Tiyatro ile Öğretmenliği Birleştirdim!
Sainte Pulchérie Fransız Lisesi’nde keyifli bir akşamüstü... Sayım Çınar ALexandre Abellan ile Fransa’dan Türkiye’ye uzanan keyifli bir sohbet gerçekleştirdi.
Sayım Çınar / sayimcinar@gmail.com
- Şubat ayında ”Kaygan” isimli önemli bir sergi etkinliği yaptınız. Okulunuzun bünyesinde şahane bir de tiyatro salonu var ve önemli eserler sahneleniyor. Yaptığınız kültür sanat etkinliklerinden bahseder misiniz? 170 yılını dolduran bir gelenekten bahsediyoruz.
170'nci yıldan bahsetmeniz çok önemli. Bu okulda bir gelenek var, aynı zamanda çağdaş kültürü de temsil ediyoruz. Öğrencilerimiz her iki kültürle iletişim içindeler. Bu güzel ortamı sergilerle beslemeyi seviyoruz. Çağdaş ressamların olduğu bu sergiyle, öğrencilerimiz ressamların vizyon ve düşüncelerini resimlerden izleyebiliyorlar.
- Sainte Pulchérie deyince Fransız Konsolosluğu geliyor akla çünkü okul konsolosluğun karşısında küçücük bir yapıymış. Sonradan şimdiki yerine taşınmış. Gelenek çok köklü, bu okuldan mezun olanların hayatını nasıl etkiledi sizce?
Gelmeden önce güzel incelemişsiniz okulumuzun tarihini, önemli bir çalışma yapmışsınız teşekkürler. Hep küçük bir okuldu bizimki. Bu küçüklük bizim için gücün ifadesi. Herkes birbirini tanır. Her öğrenciyi, onun kişiliğine göre takip ediyoruz.
- Edebiyatla önemli bir ilişkiniz var. Fransız edebiyatı tüm dünya edebiyatını önemli ölçüde etkiliyor, siz öğrencilerinize neler öneriyorsunuz?
Marcel Proust çok severim. Her zaman Flaubert öneririm öğrencilerime, onun “Duygusal Eğitim” adlı romanını bütün öğrencilerim okumuştur. Flaubert, stil açısından en önemli yazardır benim için.
Ayrıca bu hafta önemli bir konuğumuz var: Yazar Jean Rouaud Fransa’dan geldi. Gelmesinin amacı öğrencilerle yazı çalışmaları yapmak. Aynı zamanda İstanbul’dan çok etkilendiği için, şehirle ilgili bir kitap hazırlıyor. Gelmesinden önce bilgi sahibi olmak için kitaplarını okudum.
Fransa’nın en önemli edebiyat ödüllerinden kabul edilen, zamanında Marcel Proust’un da almış olduğu “Goncourt Akademisi Edebiyat Ödülü” nü almış biri kendisi. Böyle bir yazarı okulumuzda ağırlıyoruz.
* “ÇOK SANATÇILI BİR AİLENİN OĞLUYUM”
- Kendinizden bahseder misiniz?
Çok sanatçılı bir ailede büyüdüm. Kuzenlerimin arasında komedyen, yönetmen ve çok ünlü bir sihirbaz var. Ailem açık fikirli, vizyoner bir aileydi. Aynı anda dans etmemi ve tiyatro yapmamı desteklediler hep. Her zaman için sahne sanatlarına karşı ilgim oldu. Zaman içinde edebiyat eğitimime ağırlık verdim. Sahnedeki performansımla öğretmenlik performansımı karşılaştırınca öğretmen olmaya karar verdim. Ve fakat tiyatroda öğrendiğim her şey öğretmenliğime çok etki etti.
- “Eğitimde zorlanan öğrenci sanatla kendini geliştirebilir” tezini savunuyorsunuz değil mi?
Öğrencilerle yaptığım tiyatro çalışmalarında şunu gördüm, öğrencide gizli olan bir yetenek tiyatroyla ortaya çıkabiliyor. Sadece yeteneği keşfetmek de değil amaç, hassas kişiliğin farkında olmak mesela… Öğretmenlik aslında bu; öğrencinin gizli yeteneklerini keşfetmek, karakterine uygun olarak yaklaşımlarda bulunmak… Sainte Pulcherie Lisesi’nde yaptığımız bu.
- Türkiye’de yaşamaya Ankara’da başladınız? İki şehrin etkisi farklı mı üzerinizde?
Türkiye’yi Ankara’da keşfettim ve Türklere orada aşık oldum çünkü hayatımda tanıdığım en kibar insanları orada tanıdım. Bir de Ankara’da sahne sanatları ile daha iç içeydim. ODTÜ’de bir çağdaş dans festivali bile düzenledim. Muhteşem bir dönemdi, çok mutluydum. Devamında İstanbul’a geldim ve bu sefer de İstanbul’a aşık oldum.
- Belçika’yı sever misiniz? Ben de yeni döndüm, en sevdiğim ziyaretlerimden biri oldu. Siz bir Fransız olarak Belçika’ya nasıl bakıyorsunuz?
Belçikalıları son derece yaratıcı buluyorum, espri kabiliyetleri de muhteşem. Belçika sinemasını da çok beğeniyorum, ciddi bir mizah var anlayana… Aynı zamanda Fransızlara kıyasla daha sıcak kanlı insanlar. Ve şunu da söylemem lazım ki, Fransız deyince akla sadece Fransa’da yaşayanların gelmemesi lazım, Fransız kökenli bir çok ulus var.
- Tenten’i hangi tarafa yakın buluyorsunuz?
Tenten eğlenceli bir kişilik değil, sabit fikirli bir karakter; onun için Fransız tarafına daha yakın buluyorum. Sonuçta sıkıcı bir gazeteci…
* “BARIŞ AĞACI İSMİYLE SOSYAL SORUMLULUK PROJELERİNİ DESTEKLEYEN İSİMLERE ÖDÜL VERECEĞİZ.”
- Geçtiğimiz yıl okulunuzun Türkiye’deki 170'nci yılını Fransız Sarayı’nda gerçekleştirdiğiniz görkemli bir balo ile kutladınız. Bu sene herhangi bir kutlama var mı?
Fransız Sarayı’nda her zaman etkinlik yapamıyoruz tabii, 170'nci yıl için özel bir kutlama yaptık. Öğrencilerimize yönelik etkinlikler yapmaya devam ediyoruz, edeceğiz. Barış Ağacı ismiyle sosyal sorumluluk projelerini destekleyen isimlere ödül vereceğiz. Seçimi de öğrenciler yapacak. Mayıs ayında ödülleri teslim edeceğiz. Bu ödülü gelenekselleştirmeyi ümit ediyoruz.
- İstanbul Film Festivali başlıyor. Fransız filmlerinin özel bir yeri vardır bu festivalde. İstanbul Film Festivali sizin için ne ifade ediyor?
Özellikle İstanbul’a ilk geldiğim yıllarda sabırsızlıkla beklerdim festivali, çünkü bağımsız bir festival ve gösterilen filmler çoğunlukla derinliği olan, entelektüel filmlerdir. İstanbul’un imajını yaratan önemli bir festivaldir her zaman. Bir sürü Türk filmi de seyrettim festival sayesinde. Unutamadığım bir anımsa, entelektüellikten çok uzak, hatta bir anekdot; Sophai Coppola’nın yönettiği Marie Antoinette filminin gösteriminden sonra partisi vardı. O partide biriyle tanıştım ve saatlerle muhabbet ettik. Ertesi gün anladım ki saatlerce konuştuğum kişi Asia Argento imiş…