Bunu söylemek istiyorduk yıllardır, aylardır, günlerdir: Terör nerede olursa olsun, kime karşı yapılırsa yapılsın, kim tarafından gerçekleştirilirse gerçekleştirilsin terördür…
Fransa’da bomba patladığında ABD’de idim. Üzüldüm. O günlerde bulunduğum üniversitede ve akademik camiada gündemimiz terörizm değerlendirmeleri oldu. Karşılaştığımız herkesle bu konular üzerine konuştuk.
Ankara’da tren garı saldırıları olduğunda ABD’de idim. Ankara tren garındaki kayıplar Fransa’dan az olmadığı halde Amerikalıların gündemine Paris saldırısı kadar giremedi.
Bu çelişkili ve standartsız yaklaşımı daha önce farklı olaylarla da gördüm ve hep, teessürle karşıladım.
Asla doğru bulmadım.
Daha sonraki iki saldırıda ise Ankara’da idim ve ne yazık ki saldırının etkileri hala üzerimizde, yüreğimizde… Ne Batı’da ve ne de ABD’de turizm rezervasyon iptalleri dışında önemli bir yankı bulmadı…
Terör örgütü yandaşlarınca Brüksel’in göbeğinde çadır kurulduğunda tepkileri abartılı bulanlarla da karşılaştım, Belçika’nın ne kadar demokratik olduğuna vurgu yapanları da dinledim. O zaman kanaatimi birkaç kez ifade etmek fırsatı buldum, bu demokrasi değil, korkunun yansıması; çünkü terörizme karşı tedbir alamayan bir yapı var ve uğraşmak yerine alan açmayı tercih ediyor… Ancak bu korkunun teröristler tarafından hissedilmesiyle zafiyetin elbette kullanılacağı da hesaplanması gereken bir faktördür. Terör hiçbir gevşekliği kabul etmez ve nitekim öyle olmuştur. Brüksel’de patlayan bombalar her ne kadar DAİŞ denen örgütün marifetiyle patlamış olsa da, sonuçta
Avrupa’nın terör karşısında aymazlığının ve standartsızlığının bir ürünüdür.
Türkiye’de patlayan bombaları, hayatını kaybeden insanları, yaralanan masumları, sokaklara çıkamaz hale gelenleri görmezden gelip; kendini patlatan canilere karşı, adeta bir sempati halesi içinde muameleiçinde olmak rüzgar ekenin fırtına biçmeye hazır olmasını gerektirir.
Törer her yerde, her zaman terördür. Bu konuda artık insanlık ortak bir yaklaşımı benimsemek durumundadır. Yeni terörizm konsepti içinde hiçbir ülkenin ve yapının terörizmle ve teröristlerle tek başına mücadele etmesi, etkisiz hale getirmesi mümkün değildir. Terörü ortadan kaldırabilmek için amansız ve tavizsiz bir işbirliği anlayışının tesisi şarttır.
Terörizmin sempatiği de yoktur. Hiçbir hak talebi terörizmi meşru kılamaz. Hiçbir dini inanç veya milli gaye terörizme izin veremez, mazur göremez ve gösteremez. Bunun bir mücadele yöntemi olarak benimsenmesini de hiçbir hukuk ve ahlak sistemi onaylayamaz.
Görülüyor ki, terörizm fırsat bulduğu anda kurbanlarını ayırmıyor; Müslüman dünyanın ve
Türkiye’nin en büyük şehri İstanbul’da DAİŞ’e hedef olabiliyor, Hristiyan batının şemsiye şehri
Brüksel’de…
Bunun içindir ki, örgütlere bakılmaksızın, eylemlere bakılmaksızın, nedenler üzerinden mazeretler uydurulmaksızın artık teröre ve terörizme karşı bir işbirliği ve aynı yaklaşım tarzı üzerinde kesinlikle uzlaşılmalıdır. İnsanlığın geleceği bu uzlaşıya bağlıdır.
İletişim ve ulaşım imkânlarının bu kadar yaygınlaştığı bir dünyada terörün kurbanları artık sadece o dine veya etnisitye mensup insanlar olmamaktadır; Müslüman İstanbul’da Hristiyan, Müslüman ve
Yahudi inancına sahip insanlar aynı örgütün eylemlerinde can vermiştir. Demek ki, hedef dinden çok insanlıktır. Brüksel’de kurbanlar arasında yine çeşitli dini inançlara sahip insanlar vardır. Görüyoruz ki, burada amaç dini bir gaye üzerinden takdim edilse bile hakikatte böyle bir zeminde oluşturulmamaktadır. Teröristlerle aynı dinden, inançtan insanlar da bu eylemlerde hayatlarını kaybetmekte, yaralanmaktadır.
Avrupa’nın yıllardan beri sürdürdüğü teröre karşı bu içten pazarlıklı, aymaz tavrı terk etmesi lazımdır.
Türkiye’de veya doğu ülkelerindeki terörist faaliyetlerin kendilerine çok uzak olmadığını çok acı hadiselerle artık deneyimlemiş; üzüntü ve kederler yaşamışlardır.
Şiddeti, şiddeti yaratanları koruyup kollayarak kendilerinden uzak tutulacağı düşüncesinin de gerçek olmadığı yine bu elim hadiselerle görülmüştür.
Avrupalı ulusların, artık bu çağdışı anlayışı bir kenara bırakıp, kendileri dışındakileri umursamayan ve terörün prangasında kalmalarına bazen içten içe bazen alenen destek vermekten geri durmaları; bu acıların tekerrürünün önüne geçecektir.
Sadece Avrupa’da değil, dünyanın her yerinde insanın insan olduğunu ve yaşama hakkının bulunduğunu, kör bir kurşuna veya acımasız bir bombaya kimsenin hedef olmaması gerektiğini, dolayısıyla terörizme karşı çıkmanın yerel değil, genel bir sathı mecbur kıldığını görmek zorundayız.
Diğer taraftan, ülkemizde ve dünyanın başka yerlerinde patlayan bombalardan siyasal iktidara dönük eleştiri çıkaran siyasetçilerle de karşılaşıyoruz. Tamam ülkemizde patlayan bombalarla ilgili olarak iktidara sorumluluklarını hatırlatmak, olaylar neticesinde infiali ortaya koymak ve yetkililerden net tavırlar beklemek hakkınız da; Brüksel ve Paris’i de mi bizim hükümetler idare ediyor? Derdiniz nedir, bu kadar gerçek dışı bir değerlendirme olabilir mi? Brüksel, Paris veya diğer Avrupa şehirlerindekilerin
Orta Doğu’nun istikrarsızlığında, terörün azgınlığındaki paylarını neden sorgulama ihtiyacı hissetmiyorsunuz?