Boğaziçi Üniversitesi’ne atanan rektörden sonra ortaya çıkan rahatsızlığın ifade şekli de buna karşı gösterilen tepkiler de üniversite konusunu sağlıklı bir zeminde konuşup tartışmaktan uzak kılıyor.
Oysaki bu konunun enine boyuna tartışılması lazım. Sekiz milyon üniversite öğrencisi ile Türkiye gençliğine üniversite okuma imkânı veren en büyük Avrupa ülkesi. 203 üniversitemiz var. 130’u kamu, 73’ü vakıf olmak üzere… Ancak öğrenci yoğunluğu kuşkusuz ki kamu üniversitelerinde.
Akademik personel itibariyle sayılar da hiç az değil. Şu anda 170 bin 500 akademik personele sahip, yani muazzam bir akademik kaynağa sahip bir ülkeyiz.
Boğaziçi Üniversitesi, ülkemizin en parlak üniversitelerinden birisi. Lisans ve lisansüstü düzeyde 16 bin civarında öğrencisi var. Öğretim üyesi sayısı ise 500. Yani genel rakamlara bakınca ülkemizdeki akademik zenginlik içinde Boğaziçi’nin sayısal payı en küçükler arasında. Bu üniversitenin mezunları esas gücünü oluşturuyor, 55 bin kadar mezunu var. Çok nitelikli ve iyi kariyer yapmış insanlar. Ülkemize ve dünyaya katma değer ve katkı sağlıyorlar. Boğaziçi bu bakımdan dışa açık, bilimsel, dünyada bilinirliği ve saygınlığı yüksek üniversitelerimiz arasında. Bizim de bu marka değerini koruyarak olayları anlamaya çalışmamız doğru olacaktır.
Bu zenginlikler içinde tartışmamız gereken temel konu üniversitelerimizin ülkemize, insanlarımıza daha nasıl yararlı olacağı, verimliliği üzerine gerçekleşmeli iken, Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör atamasına takılıp kaldık ve tartışmaların içeriği de, seviyesi de trollüklerden ileri gitmiyor.
Rektörlerin seçimle belirlendiği dönemleri de gördük. Bu dönemlere ilişkin pek çok ayrıntılı analiz var, her üniversitemiz ile ilgili. Daha mı iyi yönetiliyorlar, daha mı iyi performans sergiliyorlardı? Bunlar incelendiği zaman ortaya çıkar. Sözgelimi tüm üniversitelerimiz açısından geçerli olan bir konu vardı, üniversitelerimizin bütçeleri içinde özgelirlerinin oranı… Hiçbiri %8’i geçmiyordu. Bu oran da kira vb. rant gelirlerinden ibaretti. Yani, buluş, marka, patent, danışmanlık, tedavi hizmetleri vs. gibi konularda üniversitelerimizin gelir getirici bir faaliyeti görünmüyordu.
Hâlbuki dünyada üniversite değerlendirme parametreleri zaman zaman değişiyor ama sabit kalan hususlar içinde marka, buluş, patent, proje, danışmanlık gibi özgelir sağlayan yani üniversitenin çıktılarına dayanan başlıklar vardı ve hala var…
Kör ölür badem gözlü olur, demiş atalar. Seçim sistemi ile ilgili eleştiriler çok çabuk unutuldu, her akademisyen üniversitelerin sorunlarını ele almaya başladığı ilk anda kurduğu cümleler seçim sistemi ve sonucunda gerçekleşen atamalara dair idi.
Seçim işinden kurtulduk, atama usulü geldi, yine rahatsızlık devam ediyor. Peki, bunu da gözden geçirelim, öneriler ortaya çıksın, konuşalım, tartışalım. Muhtemelen bir karara da varırız. Ancak bu konuşma yürürlükteki mevzuata uygun olan bir atama sonrasında ortalığı yakıp yıkarak, terörize ederek olmaz ki…
Üniversite insanların en aklı başında hareket etmesi gereken yerlerdendir. Burada sorunlar sokak hareketleri ile şiddet ile çözülemez. Üniversitede sorunları çözmek için öğrenciler hareketlendirilemez. Bunun faturası ağır olur. Gençlerimiz, aileleri, akademik camia ve tüm toplum geçmişte bunun acı sonuçlarıyla karşılaştı. Şimdi bir kez daha bunun denenmesi akıllara niyet rektör atamaları mı, başka bir şey mi soruları getirir ki, Boğaziçi Üniversitesi’nde başlayan olayların geldiği nokta en aklı başında, sağduyulu insanları bile kuşku duymaya sevk ediyor.
Bu bakımdan bir kez daha ifade etmekte yarar var. Üniversitelerimizi yarışmacı, rekabetçi bir anlayış içinde tutmak istiyorsak, öncelikle şiddetten uzak olmalı ve tartışmalarımızı akademinin seviyesine uygun bir yere taşımalıyız.
Somut önerilerle sistem değişikliği taleplerini ortaya koymalıyız.
Konuları kişiselleştirerek veya siyasallaştırarak hele hele insanlarımızın değerlerini de araya katıp çatışma boyutlarını sürekli üste taşıyarak sonuca ulaşamayız.
Dünyanın en başarılı üniversitelerine bakalım, modeller çıkaralım ve bunlar üzerinden bir başarı yolu kurmaya uğraşalım.
Kaynak devletten, öğrenci milletten yöntemi ile verimlilik elde edemiyoruz, verimsizliğin önüne geçmenin yolu ise seçilmiş rektör mü, atanmış rektör mü tercihinden birinde ısrardan geçmiyor.
Biraz sağduyulu, sağlıklı düşündüğümüzde bize lazım olana ulaşacağız.