'Türkiye Orta Doğu'daki savaşın yükünü tek başına çekiyor!'
15 Temmuz darbe girişiminde gazeteci olarak kritik bir rol oynayan, son dönemin önemli kalemlerinden ve televizyon yüzlerinden biri Ahmet Kekeç... Sayım Çınar Ahmet Kekeç ile gündemi konuştu.
Sayım Çınar / sayimcinar@gmail.com
Referanduma yaklaşıyoruz. Nasıl değerlendiriyorsunuz süreci?
Ben başlangıçtan beri hep aynı şeyi yazdım. Sistem değişikliğine gerek vardı. Bu noktaya getiren sistemi değiştirmek isteyenler değil, sistemi bu noktaya getirenlerdir. Parlamenter sistemde bir sıkıntı var. CHP ve Deniz Baykal var sistemin tıkanmasının başında. Etkisiz bir parlamento, iki başlı bir yönetim ve cumhurbaşkanıyla başbakanın pozisyonu için çizgiler belli değil. Bunu gidermenin iki yolu var. Eski siteme dönülebilir, ki bu çok mümkün değil, iki fiili duruma göre bir düzenlemeye gitmek. Bugün de bunu konuşuyoruz zaten. MHP desteğiyle iki parti arasında görüşmeler başladı.
** “CHP’nin hayır deme hakkı vardır, örgütleme propaganda yapma hakkı vardır ama öneri de yapmalıdır.”
Büyük kavgalar yaşanıyor Meclis’te...
Parlamento adına talihsizlik. Her şey göz önünde yaşanıyor. İlk turlar oylamalarda her iki partinin kararları değiştirmeye yetiyor. CHP istemediğini söylüyor, aritmetik olarak engellemenin bir yolu yok. CHP iç tüzüğün verdiği yetkiyle bu görüşmeleri geciktirmeye, engellemeye, grup önergeleriyle sulandırmaya çalıştı. Milletvekili ısırmalar, yumruklaşmalar… Kürsü işgalleri… Hoş olmadı saygınlık açısından. Referanduma gidilecek, halk karar verecek. Ne olursa olsun saygıyla karşılamak düşüyor bize. Anayasa değişikliği çok önemli bir iştir. Bütün partilerin destek vermesi beklenmemeli. Sadece ‘hayır’ diyen bir kesim var bizde, hep eleştiriyorum bunu, CHP’nin ‘hayır’ deme hakkı vardır, örgütleme propaganda yapma hakkı vardır ama öneri de yapmalıdır. CHP ne öneriyor, bilmiyoruz. ‘Eski sisteme dönelim’ rasyonel ve ahlaki bir teklif değil. Cazip olmaktan çıkaran eski sistemi yine CHP’ydi. Hem eski sistemin önünde engel olacaksın, hem aşınca eski hali bugüne engel olacaksın. Problemli görüyorum bütün bu durumu.
Televizyon programınız büyük ses getiriyor. Darbe gecesi de çağrı yapanlardan biriydiniz.
Darbe gecesi stüdyodaydım. Darbeye karşı insanların halkın bir itiraz geliştirmesini konuşuyorduk. İnsanlar da sokaktaydı o saatte. Birçok şey değişti 15 Temmuz’da. Siyaseti değiştirdi, siyasetin en önemli unsuru olan seçmeni ciddiye almamız gerektiğini bize gösterdi. Siyasetin artık müdahale kabul etmeyeceğini gösterdi. Türk halkının demokrasiye sahip çıkma konusunda daha ciddi olduğunu gösterdi. Darbeler ülkesiyiz, müdahaleler yaşandık, çok sayıda muhtıra yaşadık, bütün bu baskılara boyun eğdik, itiraz etmedik. ‘Hayır’ deme alışkanlığından uzaktık. 15 Temmuz bunu yıktı. Belli bir azınlık hariç Türk halkı her kesimiyle darbeye direndi. Bunun çok olgun bir tavır olduğunu düşünüyorum. Ayrılıklarımız bir yana, birleşebileceğimizi gördük. Kamplaşmadan yakınılıyor ama gerektiğinde bunun aşılabileceğini gösterdi 15 Temmuz. ‘Hayır’ deme cesaretini göstermiş bu halkın bir ferdi olduğum için, kamuoyu oluşturan bir gazeteci olduğum için gurur duyduğumu söylemeliyim.
Son dönemde çok şey yaşanıyor. Rus konsolosun öldürülüşü, Reina katliamı… Ciddi bir operasyonla yakalandı katil. Bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu hadisenin kritik bir eşiğin aşılması bakımında önemli buluyorum. Terör örgütlerinin saldırısı altındayız. Ülkemize savaş açmış durumdalar. DAEŞ, PKK, FETÖ ve daha niceleri… Lojistiği de dış ülkelerden alıyorlar. Böyle hassas bir konumda olan bir ülkede terörün oluşturacağı travma her zaman büyük olmuştur. Yeni yılın ilk dakikalarında gerçekleştiği için bu travma daha da büyük yaşandı. Saldırganın yakalanması psikolojik olarak bize iyi geldi. Terörle mücadele noktasında önemli bir atılım oldu. Moraller yerine geldi. Halkın katılımı sağlandı. Terör faillerinin bulunmasında yararlı oldukları görüşü ön plana çıktı. Türkiye için olumlu bir gelişmeydi bu.
** “Obama’nın vitrine yerleştirilen sempatik bir yüz olduğunu düşünüyorum, geride bir şey değişmedi.”
Trump görevi devraldı. Obama’lı dönemi nasıl görüyorsunuz?
Obama dönemi benim açımdan son derece kaotik bir dönemdir. Özellikle seçilmiş bir kişi olduğunu düşünüyorum. Göreve başladığında bütün dünyada destek kampanyaları düzenlendi. Kenya kökenli olması, bir yanıyla Müslüman ismi taşıması, siyah olması… Birçok yerden destek aldı, ülkemizde gösteriler yapıldı, kurbanlar kesildi, birçok İslam ülkesinde yaşandı bu sahneler. Ezilmiş bir sınıfın insanı olduğu düşünülüyordu. Fiiliyat hiç de öyle olmadı. Amerika’nın saldırgan politikaları devam etti. Kriz bölgeleri oluşturma ve terör örgütleri üzerinden operasyon yapma anlayışı değişmedi. Silahlar gönderdi, eğitimler verdi terör örgütlerine. Türkiye’yi yaralayan bir politikaydı bu. Obama’nın vitrine yerleştirilen sempatik bir yüz olduğunu düşünüyorum, geride bir şey değişmedi. Trump’la değişir mi, ben Amerika’nın politikalarının günü birlik olmadığı düşünüyorum. Pentagon, CIA, senato belirliyor temel paradigmaları. Bu politikalar değişmez ama bakış açısı değişebilir, üslup değişebilir. Amerika müttefiklerini üzmemesi gerektiğini anlar belki. Bu açıdan Trump dönemi daha farklı olabilir.
Mülteci durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye Ortadoğu’daki savaşın yükünü tek başına çekiyor. Dünya ülkelerinin bir yardımı yok. Davutoğlu döneminde bir göçmen anlaşması yapıldı. Avrupa üzerine düşeni yapmadı. Para göndereceğini söyledi mültecilerin durumunu düzeltmek için, yapmadılar. Eylül 2016’da başlatacağını söylediği vize serbestisini de başlatmadı. Fransa’da çok daha sert yasalar var. Terörle mücadelede teyakkuza geçti tüm Avrupa. Bir yandan da bizdeki yaptırımları sebep göstererek yardımda bulunmuyorlar. Bütün dünya bu ikiyüzlülüğü görüyor.
Darbe girişimi sonrası kültürel ortamı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben biraz farklı düşünüyorum. İktidara yakın olan sınıfların kültürü iktidara uzak olanların kültürü gibi bir ayrım yapmak çok doğru gelmiyor bana. Bazı kavramlaştırmaları da yanlış buluyorum. Sol edebiyat sağ edebiyat seküler edebiyat gibi. Gündelik hayat içinde işimizi görebilir ama doğru değil. Bir takım buluşmalarla zaman zaman aşıldığını düşünüyorum. Özellikle edebiyat alanında. Eskiden daha sert ayrışmalar vardı. Birbirinin nitelikli edebiyatını görmezdi iki taraf eskiden. Bu kamplaşmanın artık geçerli olduğunu düşünmüyorum. Niteliğin aranır bir unsur olduğunu düşünüyorum. Bence korunması gereken nitelik.
** “Daha çok edebiyatın, siyasetin magazini gibi geliyor bana popüler dergiler.”
İtibar dergisinde yazıyorsunuz. Popüler dergileri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Daha çok edebiyatın, siyasetin magazini gibi geliyor bana popüler dergiler. Ben doğrusu çok da izlemiyorum, o kadar çoklar ki. Nitelikli sayılabilecek çok şey vardır eminim, ama çok olmaya başladılar, şekil olarak çok benzemeye başladılar, ayırt etmek de zorlaştı. Vakit sorunundan çok da izleyemiyorum. Magazin boyutu eksik dergiler okuyorum. Varlık, Kitaplık, İtibar gibi dergiler okuyorum. Hece’yi izliyorum yine aynı şekilde. Okumayı, edebiyatı sevdiriyorlarsa iyi bir şeydir. Ben faydacı bakıyorum. İlgiyi ayakta tuttukları bir gerçek. Gençlik dönemimden daha çok okunuyor. Yayınevleri, kitap fuarları, tirajlar gösteriyor bunu.
Yeni bir roman yazmayı düşünüyor musunuz?
İçimde ukdedir. Elimde şu anda üzerinde çalıştığım romanlar var. Gazeteciliğin getirdiği yoğunlaşmadan fırsat bulabilirsem yazmak istiyorum. Ömrümüz vefa ederse polisiyeler var yazmak istediğim. Mesleki mesaimi azaltabilirsem edebiyat üzerine yoğunlaşacağım. Bir romanım, bir hikaye kitabım, günlüklerim yayınlandı, belgesel roman yazdım. Tekrar o havaya dönmek isterim. Edebiyata daha çok zaman ayıracağım günleri bekliyorum.