Mustafa Kemal Atatürk’ün, hastalanması, tedavi süreci ve nihayet kaçınılmaz olarak vuku bulan vefatı yakın tarihimizin önemli konuları arasındadır.
Bugüne değin konuya dair muhakkak ki önemli eserler, makaleler ve daha başka yazılar kaleme alınmıştır. Ancak bir yabancı diplomatın gözlemleri ve şahit oldukları ve onları resmi surette kaleme almış bulunmasının herhalde daha farklı bir önemi vardır.
Bu anlamda cenaze törenine katılan ve gördükleri ve hissettiklerini bağlı bulunduğu ülkeye rapor eden ve dolayısıyla da Atatürk’ün na’şı, cenaze töreni ve Ankara’ya nakli hususunda bizim için önemli bilgiler içeren söz konusu raporun tercümesi şöyledir:
28 Kasım 1938.
Amerikan Başkonsolosluğu, İstanbul
Cumhurbaşkanı Kemal Atatürk'ün 10 Kasım 1938'de İstanbul'da ölümü.
Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk Cumhurbaşkanı Kemal Atatürk'ün 10 Kasım 1938'de İstanbul'da ölümü ve Cumhurbaşkanı'nın cenazesinin 19 Kasım 1938’de İstanbul'dan Ankara'ya nakledilmesi ile ilgili olarak sonradan yapılan törenlere dair gözlemlerimi sunmaktan onur duyarım:
10 Kasım 1938 Perşembe günü, Atatürk'ün Dolmabahçe Sarayı'nda saat 09.05'te karaciğer sirozu ve komplikasyonları nedeniyle yaklaşık bir yıllık bir hastalıktan sonra öldüğüne dair resmi surette bilgi edindim. Hemen elçilikteki bayrağın yarıya kadar indirilmesini emrettim. Bayrak, 10 Kasım 1938'den 21 Kasım 1938'e, Ankara'daki cenaze törenlerinin sona ermesine kadar her gün yarıya kadar indirilmiş olarak kaldı.
10 Kasım 1938 günü öğleden sonra tarafıma, yerel kor diplomatlar başkanı durumundaki Fransız Başkonsolosu tarafından, konsolosluk mensuplarının 16.30 ile 18.00 saatleri arasında başsağlığı dilemek maksadıyla İstanbul Valiliğini ziyaret etmeleri için bir organizasyon yapıldığı bildirildi.
Bu bilgilendirme doğrultusunda saat 17.00 gibi vilayete gitmek üzere hareket ettim ve Vali'ye, yardımcısının huzurunda, Cumhurbaşkanının vefatı vesilesiyle Türkiye'nin duymuş olduğu büyük üzüntüden ötürü derin ve içten taziyelerimi ilettim. Vali, paylaşımcı ifadelerim için bana yürekten teşekkür etti.
Cumhurbaşkanının ölümünden hemen sonraki günlerde, beden kalıbı (death masks of his features) çıkarıldı ve vücudu mumyalanarak, milli gelenekler ölümden sonra cesedin gösterilmesini doğru bulmadığından, kapalı ve mühürlü bir tabutun içine yerleştirildi. Bu arada, Atatürk'ün ölümünün ertesi günü Büyük Millet Meclisi tarafından oybirliği ile seçilen ve yeni Cumhurbaşkanı olan İsmet İnönü başkanlığındaki Hükümet, tören ve cenaze defin programını hazırladı.
Bu programa göre halkın Atatürk'ün na’şını ziyaret etmek ve selamlamak üzere 16, 17 ve 18 Kasım (1938), 10.00-12.00 saatleri arasında Dolmabahçe Sarayı'na girmesine izin verileceği günler olarak belirlenmişti. Derin bir keder ve bağlılık içinde oldukları görülen birkaç yüz bin kişinin müteveffa Cumhurbaşkanlarına saygı duruşunda bulundukları tahmin ediliyor.
17 Kasım sabahı saat 09.45'te, yerel kor diplomatlar üyesi olarak, meslektaşlarımla birlikte Atatürk'ün tabutuna çelenk koyma törenine katıldım. Kor diplomatik üyesi olan herkes, bu vesileyle, misafir heyetlerin ve ileri gelenlerin emrine tahsis edilmiş olan Altın Kitabı da imzaladı.
17 Kasım akşamı Saray’ın bahçesinde 11 kişinin ölümüne ve 40 kişinin yaralanmasına neden olan ciddi ve talihsiz bir kaza meydana geldi. Tabutun bulunduğu odada çok sayıda ziyaretçi olması nedeniyle saray kapılarının aniden kapanması ve kapı dışında meydana gelen panik sonucu söz konusu kişiler ezilerek ya da ayaklar altında kalıp çiğnenerek ölmüş ve yaralanmışlardı.
19 Kasım, Atatürk cenazesinin İstanbul'dan Ankara'ya nakledilme günü olarak belirlenmişti. Sabah saat 08.00’de tabut Saray'dan alınarak bir top arabası üzerine yerleştirildi ve şehrin caddelerinden ilerleyerek hazır surete bekletilmekte olan Türk savaş gemisine nakledildi. Tabutun hemen ardından, Türkiye Başbakanı Sayın Celal Bayar, Ankara’dan 10 milletvekili grubu, yüksek rütbeli askeri ve deniz yetkilileri, İstanbul Valisi, diğer yüksek rütbeli Türk yetkililer, konsolosluk heyeti, üniversite öğrencileri ve izciler yer almaktaydı. Tören alayına askeri ve deniz kuvvetlerinin büyük müfrezeleri de dâhil edilmişti. Yürüyüş hattı, Dolmabahçe Sarayı'ndan ana caddeyi takiple Galata ile İstanbul'u birbirine bağlayan köprüye ve oradan da Sarayburnu'na uzanmaktaydı. Sarayburnu'nda, tabut top arabasından alındı ve körfezde demirlemiş Türk savaş kruvazörü YAVUZ'a nakledilmek üzere derhal hareket eden bir Türk muhribi üzerinde taşındı. Atatürk'ün na’şını Türk deniz üssü yakınlarındaki İzmit'e taşımak için YAVUZ adlı savaş gemisi tercih edilmişti.
Türk muhribine karacı, denizci askeri şahsiyetleri ve sivil otoriteleri taşıyan çok sayıdaki Türk gemisinin yanı sıra İstanbul kor diplomatlar heyeti de eşlik etti. YAVUZ kruvazörünün bulunduğu yere ulaşıldığında, tabut muharebe kruvazörünün arka güvertesine aktarıldı ve aynı zamanda 101 pare top atışında bulunuldu.
YAVUZ, Atatürk'ün cenaze törenine katılmak üzere ilgili hükümetler tarafından gönderilen;
*İngiliz savaş gemisi MALAYA
*Fransız hafif kruvazörü EMILE BERTIN
*Alman kruvazörü EMDEN
*Sovyet muhribi MOCKVA
*Yunan muhribi HYDRA
*Romen destroyeri REGINA MARIA
yabancı savaş gemileri eşliğinde İzmit istikametinde yavaş yavaş uzaklaştı ve saat 19.00 civarı İzmit’e vardı. Atatürk’ün na’şı bu ikinci yerden, defin işlemleri için, 21 Kasım 1938'de, özel trenle Ankara'ya getirildi.
19 Kasım 1938'de İstanbul'da düzenlenen törenler sabah 08.00'de başlamış ve YAVUZ İstanbul ufkunda, uzaklarda, gözlerden kaybolurken, akşam 17.05’ye kadar devam etmişti.
Bir dizi Türk ordusu uçağı, karadan ve denizden taşınması sırasında müteveffa Cumhurbaşkanının tabutu üzerinde gün boyunca, sürekli devriye gezdi.
Kor diplomatlar grubunun bir üyesi olarak, tüm gün boyunca ordunun ve sivil halkın yürüyüş hattı boyunca sürekli bir surette keder ve üzüntü tezahürlerine tanık olduğum programlara katıldım. Müteveffa Cumhurbaşkanına karşı ne denli derin bir sevgi ve saygı içinde olunduğu ve ölümünden ötürü her sınıftan insanın büyük bir kayıp duygusu yaşamakta olduğu gayet aşikârdı.
Saygılarımla,
Ellis A. Johnson,
Amerikan Konsolos Yardımcısı.
Kaleme alınan raporda dikkat çeken hususlardan birisi Atatürk’ün na’şının mumyalanmış olmasıdır.
Birkaç yüz bin kişinin müteveffa Cumhurbaşkanlarına son bir defa olmak üzere na’şı karşısında saygı ve tazimlerini arz etmek üzere Dolmabahçe Sarayı’na akın etmeleri ve bu sırada 11 kişinin ölmesi ve 40 kişinin yaralanması şeklinde elim bir hadisenin vuku bulması da oldukça önemlidir.
Cenaze törenine İngiliz, Fransız, Alman, Sovyet, Yunan ve Romen devletlerinin muhtelif türden savaş gemileri ile iştirak etmiş olmalarına karşılık Amerika Birleşik Devletleri’nden her hangi bir temsilin olmaması, bir başka belgenin ifadesine göre, Türk Hükümeti ve halkı nezdinde biraz kırgınlık oluşturmuştur. Konu, Türk Büyükelçisinin davet edilmesi ile ABD Dışişleri nezdinde ele alınıp konuşulacak kadar da önemsenmiştir.
Diğer bir husus ise na’şı taşıyan Yavuz Savaş gemisine eşlik eden İngiliz savaş gemisinin sicil kaydıdır.
Malaya, esasen Hint Müslümanlarının İngiltere’ye önceki zamanlarda hediye ettiği bir savaş gemisidir.
İngilizler Sultan Vahdeddin’i 17 Kasım 1922'de İstanbul'dan ayrılırken yine bu savaş gemisi ile İstanbul’dan alıp Malta’ya götürmüşlerdi…
Tarihin ve taliin garip bir cilvesi midir, yoksa ince bir İngiliz siyaseti neticesi midir bilinmez ama Mustafa Kemal Atatürk’ün na’şı da Ankara'ya götürülürken, cenazeyi İzmit'e kadar taşıyacak olan Yavuz zırhlısına eşlik etmiş ve uğurlamak üzere, İngilizler yine bu kadim Malaya adlı savaş gemisini istihdam etmeyi uygun görmüşlerdi.
Ah bu İngilizler!
Ah bu İngilizler! Kardeşi kardeşe düşman ederler.
Sultan II. Abdülhamid diyor ki:
Dünyada İngilizler gibi bir kavim yoktur. Bir kere bir şeye kancayı attılar mı mutlak icra ederler… Sabrederler… Tam bir fırsatında mutlaka onu yapmaya muvaffak olurlar…
Ben hepsinden ziyade İngiltere’den korkarım… Rusları insan kullanabilir. Lakin İngilizler ele avuca sığmaz… İngilizler inatçı, kibirli bir millettir… Pek çok fenalık yapabilirler…
Ah İngilizler! Hiç ele, avuca sığmazlar… Bu devletin, İslamiyet’in düşmanıdırlar… İngilizlerin dünyayı alt üst ettiklerine şüphe yok... Ne kadar kurnaz, ne kadar karıştırıcıdırlar!..