Türkiye’de Siyasetin Yeni Biçimi

Mahmut Özer
Mahmut Özer mahmutozer2002@yahoo.com

Nuran Yıldız, ‘Türkiye’de Siyasetin Yeni Biçimi: Liderler, İmajlar ve Medya’ başlıklı kitabında siyasette tüm ülkelerde lider merkezli dönüşümü, liderin imajının nasıl oluşturulduğu ve sürdürülebilir kılındığı, bu süreçte medyanın katkısı ve değişen yapısını hem literatüre dayalı sağlam bir teorik çerçeveden hem de bu çerçeveyi daha anlaşılabilir kılan dünya ve ülkemizdeki siyasi liderlerden örneklerle kapsamlı bir şekilde ele alıyor (Phoneix Yayınevi). Kitap, Yıldız’ın doktora tezinin güncellenmiş hali. Kitabın 2002 yılında yayımlanmış olması, imaj çalışmalarında dijital platformların bu kadar yaygın ve etkili olmadığı, televizyon, gazete ve radyo gibi ana medya enstrümanlarının baskın olduğu bir dönemden seslenmesi bakımından oldukça ilginç olduğu gibi, değerlendirmelerinin 23 yılda doğrulanabilirliği ile ilgili de okuyucuya açık uçlu düşünme imkânı da sağlıyor.

Toplumsal dönüşümler, sosyoekonomik yapılardaki değişimler doğal olarak siyasi partilerin, kurumların kendilerini topluma anlatma, algı veya anlam oluşturma süreçlerini ve bu süreçlerde yer alan enstrümanların yaklaşım biçimlerini de değiştirmektedir. Yıldız’ın kitabın birinci bölümde kapsamlı bir şekilde ele aldığı gibi serbest piyasa ile ürün pazarlamasında yaşanan değişimler ve bu değişimlerle belirlenen yaklaşımlar siyasi partiler ve liderler için de geçerli olmuştur. Yıldız bu bağlamda Richard Sennett’e atıfla siyaset ile gösteri arasında bu dönüşümle güçlenen bağa atıfta bulunmaktadır (sh.97). Bu değişimde siyasette öne çıkartılan ‘yıldızlar’ sistemi gibi partilerden çok partilerin liderleridir. Desteklenen ve gösteride öne çıkan artık liderlerdir. Sürükleyiciliği ve kalıcılığı sağlayan da artık liderlerdir. Dahası, siyasetçi bir ürün, seçmen ise bir müşteri olmuştur (sh.15). Bu nedenle, ‘Bugün kamu, yöneticilerinden iki önemli istekte bulunmaktadır: gözle görülür olmak ve anlaşılır olmak’ (sh.26). Artık, gözlem öne çıkmakta, gözlenen ise ‘iletişim araçlarından geçerek kurgulanan şey’ olmaktadır (sh.28). Dolayısıyla, liderlerin imajı kritiktir.

Kitle iletişim araçları ile imajlar istenildiği gibi kurgulanabilmektedir. Ancak, bu farklı kurgulama imkânlarına rağmen Yıldız’ın liderlerin imajlarında sahiciliğe ve gerçekliğe yaptığı vurgu kitap boyunca dikkat çekmektedir. İmaj çalışmalarının bu gerçeği halka taşımada bir araç olduğunun altını çizerken gerçeğe ve sahiciliğe dayanmayan algı çalışmalarının yaygınlığı nedeniyle imaj kavramının anlam erozyonuna maruz kaldığından yakınmaktadır. Kitabın önsözünde de bu vurgu yapılmaktadır: ‘…Bugünün siyasal yaşamının sahnelendiği ortamda, liderler de ne kadar yaşamın içindense o kadar kalıcıdırlar ya da “mış gibi” oldukları sürece sabun köpüğü/pembe dizi kahramanları gibi yapay ve gelip geçici olur, gelip giden gereksinimleri karşılarlar. Çoğu kez imaj, özellikle bir siyasetçi imajı “mış gibi” olmayı çağrıştırdığı için kavramın kendisi suçlanır. Oysa siyasetçinin imajı “mış gibi” den “gerçeğe” yaklaştığı ya da vurgunun “görünen”den uzaklaştığı ölçüde başarılıdır…”(sh.iii).

Yıldız’ın imaj ile gerçeklik arasında kurduğu bu bağ, kalıcılıkla ilişkilidir. Yıldız’ın vurguladığı gibi imajda süreklilik, tutarlılık ve örgütlülük öne çıktığı için planlı ve uzun soluklu bir çalışma gerektirmektedir (sh.41). Yoksa çoğu imaj çalışması gerçeklikten koparak kurgulanmakta, ancak seslendirme yapılan yabancı filmlerdeki beden ve ses arasındaki senkronizasyonun bozulması durumunda izleyicinin o sesin o kişiye ait olmadığını anladığındaki gibi gerçeklikten kopularak izleyicide kekremsi bir tat bırakmaktadır. Dahası, gerçekliğe dayanmayan kurgu kalıcı olmayacak, gösteri dünyasının doyurulamayan iştahının geçici bir öğünü olacaktır. Bu nedenle Yıldız, israrla ‘…Bu tartışmalar genellikle, kamuoyunda imaj çalışmalarının temel amacının gerçeği değiştirip saptırmak, gerçekle bağları koparmak olduğu savı çerçevesinde gelişmektedir. Oysa imajla gerçek arasındaki ilişki, gerçeğin reddi yönünde değil, iletişim araçlarının teknolojik yeteneklerinden yararlanarak gerçeği/gerçekliği yeniden tanımlamak biçimindedir” vurgusunda bulunmaktadır (sh.18-19). 

Bu bağlamda gündem oluşturma kapasitesi de öne çıkmaktadır. ‘İletişim araçlarının insanların neyi düşünmeleri gerektiği konusunda çok etkili olmasa da ne hakkında düşünmesi gerektiği konusunda’ çok etkili olması (sh.55) liderlerin toplumun sahici sorunlarına yönelik gündem oluşturma kapasitesini öne çıkartmaktadır. Dahası, bu bağlamda akıl tek başına yetersiz kalmakta, siyasetçiden akıl kadar duyguya da hitap etmesi beklenmektedir (sh.98-99). Burada da sahicilik öne çıkmaktadır. Liderler gerçek dalgalarda akılla ve duygu yüklü bir şekilde sörf yaptıkça umudu ve dolayısıyla sahiplenilmeyi artırmaktadır. Bu kapasite, imaj çalışmalarının önemli bir boyutunu oluşturan anlam oluşturma boyutunun altını sağlam bir şekilde doldurmaktadır: ‘…Çünkü imaj oluşumunda, aracın kendisi kadar izlerkitlenin gereksinim ve niteliklerinin, metin kadar söylem ve bağlamın da önemi bulunmaktadır.’ (sh.61) Gerçek sorunlar üzerinden sadra şifa yaklaşımlarla siyaset yapma, gündem oluşturmayı yinelemekte, dolayısıyla yineleme niteliği imajı pekiştirmektedir (sh.62).

Recep Tayyip Erdoğan

Yıldız kitabın ‘Örnekler’ bölümünde ülkemizdeki siyasi parti liderlerini kitabın önceki bölümlerinde değinilen imaj çalışmaları ve sonuçları bağlamında değerlendirmektedir. Bu kapsamda kitabın yayımlandığı 2002 yılında, Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan ile ilgili değerlendirmeleri, bu değerlendirmelerin 23 yıl önce yapılması açısından son derece dikkat çekicidir. Yıldız’ın bu bağlamda ilk vurguladığı Sayın Erdoğan’ın mücadeleci yönüdür: ‘…Erdoğan tüm konuşmalarında ezilen değil, mücadele eden, hakları elinden alınmış olsa da iktidarı talep eden bir söyleme yönelmiştir’ (sh.137-138). Hatta, Yıldız bu özelliğini Sayın Erdoğan’ın Sayın Erbakan’dan bir kopuşu olarak değerlendirmektedir: ‘…hocası “Her doğru her yerde söylenmez. İçinizde bir şey varsa, tek başına ıssız bir yere, ormana gidin ağaçlara bağırın” derken o, kalabalıklara bağırmayı seçti.’(sh.139).

Medyadaki vesayet odağı üstenci üslubun Yıldız’ın da vurguladığı gibi küçümseme amaçlı ‘Tayyip’ ifadesini kullanması bu mücadeleci tavrı pekiştirdiği gibi vesayet odaklarına karşı uzun süre sessiz kalmış kitlelerin sesi olabilmesini pekiştirmiş ve temsiliyet zeminini genişletmiştir: ‘…Çünkü Türkiye’de siyaset belirli bir toplumsal sınıf, elitler aracılığıyla yapılagelen bir edim olmuştur. O sınıflardan gelenler bir saygının ifadesi olarak ya soyadlarıyla ya da ad-soyadın bütünüyle anılırlar. Oysa Tayyip Erdoğan o sınıftan değildir. Gerçek bir Kasımpaşalı ve alt sınıfın ya da moda deyimiyle “öteki Türkiye”nin temsilcisidir.’(sh.138)

Tam da bu noktada Edward Said’in Oryantalizm anlatısına bir parantez açmakta fayda var. Said, bilindiği gibi Oryantalizmi saf bir doğu bilimi, doğuyu anlama girişimi olmanın ötesinde Doğu’nun Batılı temsilini üretme ve yönetme/zaptu rapt altına alma çabası olarak tanımlar. Dolayısıyla Said, oryantalizmi Batı’nın tek taraflı olarak Doğu’yu temsil etme ve anlamlandırma yaklaşımı olarak değerlendirir. Örneğin, bu retorikten Flaubert’in Mısır’da karşılaştığı kadın da payını alır. Mısırlı kadın konuşturulmaz, Flaubert’in konuşması üzerinden değerlendirilir. Dolayısıyla, Flaubert’in ifadesiyle o ‘tipik bir Doğulu’dur. İşte bu üslup ve retorik o dönem medyada ve eğitimli kesimde de oldukça güçlüdür. Bu nedenle temsilini medyanın ürettiği küçümsenen halkın bir temsilcisi olan Recep Tayyip Erdoğan, onların retoriğinde oryantalist bir yaklaşımla ‘Tayyip’tir.

İşte seçkinlerin oryantalist söylemine uzun süre pasif bir şekilde direnen konuş(turul)mayan geniş kitleler, kendinden olan ve her koşulda kararlı bir şekilde kendisi için mücadele ettiğini gördüğü ve inandığı bir lideri bulduğunda hemen sahip çıkmış, güçlü bir rezonans ortaya çıkmıştır. Yıldız’ın vurguladığı gibi seçkinlerin anlamakta güçlük çektikleri de budur: ‘…Erdoğan’ın geçmişiyle, mücadele ruhu arasındaki neden sonuç ilişkisi çok belirgindir. Kasımpaşalı olmanın onda bıraktığı izler seslendiği kitle için ardından gidilebilecek değerlerdir. Siyasetin seçkin temsilcilerinin anlamakta güçlük çektikleri de budur: Kendileri iyi eğitim görmüş, iyi yaşamış ve yaşayan örneklerdir, her şeyi bilme ve her şey hakkında karar üretme yeteneği de onlardadır. Peki bu halk elit siyasetçilerin tam da zıddı olan bir siyasi karakterde ne bulmaktadır? Yanıtı çok basit olan bu soruyu anlamaları da zaten taşıdıkları nitelikler nedeniyle güçtür. Yanıt halkın Erdoğan’da tam da diğerlerinin zıddı olanda çok değerli bir şey bulmasıdır: kendilerini!...’(sh138)

DİĞER YAZILARI Mobil Dünya Kongresi (MWC) ve Yapay Zekâ Alanındaki Devasa Rekabet Bir Gösteri Alanı Olarak Kamusal Alan
Türkiye’de Siyasetin Yeni Biçimi Ülkemizin Son Dönemde Karşılaştığı En Büyük Zorluk: 6 Şubat Depremi Siyasal Hayatın Kırılmaları ve AK Parti
Tüm yazılarını göster