Kuruluşundan çok önce gerekli olduğuna dair bilimsel çalışmalar yaptığım, kuruluş anından itibaren de gerekliliği üzerine görüşlerimi serdettiğim ve elimden geldiği ölçüde katkı vermeye uğraştığım Türkiye Kamu Denetçiliği Kurumu’nun (Ombudsman Kurumu’nun) bu sene dördüncüsünü tertip ettiği uluslararası sempozyumunun konusu göç ve sığınmacılar olarak belirlenmiş.
Türkiye’de Göç İdaresi Genel Müdürlüğü verilerine göre şu anda üç buçuk milyonun üzerinde sığınmacı bulunuyor. Büyük bir çoğunluğu Suriyeli ve savaşın ilk günlerinden itibaren Türkiye’ye gelmiş insanlar. Türkiye’ye sığınanların burada doğan çocuklarının bile nüfusunun 200 bini bulduğu yine resmi çalışmalarla ortaya konmuş durumda.
Diğer yandan AFAD verilerine göre Türkiye’nin şu ama kadar Suriyeli sığınmacılara harcadığı para miktarı 25 milyar doları buldu.
Türkiye’nin hemen her ilinde ve ilçesinde sığınmacılar var. Bunlardan bir kısmı kendi imkanları ile ayakta durmaya muktedir, günlük hayatın içinde, çalışıyor, ticaret yapıyor, üretiyor ve barışı bekliyor. Bir kısmı ise fakru zaruret içinde, Türkiye’nin ve büyük Türk milletinin hamiyeti ile, yardımları ile ayaktalar. Onlar da barışı bekliyorlar.
Göç sosyolojisi üzerine yapılan çalışmalar gösteriyor ki, hangi sebeple olursa olsun, uzun süreli göçlerin sonunda şartlar normalleşse bile göçe ve sığınmaya mecbur kalanların bir kısmının kendi ülkelerine dönmüyor, geldikleri yerlerde kalmayı tercih ediyor ve hayatlarını öyle devam ettiriyorlar.
İsteriz ki, hepsi ülkelerine gitsinler, yeniden normal hayatlarına başlasınlar, işleriyle güçleriyle uğraşsınlar. Ancak biliyoruz ki, böyle olmayacak. Muhtemelen normalin de üzerinde sayıda sığınmacı Türkiye’de kalmayı tercih edecek.
Öyle ya, artık savaş öncesi şartlara dönebilmeleri öyle kolay da değil, evleri, işyerleri harap olmuş; yakınlarını kaybetmiş, aileleri dağılmış insanların öyle ha deyince yeniden normalleşmeleri mümkün mü?
Türkiye sığınmacı kabulünde dünyada ilk sırada olan ülke. Bölgesi ateş çenberi, tarih boyunca savaşlar, afetler eksik değil; mutlaka bir sebep çıkıyor ve insanlar güvenlikleri için, hayata tutunmak için Türkiye’ye doğru sınırları zorluyorlar.
Hafızamızı şöyle yakın yıllara dönük olarak yokladığımız zaman bile aslında ne kadar çok göç ve sığınma hareketi yaşamışız görürüz: Bulgaristan’dan Todor Jivkov’dan kaçan soydaşlarımız gelmişler, kapıları açmış ve gerekirse hepsini alacağımızı dünyaya ilan etmişisiz… Saddam’dan kaçan peşmergelere ve ailelerine kapıları açmışız, yarım milyonun üzerinde insanı korumuşuz… İran devriminden kaçanların ilk durağı Türkiye olmuş, hala önemli bir kısmı Türkiye’de yaşıyor. Balkanlarda Sırp etnikçiliğinden kaçan başta Bosnalılar olmak üzere tüm mazlum ve mağdurlara kapıları aralamışız, yine mühim bir kısmı Türkiye’de kalmış…
Afrika’dan, Afganistan’dan ve daha pek çok savaş ve karmaşa ortamından kaçanlar yine Türkiye üzerinden bir umut arayışı içinde.
Batı ise, kapılarını sımsıkı kapamış, konforunu feda etmek istemiyor.
Tam da böyle bir ortamda Kamu Denetçiliği Kurumu’nun çağımızın insanlık dramı haline gelen bu konuya el atıyor olması, uluslararısı platforma taşıması gerçekten çok önemlidir.
Emeği geçenleri kutluyorum.
İnşallah burada yapılacak konuşmalar, sunulacak tebliğler konunun tüm boyutlarıyla anlaşılabilmesi için bir vesile olur.