Siyasette ayrılıklar olur. Birlikte yürürsünüz, bir yerde yollar ayrılır. Ayrılınca birlikte yürürken yaptıklarınızdan, söylediklerinizden farklı konuşmaya da başlayabilirsiniz. Ancak hepsinde de ölçü insaf olmalı…
Seçim günü yaklaştıkça, söylemlerde giderek keskinleşiyor. İnsaf ölçülerinin ötesine gidiyor. Bunu her parti için söylüyorum. Her siyasi anlayış veya parti içinde yolları birbirinden ayrılanlar için söylüyorum.
Seçim bitecek ve hayat bir yerde normalleşecek, insanlar da birbirlerinin yüzüne bakacak.
Siyaset profesyonelleri için iş hep kolay olmuştur da biraz da kamplaştırılan seçmeni düşünmek lazım…
Daha mutedil bir dil, üslup, yaklaşım niye mümkün değil ki?
Yirmi bir yıldır devam eden bir iktidar var. Her seçimde bu iktidar ile ilgili muhalefetin birinci iddiası şu olmuştur: “Bu artık milletçe, ülkece yaşadığımız son demokratik seçimdir, bu seçimi de alırlarsa ülkede demokrasi kalmayacak… Bir daha serbest seçimler olmayacak…”
Bir başka iddia ise hep şu olmuştur: “Ekonomi perişan, seçimden sonra tufan, tüm kaynakları seçimi almak için seferber ettiler, kesinlikle toparlayamazlar…”
Şimdi ise bunlara bir yenisi ilave oldu. Hem de Sayın Temel Karamollaoğlu tarafından. Ben kendisine çok muhabbet beslerim, severim, sayarım ve değer veririm. Şaşırdım. Onun için yazıyorum.
Partisinin bir toplantısında şu sözleri sarf etmiş: "Biz iktidara geldiğimizde Türkiye'de yapılan bütün yatırımları durduracağız. Niye? Çünkü üretime dayalı yatırım yok. Köprüleri, yolları, binaları, stadyumları, hepsini. 'Deli misin?' diyorlar. Eh birazcık delilik var.”
Devam etmiş: “ "Yollar, köprüleri, tüp geçitler, havaalanı, hızlı tren ve hastaneler yapıldı. Bizim ‘Hop’ dediğimiz yer burası. Siz paranın tamamını buralara aktardığınız takdirde, biz borca mahkûmuz. Bunu benimsediler, ama bu Türkiye’yi kalkındırmaz. İnsanların hayatını rahatlatır. Ancak bunlar kalkınma anlamına gelmez. Ülkenin bir numaralı sorunu ise toplumsal kamplaşma. Toplumsal kamplaşma olursa, huzur olmaz. Huzurun olmadığı yerde, kalkınma olmaz, barış olmaz. Ciddi yatırımlar yapılamaz. Tarım bile dışarıya muhtaç hale geldiyse bu problemler çözülemez”
Gerçekten inanamadım. Bunları Temel Bey gibi, deneyimli, değerli bir siyasetçi nasıl söyler diye…
O yollar, köprüler, tüp geçitler, havaalanları, hızlı trenler ki, ülkemizde her yeri büyük birer üretim üssü haline getirip, dünyaya bağlamış, bu gün ihracatta da, turizmde de rekorlardan bahsediyoruz… Yollar, havaalanları, limanlar, hızlı trenler sizi niye rahatsız ediyor ki?
Tüm şehirlerde rahmetli Necmettin Erbakan hocanın hayal ettiği ağır sanayi ve sanayi hamleleri artık organize sanayi bölgeleri ile muazzam bir seviyeye gelmiş, istihdam artmış, üretim artmış, ihracat artmış, insanların evine, cebine para giriyor.
Pastayı büyütmek, üretimi verimli hale getirmek için yeni öneriler olabilir, eleştiriler olabilir de gerçekten bu artık dünyadan kopmak demektir.
Biz de elbette sorarız: Bunca üretimi yol, köprü, havaalanı liman olmadan ışınlayarak mı dünyaya sevk etmeyi düşünüyorsunuz?
İnsanlarımız her gün güvensiz yollarda trafik kazalarında hayatlarını kaybetsin mi istiyorsunuz?
Turistler ülkemize yürüyerek mi gelsin istiyorsunuz?
Hastaneler ki, yaşanan büyük pandemiye, artan nüfusa cevap vermiş.
Bu hizmetlerin daha önceki yıllarda ne şartlarda verildiğini unuttunuz mu?
Bina ihtiyacı depremlerle ayan beyan ortaya çıktı. Eskiyen, çürüyen, günün şartlarına uygun olmayan binalar en ufak bir sarsıntı ile çökebiliyor, canlara mal oluyor. Daha sağlıklı, konforlu, sağlam yapılara ihtiyaç var…
Ne yapalım, binalar üzerimize çöksün ve ölmeye devam mı edelim? 6 Şubat depremlerinde yaşadığımız acılar bile ders olmadı mı? Bunca can kaybı, mal kaybı yetmez mi?
İsraf bunları yapmak değil, bunları yaparken yapılanlardır derseniz, anlarım…
Bu yatırımları durdurmak, yapmamak demek ülkemiz taş devrine dönsün, insanlarımız ilkel şartlarda yaşasın demektir.
Siyaset yaparken eleştirmek hakkınızdır, mamafih ölçüsüz olunca gerçekten üzüntü verici oluyor.
Hele ölçü yaşıyla, deneyimleriyle, duruşuyla saygıdeğer bulduğumuz kişilerce, aklı başında olduğunu düşündüğümüz isimlerce kaçırılınca daha vahim hale geliyor…