Türkiye'yi 'uluslararası şeytan' mı yapacaklar?
Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan: IŞİD’den boşalan 'uluslararası şeytan' koltuğunun en güçlü adayının Türkiye olduğu belirginleşti.
PDF formatında yayın yapan ilk gazete olma özelliği taşıyan Gazete Pencere, yayın hayatına başladı.
Gazeteci Yavuz Oğhan'ın öncülüğünde hayata geçirilen gazetede köşe yazıları kaleme alan isimlerden Uluslararası İlişkiler Uzmanı Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan, ilk köşe yazısında Barış Pınarı Harekatı hakkında dikkat çeken analizler yaptı.
Operasyonda başarı sağlansa da algıda cephe kaybedildiğini belirten Arıboğan, "Hem geleneksel medyada hem de sosyal medya ortamında ağır bir yenilgi aldık" diye yazdı.
Prof. Arıboğan yaklaşan bir tehlikeye karşı da şu uyarıda bulundu;
"IŞİD’den boşalan 'uluslararası şeytan' koltuğunun en güçlü adayının Türkiye olduğu belirginleşti."
- İşte o köşe yazısı;
“Zaferlerimizden az, mağlubiyetlerimizden ise çok şey öğreniriz” der bir Japon
atasözü.
Bu bakımdan verilen kısa aradan faydalanarak, Barış Pınarı Harekatımız hakkında ne olup bittiği ya da kazanıp kazanmadığımız hakkında yapılan spekülasyonları bir kenara bırakıp, ne öğrendiğimizi değerlendirme zamanı diye düşünüyorum.
Maddeler halinde sıralayalım.
1 Askeri kapasitemizin, son yıllarda yaşanan oldukça yıpratıcı süreçlere rağmen hala oldukça yüksek olduğu ortaya çıktı. Siyaseten ne kadar bölünmüş olursak olalım, ulusal moral desteğin özellikle savaş zamanlarında yükseldiğini ve ordu üzerinden büyük bir toplumsal konsolidasyon sağlanabildiğini gördük. Bu arada teknolojik millileşme hamlesinin beslediği olumlu psikolojik faktörün katkısını da gözardı etmemek gerekiyor.
2 Kamuoyu diplomasisi kabiliyetlerimizin ve uluslararası iletişim kapasitemizin oldukça düşük olduğu ortaya çıktı. Harekatın ne öncesinde, ne de sonrasında meşruiyet oluşturucu ve pozitif imaj üretmeye yönelik hiç bir önlem alınmamıştı. Askeri unsurlara iletişimsel destek mahiyetinde Gülnur Aybet ve İbrahim Kalın gibi bir kaç İngilizce bilen görevlinin dışında ne resmi ne de sivil katkı sağlanabildi. Hem geleneksel medyada hem de sosyal medya ortamında ağır bir yenilgi aldık ve tüm dünya kamuoyundaki algı aleyhimize döndü.
Sonradan alınan tedbirler de cılız ve edilgen kaldı. Oysa hepimiz biliyoruz ki, iletişimde
altın kural günümüz koşullarında proaktif olmak, sahayı asla karşı tarafa bırakmamak
ve henüz kanaatler oluşmadan devrede olmaktır.
3 Bir süredir olgunlaştırılan “IŞiD destekçisi Türkiye, Batı müttefiki YPG” algısının iyice zihinlere yerleştiği görüldü. IŞİD’den boşalan “uluslararası şeytan” koltuğunun en güçlü adayının Türkiye olduğu belirginleşti. Harekat boyunca hiç kimse Suriye’de yüz binlerce cana kıyan Esad rejiminden, YPG güçlerinin evlerinden ettiği Arap nüfustan, Rusların ya da Koalisyon güçlerinin bombaladığı şehirlerden söz etmedi. 4 milyon mülteciyi barındırmamızdan, devasa ekonomik maliyetleri canla başla nasıl üstlendiğimizden ya da IŞİD saldırılarında kaybettiğimiz canlardan bahsedilmedi.
Üstelik kanımca süreç, savaşın bütün siyasi ve psikolojik maliyetinin üstümüze kalmasına
kadar gitme yolunda ilerliyor. İçeride buna inanmaya hazır bir iç kamuoyu da olunca,
aslında küresel ve bölgesel güçlerin tamamının dahil olduğu ve Arap baharının bir devamı niteliğinde gelişen Suriye iç savaşının bütünüyle Türkiye tarafından kurgulandığı
noktasına evrilmesi şaşırtıcı olmaz.
4 Dünyanın en büyük küresel güçleri bile askeri ve siyasi operasyonlarına küresel meşruiyet ararken, “ulusal çıkar” üzerinden geliştirilen siyasi argümanların zayıflığı görüldü. Dünyada hiç kimsenin Türkiye’nin güvenlik sorunlarıyla ilgilendiği yok ve buna mecbur da değiller. Lakin savaş koşulları, rejim karşıtlığı ya da etnik temizleme faaliyetleri nedeniyle yurtlarından edilmiş milyonlarca insanın yurtlarına döndürülmesi konusu herkesi etkileyebilecek bir argüman. Üstelik Avrupa ülkelerinin ulusal çıkarlarını birebir ilgilendiren bir durum. Burada kıssadan hisse, birilerine bir şeyler anlatmak istiyorsak onun lisanıyla konuşmayı öğrenmemizin önemli olduğudur. İçeriğin kuvveti, o dili anlamayan biri için anlam ifade etmez.
5 Müttefiklerimizi seçerken bireysel değil, kurumsal davranmakta fayda vardır. Aksi halde Trump gibi bir lider “bir gün öyle bir gün böyle” stratejisiyle hepimizi tarumar edebilir. Üstelik kendi pozisyonu tehlikede olan bir lider, koltuğunu tehlikeye atacak şekilde, ideal olanın ya da sevdiği bir başka ülke liderinin tercihleri doğrultusunda davranmaz. İyi bir tüccar, her zaman düşük maliyetle yüksek kazancı hedefler. Siyasi liderlerin de bir tür tüccar olduğunu unutmamakta fayda vardır.
6 Uluslararası siyaset bir satranç oyunudur. Yapacağımız her hamleyi karşı taraftan da akıllıca bir hamle geleceğinden emin olarak ve hesaba katarak yapmamız elzemdir. Sadece taktik zaferlere konsantre olmak oyunu kaybettirebilir.
Hollandalı satranç oyuncusu Max Euwe’un da dediği gibi “taktik geliştirmek için gözlem, strateji geliştirmek için düşünce gerekir”.
Her koşulda önce düşünerek strateji belirlememiz ve taktikleri de ona göre şekillendirmemiz yolumuzu kısaltır.