenilemezdir.
Diğer taraftan dinsel emir ve yasaklara yönelik olarak görüş beyan etmek, bu konudaki düşünceleri açıklamak uygun zeminlerde doğaldır, ama bunu insanların inanma biçimlerine bir baskı, tasalluta dönüştürmek de hiçbir şekilde kabul edilemez.
Bağnazlık denilen olgu tek yönlü değildir. Bağnazlık tezahürleri hayatımızda çok farklı şekillerde çıkabilir. Bağnazlıkları hep birtakım inançların ritüellerinin, kurallarının tezahürü olarak göremeyiz, son derece seküler formlarda da karşımıza çıkar…
Bu ülkede 28 Şubat’ı gördük. İnsanların inançlarına yönelik tasallutu kılık kıyafetleri, gittikleri okullar, öğrenmek istedikleri bilgiler üzerinden yaşadık.
Tüm bunları yaşamış ve halen hafızasında bunun izleri çok taze olan bir toplum olarak elbette ki ölçüsüz, ayarsız, yersiz her bağnaz yaklaşıma karşı ister istemez bir toplumsal refleks oluşuyor.
İmam Hatip liseleri ile ilgili negatif yaklaşımların bedelini gençliğimizin çeşitli mesleklere yönelimini kolaylaştıran, nitelikli işgücü üreten okulların yaşadığı sıkıntılarla ödedik…
Şimdi bu şarkıcı üzerinden yeniden böylesi bir linç kampanyasının arkasında, önünde ne var kuşkusu doğması normaldir.
Kaldı ki, sözkonusu şarkıcının cehalet, bağnazlık ve önyargı kokan açıklamalarının içinde kamuoyunun haberdar olacağı, duyacağı şekilde ağır bir hakaret söz konusudur.
Hakarete uğrayan kitlenin de, o kitle içinde yer alan bireylerin de haklarını aramaları ve bu ölçüsüzlüğü yargıya taşımaları da yerindedir.
Hukuki mekanizmaların işlemesi, bu bağnazlığı, çatışmayı, kamplaşmayı getirebilecek yaklaşımları yasalar çerçevesinde değerlendirmesi de elbette olağan bir durumdur. Şayet yargıda alınan kararda bir ölçü aşımı varsa bunu değerlendirecek olan da yine hukuki süreç içindeki mekanizmalardır.
Konunun hukuk dışı tartışmalarla hukuka baskı, akabinde yapılan bağnazlığı normalleştirme çabasına dönüşmesi inanç, düşünce ve ifade özgürlüğünü zedeleyeceği gibi, hukukun üstünlüğünü de ortadan kaldırır.
Meselenin daha dikkatli bir şekilde ele alınması gerekir.