Londra’da meydene gelen terörist saldırıyı kuvvetle kınıyorum. Hep bunu söylüyoruz, yazıyoruz, terör ülke, sınır, din, etnisite tanımaz… Vicdanı yoktur, ilkesi yoktur, kutsalı yoktur, değeri yoktur…
Teröristin iyisi-kötüsü yoktur. Terörist teröristtir, insanlığa karşı şuç işlemektedir. İnsanlığı yok etmeyi hedeflemiştir…
Teröristi dinlerle, inançlarla, kutsallarla anmak yanlıştır. Onlar kendilerini öyle ifade etseler bile asla bu doğru değildir. dünyada hangi din vardır ki, zulmü, insanlığı yok etmeyi reva görsün…
Hele islam asla…
O bakımdan hala aynı mantıkla hareket etmek fevkalade kötüdür. Londra saldırısının arkasından aynı kafa faaliyete geçmiştir. Tüm islam alemi samimi üzüntülerini beyan ederken, onlar olayın failini yine islamcı olarak yaftalamanın gayretkeşliği içinde olmuşlardır…
Önceki gün Anadolu Yayıncılar Derneği ile birlikte Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde Sayın recep Tayyip Erdoğan ile buluştuk. Konuşmalarını baştan sona dinledim. Külliye sonrasında yabancı basında yapılan değerlendirmeleri takip ettim, akabinde Londra saldırısını öğrendim.
Sayın Cumhurbaşkanı’nın terörizme karşı ortak mücadele ve yaklaşım çağrısı büyük bir saptırmaca ile bir tehdit gibi algılatılmak isteniyordu. Oysa ki, orada net, açık, belli bir uyarı vardı. Terörün herhangi bir şekilde bir coğrafyaya, ülkeye münhasır olmayacağı, tüm insanlığı top yekün tehlikeye atacağı, dolayısıyla dünyanın doğusu kadar batısının da aynı tehdit ve tehlike ile karşı karşıya olduğu ve bunun için de doğu ve batının birlikte mücadele ederek bu anlayışı ortadan kaldırmak zorunda olduğunun altı çiziliyordu…
Ancak, cümleler makaslanıp, Erdoğan’ın tehdidi olarak verilmesinin akabinde Londra olayının gerçekleşmesi ile birlikte yorumlar iyice zıvanadan çıktı…
Ortada bir açık uyarı var. İstanbul’da olan, Bağdat’ta olan, Şam’da olan, Kayseri’de olan, Ankara’da olan, Paris’te olan dünyanın diğer şehirlerinde de olabilir. Olmaması ise ancak ortak bir anlayış ile mümkün. Dünyanın bir yerinde terör ile mücadele edip diğer yerinde etmez iseniz, teröristler mücadele edilmeyen yerde yoğunlaşırlar… Dünyanın bir yerinde meydana gelen terörist faaliyet ve yapılanmaları sadece oraya özgü kabul ederek hareket ederseniz, öyle olmadığını çok acı bedeller ödeyerek öğrenirsiniz. Bazı ülkeleri terör ile terbiye etmeye kalkışırısanız ve terörizmi uluslararası ilişkilerin görünmeyen bir gerçeği noktasına taşırsanız bu size de sirayet eder, size karşı da kullanılır…
Denilmek istenilen bu.
Bu ise dünyanın geleceği, huzuru ve insanların güvenliği bakımından sorumluluk taşıyan her insan için bir ödev niteliğinde uyarı.
Külliye’de Sayın Cumhurbaşkanı’nın işaret ettiği bir diğer husus ise, cezaevlerinde bulunan gazeteci kimlikli kişilerin çok önemli bir bölümünün gazetecilik faaliyetleri dışında ve gazetecilik ile ilişkilendirilemeyecek suçlardan hüküm giymiş olmaları.
Adam polis öldürmüş, katil, itiraf etmiş, yargılanmış ve mahkum olmuş. Adam bomba atmış, yakalanmış, itiraf etmiş, mahkum. Adam silah kaçırmaya kalkışmış, mahkum… Hırsızlıktan yakalanmış, mahkum. Tecavüzden yakalanmış, mahkum. Tacizden yakalanmış, mahkum… Bir şekilde gazeteci kimliği taşıyor olmaları bu tür suçları da işleyebilecekleri bir imtiyazlı alan açar mı kişiye? Üstelik, bunların sayıları azımsanmayacak kadar çok…
Pek çoğu medya profesyoneli değil, ama bir şekilde örgütsel yayınların içinde bunlar zikrediliyor ve bizim medyamız başta olmak üzere basın örgütleri bir dayanışma gösterisine giriyor…
Oysaki böyle yapmak yerine bunları bir tarafa bırakıp, mesleğe bulaştırmayıp gerçekten gazeteci kimliği ile mağdur olan kişilerle bir dayanışma sergileniyor olsa, iş daha makul ve mantıklı bir noktaya gelecek ve çok seslilik, haber alma özgürlüğü, insan hakları, demokrasi bağlamlarında çok daha iyi yerlerde olacağız…
Sayın Cumhurbaşkanı’nın bu açıklamalarının ardından bazı gazeteci ailelerinin açıklamaları ise yine tuhaf. Katilleri, bombacıları, hırsızları, ırza tasaddi edenleri açıkça söyledi, size ne oluyor…
Özgürlükleri savunalım ama mesleki imtiyazların da suyunu çıkarmayalım. Gazeteci kimliği ile tecavüz, cinayet, hırsızlık, silah ve bomba kullanmak savunulabilir mi?