Ünlü magazinci Burhan Akdağ SuperHaber'e konuştu
Ünlü magazinci Burhan Akdağ, SuperHaber'den Safa Görkem Aktaş'a konuştu. Ani bir kararla herkesi şaşırtan, Acun Ilıcalı ve Şeyma Subaşı ayrılığı üzerine çarpıcı açıklamalar yapan Akdağ ilginç mesajlar verdi
Bir gazeteciyle röportaj yapmaya gidiyorsunuz. Hem de hatırı sayılır bir magazinci…
Burhan Akdağ.
Ofisine girdiğiniz anda, oraya iş için geldiğinizi, röportaj yapacağınızı unutuyorsunuz bir kere. Arka fonda, gayet naif bir biçimde Ümit Besen çalıyor. Eski bir plaktan...
Gazete ciltleri, dergiler, imzalı formalar, ödüller, Akdağ’ın 1994 yılından beri yaptığı tüm televizyon programlarının arşivleri… Hepsi bu odada bulunuyor. ‘’Nasıl korunabilir bu kadar şey?’’ diyorsunuz. Akdağ’ın bu koleksiyonlar hakkında müthiş bir fikri var ayrıca. Bütün bu eşyaları ofisinin üst katına taşımayı ve bir ‘’Burhan Akdağ Basın Müzesi’’ yaratmayı planlıyor.
Burhan Akdağ mı?
Konuşması, duruşu, hayata bakışı ve mesleğine verdiği önemle tam bir beyefendi. Yürüyüşü ve o boynundan hiç çıkarmadığı fularıyla ise sıra dışı duruyor. Reddetmiyor zaten. ‘’Çapkın bir adamım ben’’ diyor. Fakat sonra hemen ekliyor, ‘’Ama çapkınlık yapmama gerek yok artık, eşim yanımda.’’
Ayrıca bilgisi, hayata duyduğu tutku ve anı yaşama bilinciyle insanı hayrete düşürüyor…
‘’Kolumda kelepçelerle bir karakoldan diğerine gittiğim zaman da, nezarethaneye girdiğim zaman da mutluydum ben. En azından bunların ne demek olduğunu biliyorum, daha kötüsü olabilirdi’’ diyor.
Ani bir kararla herkesi şaşırtan, Acun Ilıcalı ve Şeyma Subaşı ayrılığı üzerine de konuştuk.
‘’Peki, sizce iddialar doğru mu?’’ diye sorunca da, ‘’Ateş olmayan yerden duman çıkmaz’’ diyor.
MEDYANIN GELECEĞİ...
Direkt olaya girmek istiyorum. Konvansiyonel medyanın durumu ne olacak?
Valla görünüş iyi değil. İyi görmüyorum medyanın durumunu, iyice tekelleşti. Bir patronun 3-4 tane televizyonu var. Ayrıca gazeteci dediğin kişi muhalif olmak zorunda. Benim babam Cumhurbaşkanı, Başbakan yahut Belediye Başkanı da olsa, eğer ben gerçek bir gazeteciysem muhalif olmak zorundayım. İşte bu sebeplerden dolayı medyanın durumu hiç iyi değil.
Sizce dijital medya konvansiyonel medyanın önüne geçecek mi?
Kesinlikle. Hatta dijital medya her şeyin önüne geçecek. Bundan birkaç gün evvel Vatan gazetesi kapandı biliyorsun. Ne oldu? Dijitale geçtiler. Daha öncesinde de birçok gazete kapanarak dijital ortamda haber yapmaya başladı. Yani gazeteler artık birer numune olacak. Bir süre sonra gazeteler, arşivler ve meraklıları için basılacak.
Siz hatırı sayılır bir gazetecisiniz. Neden ana akım medyada yer almıyorsunuz?
Alamıyorum. Bunu yöneticilere sormak lazım aslında (gülüyor). Ama olsun, ben onların arasında yer almasam da magazin konusunda söz sahibiyim. Birçok gazete ve televizyon kanalı benim yorumlarımı manşet olarak kullanıyor.
Peki, böyle bir ortamda dergi çıkarıyor olmak sizi korkutmuyor mu?
Korkutmaz mı hiç… Hem de çok korkutuyor. Hatta ben de dijitale geçmeyi düşünüyorum artık.
Magazin programlarını nasıl buluyorsunuz? Mesela, Gülşen Yüksel ve Müge Dağıstanlı’nın sunduğu 2. Sayfa programı oldukça popüler şu sıralar…
Bence gayet başarılılar. Her ikisini de televizyonculuğa ilk başladığı zamanlardan tanıyorum. Mesela, haberi var mı yok mu bilmiyorum ama Müge ilk Cine5’te başladığı zaman onu ben önermiştim. Gülşen’de Vatan gazetesindeydi. İkisini de gayet başarılı buluyorum.
Fotoğrafları neden alamadınız?
Arkadaşımdan istedim ama fotoğrafları bana vermekten korktu. İsim vermeden yazabilirdim. Ancak elinde bir belge olmadan yazmak bana göre etik değil.
Bir de Şeyma Subaşı ve Çağatay Ulusoy iddiası var…
Açıkçası onu ben Twitter’dan öğrendim. Olabilir neden olmasın ki? Sonuçta Şeyma, eşi Acun’un böyle bir çapkınlık yaptığını duymuşsa ona nispet yapmak için böyle bir şey yapabileceğini düşünüyorum.
‘’Yaptıysa nispet yapmak için yapmıştır’’ diyorsunuz. Peki, bir kadın kocası tarafından aldatıldığını öğrendiğinde sesini çıkarmak yerine neden nispet yapmak için kocasını aldatsın ki?
Ben aldatıldığını anladığı an aldatan çok kadın tanıyorum… Bu camiada bu duruma çok rastlarsın. Aldatılıyorsa aldatır. İster sevgilisi olsun ister kocası. Hiç fark etmez.
Siz sosyal medya hesabınız üzerinden özellikle Şeyma Subaşı’nın umursamaz tavrını eleştirdiniz.
Mahkemeye gitmeden önce sabah kalkıyor, boğaza nazır bir günaydın fotoğrafı çektiriyor takipçileri için. Bilmiyor mu Şeyma Subaşı öğleden sonra mahkemesi olduğunu? Ya sen o gün mahkemeye gideceksin ve yıllarca evlenmek için çaba sarf ettiğin insandan ayrılacaksın! Hadi bunu geçtim… Mahkemeden sonra da hiçbir şey olmamış gibi sosyal medyadan paylaşım yapmaya devam ediyorsun. İnsan ‘’ben nerede hata yaptım acaba?’’ diye düşünür. Sen 1-2 gün sosyal medyada görünmesen milyonlarca takipçi seni bırakmayacak sonuçta. Yarın öbür gün ne olacağı belli olmaz. Aylık alacağın 125 bin TL nafaka da, yılda 4 seyahat de… Biz ne iş adamları gördük bir gecede tepe taklak oldular. Şeyma yarın öbür gün o parayı alamayabilir…
‘’CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN’A MEKTUP YAZDIM’’
Koynumdaki Yılan kitabında neyi kanıtlamak istediniz?
Neyi kanıtlamak istedim biliyor musun? Yuvanın dağılmasından sorumlu kişinin ben olmadığımı, potansiyel bir katil olmadığımı, ‘’gizlice evime girdi’’ iddialarına karışı hırsız olmadığımı ve çete üyesi olarak şikayet edildiğim için aslında bir çete üyesi olmadığımı kanıtlamak istedim. O kadar çok şikayet edildim ki… Bir ara sürekli adliyeye gidip ifade veriyordum. Kısacası, anlatıldığım gibi bir insan olmadığımı kanıtlamak için yazdım.
Müge Anlı’nın ‘’Koynumdaki Yılan’’ kitabının satıştan kalkması için dava açtığı doğru mu?
Evet doğru. Kitap çıktıktan bir hafta sonra mahkemeye başvurdu. Mahkeme reddetti. Sonra bir üst mahkemeye başvurdu. Orası da reddetti. Yani iki mahkemeden onaylı bir kitabım var…
Kızınız Lidya ile görüşemediğinizi söylüyordunuz. Şimdi durumlar nasıl?
Hala görüşemiyorum… Düşünün 21. yüzyıldayız, ikimiz de okumuş ve belli bir kültür seviyesinde olan insanlarız ve kendisi şuan yaptığı TV programında aileleri kavuşturuyor. Yani bunlar herkesin gözü önünde yapılıyor ancak iş gerçeğe döndüğü zaman ben kızımı göremiyorum.
Sizinle ilgili araştırma yaparken bu konuyla ilgili Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yazdığınız bir mektupla karşılaştım. Geri dönüş oldu mu?
Hayır, bir geri dönüş olmadı. Zaten bunu da beklemiyordum. Sabah kalktığımda Cumhurbaşkanı ve eşini Müge Anlı’nın programında gördüm. Müge Anlı ‘okuma yazma seferberliği’ gibi bir proje başlatmış, Cumhurbaşkanı ve eşi de ona destek olmak için programına katılmış. Ben de bunu görünce, Cumhurbaşkanına bir mektup yazma ihtiyacı duydum. Türkiye’nin şu anki sıkıntısının okuma yazma seferberliği olmadığını ve tek eksiğinin sevgi olduğunu, kızımı görmek istediğimi yazdım. Ben ne yapmışımda kızımı göstermiyorlar bana? Bilakis, Müge Anlı’nın piyasada tutunmasını sağlayan, onu gazeteci ve televizyoncu yapan benim. Bana gelen bütün teklifleri ‘’Müge yapar’’ diyerek ona ileten de bendim. Ben eşime yardım etmeye çalışmıştım sadece. Niyetim kötü değildi. Demek ki karşı tarafla aynı düşüncede değilmişiz. Benim tek üzüntüm kızımı görememem.
Peki kızınız aramıyor mu sizi?
Hayır o da beni aramıyor. Doldurulduğu için aramadığını düşünüyorum. Mesela Müge de babasını aramazdı. Evde resmen küfür ediyordu. Ben ‘’nasıl olur bu?’’ derdim. İnsan babasına hakaret edebilir mi? Belki kızım da bana hakaret ediyordur… Ama yapacak bir şey yok artık.
‘’ÇAPKIN BİR ADAMIM’’
Şimdi mutlu görünüyorsunuz ama…
Ben her zaman mutluyumdur. Elimde kelepçeyle bir karakoldan diğerine gittiğim zaman da mutluydum. Kelepçe takıldı, onun da tadına vardım. Nezarethanede yattım, onun da tadına vardım (gülüyor)... ‘’Daha kötüsü olabilirdi’’ diye bakıyorum olaya. Mühim olan hayattan tat alabilmek. Tabii kızım yanımda olsaydı daha başka tat alırdım hayattan…
Artık yazmayı düşünmüyor musunuz?
Düşünüyorum ama başka şeyler yazacağım artık. Babaannemin hayatını yazmayı düşünüyorum. Çok enteresan bir hayatı var. Sonra babamla ilgili bir şeyler düşünüyorum. Kendisi köy enstitüsü mezunu ve çocukluğu çok ilginç geçmiş.
Eşiniz Aysun Çardak ile nasıl tanıştınız?
Bir gazeteci arkadaşım kendisiyle röportaj yapacaktı. Kendisi iyi bir iç mimardır. Arkadaşım da, ‘’İyi bir röportaj olmasını istiyorum, ne olur fotoğrafları sen çek’’ dedi. Gittik beraber. Orada tanıştık. Bize güzel bir kahvaltı hazırlamıştı. Büyülendik mi ne oldu bilmiyorum… Ondan sonra görüşmeye devam ettik, baktık kafamız çok iyi uyuşuyor, birlikte yaşamaya başladık. Birlikte yaşayınca da birlikte olmaktan çok mutlu olduğumuzu anladık. Geçen yıl sevgililer gününde de ‘’hadi evlenelim’’ dedim.
Siz gayet konuşmasına, duruşuna dikkat eden ve mesleğini iyi yapan birisiniz. Beni yanlış anlamayın ama o fularınız ve yürümenizle biraz da sıra dışı duruyorsunuz… Çapkın bir adam mısınız siz? Eşiniz kıskanmıyor mu?
Evet, çapkın bir adamımım ben…(gülüyor) Ama eşim varken çapkınlık yapmama gerek yok artık.
‘’BONJOUR DERGİSİNİ DİJİTAL ORTAMA TAŞIMAYA ÇALIŞIYORUZ’’
Bonjour dergisinin editoryal bakış açısı nedir?
Biz sosyete ağırlıklı bir dergiyiz. Çeşitli davetleri, bazı önemli açılışlar ve iş adamlarına ait röportajları konu ediyoruz. Yaşamı ilgilendiren bir dergi ‘Bonjour’ yani.
‘’Yaşamı ilgilendiren bir dergi’’ diyorsunuz fakat ‘’sosyete ağırlıklı bir dergi’’ olduğunu da söylüyorsunuz. Halka ne kadar yaklaşıyorsunuz?
Halka çok yaklaşamıyoruz açıkçası. Ama oluşturduğumuz içerikler halkın ilgisini de çekiyor. Ancak bizim toplumumuz kolay kolay para verip dergi almıyor. Bugün Hürriyet gazetesi 250 bin satıyor, Çin’deki herhangi bir gazete ise bilmem kaç milyon satıyor.
Bonjour dergisini dijital ortama taşımayı düşündüğünüzü söylediniz. Sadece magazin ağırlıklı mı olacak yine?
Evet, şuan dijitale taşımak için uğraşıyoruz. Dijitale taşıdığımızda sadece magazin olması gerekmiyor. Her şeyi koyabiliriz. Siyaset, spor, hava durumu… Dijital olunca iş biraz daha değişiyor tabii.
Gazeteciliğe nasıl başladınız?
Babam köy enstitüsü mezunu ve o yıllarda fotoğraf çekmeyi öğreniyor. Ben doğduğumda evde fotoğraf makinası vardı. O makine ile 5-6 yaşlarında fotoğraf çekiyordum ben. Üniversiteden sonra askere gittim. 1983 senesinde Güneş gazetesinde gazeteciliğe başladım. Sonrasında Tan gazetesi, Sabah gazetesi, Günaydın gazetesi ve Fotospor’da çalıştım. Gazeteci olduğumu söylüyorum ancak benim ağırlığım magazin. 2 tane savaşa gittim. Sonra 2-3 tane Dünya Kupası takip ettim. Spor, savaş, magazin… Hepsine elim değdi. Gazetecilik bir bütündür ama. Ayırmamak lazım. İhtisas alanı diye bir şey vardır tabii. Bu arada televizyonda da pek çok iş yaptım. Bugün sabahları yapılan magazin, tartışma programları yokken ‘’Dobra Dobra’’ ismiyle bunu ben yaptım.
Mesleğe başladığınızda elinizden tutan, size destek olan isimler var mı?
Var tabii. Tevfik Yener, Erkut Can, Mete Alpman… Geçen Öğretmenler Günü vardı mesela ve ben bir paylaşım yaptım sosyal medya üzerinden. İlk öğretmenim Sıdıka Hanım, babam, gazetecilikte babam dediğim Tevfik Yener ve sonrasında hayatı öğrendiğim insan Yılmaz Ulusoy vardır. Benim bu dünyada 4 tane öğretmenim var yani.
Bir de bu ofis var… İnanılmaz etkileyici!
Önceden Gayrettepe’de idim. Oraya gelmiştin daha önce zaten. Mesela orada bilardo masam vardı ama buraya koymadım onu. Karşıda bir dairemiz var oranın inşaatı tamamlandıktan sonra bu evin üst katındaki eşyaları oraya götürmeyi ve üst katı ‘’Burhan Akdağ Medya Müzesi’’ yapmayı planlıyorum. O kadar çok şey biriktirdim ki anlatamam. Gazete ciltleri, dergiler, imzalı formalar, ödüller, 1994 yılından beri yaptığım tüm televizyon programlarının arşivleri… Bonjour dergisinin her sayısında 3-4 sayfayı nostalji fotoğraflarına ayırıyordum. Sonra herkes bir dahaki sayıda hangi fotoğrafların olacağını merak ediyordu. Şimdi aynı şeyi televizyonda yapmayı planlıyoruz. Görüşmelerimiz devam ediyor.
FOTOĞRAF: MERVE ŞANLI