Ukrayna’da seçimleri bir komedyen kazandı.
Peki Türkiye’de bir komedyen seçim kazanabilir mi?
Baştan söyleyeyim, içinden geçtiğimiz zamanlar “kesinlik”ten hoşlanmaz.
“Evet”, “hayır” yoktur.
“Siyah”, “beyaz” yoktur.
“Oncu”, “buncu” yoktur.
Bu çerçeveden bakınca;
Siyaseti, siyaset bilimi üzerinden okursanız, elbette bizde de bir komedyen seçim kazanabilir.
Üç kritere bakmak gerek; Ortamın iklimi, seçmenin ruh durumu, komedyenin niteliği.
Ortamın iklimi, siyasete ağır yük yüklüyor ve siyaset, o yükün altından kalkabilecek kararlar alamıyorsa, herkese şans doğabilir.
Seçmenin ruh hali depresif ise, siyasi aktörlerin gergin ve çözümde kısır hallerine tepki koymak isteyebilir.
Komedyenin niteliğine gelince. Umutsuz yerimiz orası.
Bizim güncel komedyenlerimiz hayata bir tavır olarak bakmıyorlar.
Su akarken küpünü doldur telaşına düşüyorlar.
Zelensky’nin popülerliğini artıran, dizide oynadığı “kazara politikaya giren öğretmen” karakteri.
Seçmenin kendine yakın bulduğu bir rol.
Biraz “Mahallenin saf ama dikleşen Mükremin Abisi” gibi.
O günkü Yılmaz Erdoğan, oyları silip süpürecek biriyken, bugünkü “patron” Yılmaz Erdoğan’ın hiç şansı yok.
Cem Yılmaz deseniz, yumuşak yumuşak yaptığı eleştirilerle yükselirken şanslı olabilirdi.
Siz bakmayın Gani Müjde’nin oylamasında Cem Yılmaz’ın birinci çıktığına.
Oy istemeye sokağa çıksa, Züğürt Ağa’daki kendi oyunu arayan Şener Şen pozisyonuna düşer.
Şahan Gökbakar mı?
Kazanma potansiyeli en yüksek o olsa da, hem sağ hem sol seçmen için “Recep İvedik”, sinema perdesine hapsedildiği sürece iyi.
Amaaaa.
Bir Kemal Sunal düşünün.
“Hababam Sınıfı”nın saf Şaban’ı, “Kapıcılar Kıralı”nın ezik kesimlerin zeki temsilcisi, “Kibar Feyzo”nun sömürüye direnen Feyzo’su olsa.
Açık ara seçimleri kazanabilirdi.
Ve fakat.
Şimdi. Bizim trilyoner komedyenlerimiz var, sevenleri var, toplasanız beş oy edecek itibarları yok.
“100 KİŞİYE SORDUK”
TRT’de. “Aileler Yarışıyor” yarışmasında, “100 kişiye sorup beş popüler cevabı” arıyorlar.
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’na şehit cenazesindeki linç girişiminde kimin haklı olduğu tartışılırken…
Tesadüf. Yarışmada şu soru vardı: “100 kişiye sorduk, sessiz olunması gereken beş yer söyleyin.”
100 kişinin beş cevabından biri “cenaze”ydi.
Şehit cenazesinde yaşananlara kimse bu açıdan bakmıyor.
Halbuki. Cenazeler, ibadethaneler sükunet, sabır ve dinginliğin hüküm sürdüğü yerler değil miydi?
Ne oldu bize?
“ÖNCE KENDİNE BAK”
Öğrencilerimle aramda geçen diyaloglara zaman zaman yazılarımda yer veriyorum.
En çok da o yazılar ilgi görüyor.
Geçen hafta. Öğrencilerimden biri odama geldi.
Konuşmak istiyordu.
Ortamda hafiften bir gerilim.
Anladım, dersleri falan değildi konu.
Anlatmasını istedim.
“Arkadaşlarım benimle bir arada olmak istemiyor” dedi, “yalnız kalıyorum.”
Devam etti, “Benden uzak duruyorlar, halbuki konuşkanım, girişkenim. Onlara bilmedikleri konularda bir yığın şey anlatıyorum, işlerine yarıyorum yani.”
İçini çekti, “Yine de benimle zaman geçirmek istemiyorlar.”
“Sen şahane olduğuna göre, sorunun onlarda olduğunu düşünüyorsun” dedim.
“Yok” dedi, “sorun onlarda değil de, nerede olduğunu anlamıyorum.”
Uzun uzun konuştuk.
Ona dedim ki, “Bir kişi, iki kişi olsa haklı olabilirsin. Ancak sen genel bir durumdan söz ediyorsun.”
Başını salladı.
“Öyleyse” dedim, “kendine yakından bakacaksın.”
Anlamadı.
“Yani” dedim, “kendine bir bak, sana şahane gelen niteliklerin onlara itici geliyor olabilir.”
“Sanmam” dedi.
“Sanmam demeye devam edersen bu sorunu yaşamaya, yalnız kalmaya da devam edersin.”
Dinledi.
“Kendine eleştirel bakmayı öğreneceksin. Kendine sorular soracaksın” dedim, sıraladım:
“Acaba çok mu konuşuyorum? Bu insanları sıkar.
Acaba her şeyi biliyor gibi mi konuşuyorum? Ukala insanları kimse sevmez, herkes her şeyi biliyor kendilerince.
Acaba lüzumsuz mu konuşuyorum? Kimsenin kimseye tahammülü yokken bir de.
Acaba keyifsizliğim bin km’den mi görünüyor? Herkes kendisine gerginlik bulaştıracak insanlardan kaçar, rahatlatacak insanlara doğru gider Bu soruları sor, gerçek cevapları ver.”
“Cevapları size mi getireyim?” dedi.
Gülmekten kendimi alamadım, “sadece samimi şekilde kendine cevap ver yeter” dedim.
Kalktı, kapıya yöneldi.
Arkasından seslendim.
“Dinlemeyi öğrenerek daha vazgeçilmez olabilirsin!”
YENİDEN REFAH PARTİSİ TUTAR MI?
Tutmaz.
Yeni bir şeyin tutması için yeni bir şeye denk gelmesi lazım.
MERAK
Hızla yükselip, hızla sahnelerden inen Buket Aydın, aslında beni zerre ilgilendirmiyor.
Kanal D’deki işine son verildiyse…
CNN Türk’teki “40” programı devam edebilir. Nasılsa ne bilgi, ne de içerik istiyor o program.
Benim merakım, Mete Belovacıklı gibi kumaşı iyi bir gazetecinin yayın yönetmeni olduğu Milliyet’te, Buket kızımızın engin söyleşileri devam edecek mi?
Yemiyorum, içmiyorum bunu düşünüyorum..
ANLADIK HER ŞEY VAR DA…
En büyük havalimanımız var.
Otobüs terminalinden çok havalimanı yaptık.
Uçak desen bir yığın.
Havayolu şirketi desen sayısız.
Uçan yolcu sayısı çok fazla.
Ve fakat.
“Uçağın rötar yapması, limana gelir gelmez havalanmasından evladır”, bilincine sahip olanımız az.
Uçak rötarına, otobüs rötarına verilen tepki verilemez.
Geciken uçak için yer görevlisine hakaret etmek dünyanın en aptalca işi.
Ne yani, gidip uçağı o mu getirsin?
Atlas Havayolları da, hakaret eden yolcuya bilet satmama fikrine aşık olmak yerine, imajını bir daha düşünsün bence.
Pegasus gecikince tık yok, Atlas gecikince millet şahin.
TRT GENEL MÜDÜRÜNÜN DANIŞMANI YOK MU?
Günlerden 23 Nisan. Çocuk Bayramı.
Ev sahibi TRT Genel Müdürü konuşma yapıyor.
Dinleyenlerin yaş ortalaması 10, bilemedin 12
Kendisinin minik çocukları da orada.
Üstelik kendisi çok genç bir adam. Dinamik biri de.
Yaptığı konuşmanın metni ise siz deyin 70, ben diyeyim 90 yaşında!
Sanırım konuşma yazarı var, danışmanı yok.
BUNU SEVDİM
Futbolcunun biri, manken Dilan Çiçek Deniz’e mesaj yollamış:
“Çok güçlüyüm, çok zenginim ve Kanadalıyım.”
Adama demediğini bırakmayan geniş bir kesim var. Sözüm onlara.
Bu futbolcunun gezdiği ortamlarda, bu üç özelliğin büyük çapta iş yaptığını bilmeyen yokken. Sizdeki neyin kafası?
Adamın eğmeden bükmeden direkt mesaj vermesini ben pek sevdim.
Dilan Hanım da zekice bir cevap bulup “her kuşun eti yenmez” der, olur biter.
Adamın söylediklerini değil, ona o sözü söyleme cüretini veren ortamı sorgulasanız ya…
ERSUN’LA İLGİM YOK
Ersun Yanal’ın her iletişim krizinde beni mesaj yağmuruna tutanlar var.
İletişim biçimi nedeniyle Ali Koç’tan zılgıt yedi ya…
Onu tanıdığımı bilenler hesabını bana soruyor.
Halbuki.
Ben sadece, 2013’te Fenerbahçe teknik adamlığına geçiş sürecini yönettim.
Hayli zorlu ve engelli bir süreçti, başardık.
Trabzon’a gidiş sürecinde de yardım ettim, çünkü Trabzon camiasında “2010- 2011 şampiyonu Fenerbahçe” dediği için kendisine direnç vardı.
Çözdük.
İlgim o kadar.
Ersun’la ilgili iki şey bilirim;
Bir, bence Türkiye’nin en iyi teknik adamıdır.
İki, bence iletişimde Türkiye’nin en dökülen adamıdır .
ESKİ VE GÜZEL BİR ANI
Meğer Julia Roberts örgü örermiş. Eş, dost kim varsa onlara.
Söyleşisindeki bu ayrıntı beni eski, güzel bir anıya götürdü.
Mülkiye’den doktora yeterliliğimi aldığım gün, okumalardan ve çalışmalardan sonra içine düştüğüm kocaman boşlukta örgüye sarılmıştım.
Rengârenk kazak örebilmiştim.
Bu anı beni gülümsetse de, Julia’nın halâ bu hobiyi sürdürmesine rağmen benim geride bırakmış olmama üzüldüm.
Hemen gidip şiş ve ip almam lazım. Bu yaz örerim.
AKLIMDA KALAN
Ünlülerimizin gülünç egosu: Bizim ünlülerimiz bir alem. Üç televizyona çıkıp, iki dizi yapanın yürüyüşü değişiyor. Duracakları yeri bilmeyince de gülünç oluyorlar. Mesela Ahmet Kural’ın mahkeme kapısında Sokrates’ten üstelik de
yanlış şekilde alıntı yapması. Mesela, Kıraç’ın bana cevaben kendisini Galilei ile eş tutması. Mesela Nihat Doğan’ın Danton’un “İhtilâl önce kendi evlatlarını yer” sözünü referanssız kullanması gibi. Ne oldum delisi olmak yerine, biraz kendinizle barışın. Bir toplu iğnelik balonların üzerindesiniz unutuyorsunuz.