Covid 19 ile birlikte toplumca dilimize yapışık hale getirdiğimiz sözcüklerden birisi pandemi yani dünya çapında yaygın hastalık, salgın veya kara salgın olarak da tanımlanıyor Türkçemizde.
Trollük bütün virüslerden hızlı yayılıyor. Salgın. Hatta kara salgın… Kendisine gazeteci diyen, toplum tarafından da bu hüviyetleri ile tanınan kişiler de bu salgına yenik düşebiliyor.
Oysa ki gazeteciliğin trollükle ilgisi yok. Gazeteci yansız, tarafsız, objektif, doğruların, gerçeklerin yansıtıcısı olan insandır.
Ülkemizde aktif olarak faaliyet gösteren partilerin sayısı yüzün üzerinde. Bunlardan yerel ve genel seçimlere girme hakkı elde etmiş yani ülkenin önemli bir kısmında örgütlenmiş olanların sayısı yirmiye yakın, parlamentoda temsil edilenlerin sayısı ise on civarında.
Yani siyasal teşekkül ve siyasetçi konusunda bir eksiğimiz, noksanımız yok. Ne var ki siyaseti siyaset kurumları içinde yer alanlardan ziyade siyasete mesafesini koruması gerekenler daha fazla yaptığı için işin kıymeti de saygınlığı da kalmıyor.
Üstelik siyaset kurumlarında bulunanların yerine geçerek onların cümlelerini keskinleştirenler kendi esas mensup oldukları mesleklerin de ağırlığını azaltıyor.
Gazeteciler, emekli bürokratlar, emekli askerler, emekli büyükelçiler, akademisyenler, hukukçular ekranları dolduruyor ve bir kısmı muhalefet, bir kısmı da iktidar adına konuşuyorlar.
Sözü olanın sarfetmesi, eleştirisi olanın dile getirmesi demokratik bir hak ve toplumlar için de bir zenginliktir. Bunun kesinlikle savunulması ve önüne manialar çıkarılmasının engellenmesi lazımdır. Demokrasinin varlığını hissedebileceğimiz ortam konuşan bir ülke olmakla mümkündür.
Ancak konuşurken, sözün ağırlığını, uzmanlığın değerini, bilginin haysiyetini korumak esastır.
Karşısına aldığını, diline doladığını en ağır hakaretlerle, iftira ve isnatlarla yerin dibine sokmaya kalkışmak ne eleştiridir, ne düşünce, fikir açıklamadır ve ne de ifade özgürlüğü kapsamında ele alınabilir…
Hakaret ise suçtur. Kaba bir dil ise terbiyesizliktir. Çirkinliktir. Savunulacak tarafı yoktur.
Kabalığı, çirkinliği, hakareti kimin ne için yaptığına bakılmaz. Kişiye göre hüküm verilmez. Bunlar her halükarda kötüdür.
Topluma herhangi bir değer katmaz. Yeni bir bakış açısı kazandırmaz. Fikri bir gelişme temin etmez.
Birtakım siyasal anlayışlar, görüşler, menfaat odakları, sivil toplum yapılanmaları adına da bu çirkinlikler sergilense durum değişmez. Kötülük kötülüktür.
Bu seviyesizliklerin sizden veya bizden olanı yoktur. Bunlara ideolojik veya inanç alanlarından kisveler giydirilerek meşrulaştırmak, savunmak da yersizdir. En az yapılan kadar kötü, itici ve hatta iğrençtir.
Siyasal eleştiri seviyesi, dozu doğru ayarlanmaz ise çatışma yaratır. Çatışmalar toplumsal şiddete de evrilebilir. Bu bakımdandır ki, siyasetçilerin akıllı, bilgili, deneyimli ve seçkin insanlar olarak temayüz etmesi, bilinmesi ve bunun için seçilmeleri yoluna gidilmektedir.
Gerginlikleri, çatışmaları, huzursuzlukları gidermeleri, sorunları çözmeleri için siyasetçilere ihtiyaç vardır, kendileri başlı başına sorun olsunlar ve tüm bunları yaratsınlar diye değil.
Siyasetçilerin işlerini gazeteciler üstlenemez. Üstlenmek isterlerse gazetecilik değil, siyaset alanında iştigal etmeleri gerekir. Bu da doğal ve normaldir. Dünyanın pek çok yerinde gazeteci iken iyi ve başarılı siyasetçi olmuş pek çok insan vardır.
Bizde de çok sayıda gazeteci siyasete girmiş ve çok katkı sağlamıştır. Ancak hem gazeteci kalıp hem de bir siyasal partinin militanı olarak meslek icrası doğru değildir, meslek ahlakı ile de bağdaşmaz.
Hiç kimse Sayın Cumhurbaşkanı’na açık ve aleni bir şekilde hakaret etmiş bir gazeteciyi haklı çıkarmaya çalışmasın. Bunun eleştiri ile alakası yoktur. Hakaret suçtur. Gazetecilerin suç işleme imtiyazları olamaz. Nefret dili siyasette yer alamaz. Nefret dili bir gazetecinin dili de olamaz. Bunun adı trollüktür, gazetecilik değildir.