Yalçın Akdoğan: FETÖ vesayet odakları ile hesaplaşma fırsatını zehirledi! / ÖZEL RÖPORTAJ

Hülya Okur, AK Parti Ankara Milletvekili Yalçın Akdoğan'la SuperHaber'e çok özel bir röportaj gerçekleştirdi.

Akdoğan ile Gazi Meclis'in çatısı altında çocukluğundan gazetecilik günlerine, fikir inşasından insan inşasına, AK Parti ile iktidar yürüyüşünden vesayet odakları ile mücadeleye, çözüm sürecinden 17-25 ihanetine, Ergenekondan FETÖ'ye her şeyi konuştu.

Satır aralarında kalmış, kimi üzerine yapışmış ithamların, iddiaların, inanışların asıllarını anlattı. En çok da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile uzun yol arkadaşlığından önemli tespitlerini paylaştı.

İşte, Akdoğan'la Hülya Okur'un söyleşisinden bazı başlıklar: "FETÖ haindir dediğimde teşkilattan da tepkiler alıyordum", "Erdoğan'a yapılan dünyevi yakıştırmalar sakil durur", "Kılıçdaroğlu yaptıklarını koltuk gereği yapıyor", "İttifakla alerji oluşmaz", "Aydın Doğan'ın çekilmesi anlık karar değil"

“ÜNİVERSİTEDE ÇOK GARİBAN KALDIM”

"Oğlum için milletvekilliği vs fark etmez, bu koltuk davası değil, büyük hizmet davasıdır" diyen babanız Reşit Bey'den, Sizi "Her şeyde birinciliği, üstünlüğü sever, yanlış bir iş yapmaz, hiç yaramaz değildi. Geç saatlere kadar ders çalışırdı. Başarıdan başarıya, daldan dala koşmuş bir çocuk" diye anlatan anneniz Fatma Hanım'dan farklı ne söyleyebilirsiniz çocukluğunuz için...

İstanbul'un Pendik ilçesinde çok hali vakti iyi olmayan, kimseye muhtaç olmayan bir ailede büyüdük. Babam Trabzonlu. Trabzon'da 50-60 yıl önce göç etmişler. Annem Bilecikli. Onlar da Bilecik'ten göç etmişler. Ben doğduğumda Pendik'te yaşıyorlardı ama sorulduğunda Trabzonluyum diyorum. Durumumuzun çok parlak olmadığı dönemlerde yaşarken, bunu fark etmeden çok iyi bir aile ortamı hissiyatı ile büyüdüm. Şimdi baktığımda normal altı aile olduğunu görebiliyorum. Aslında bunu üniversiteye giderken fark ettim. Üniversitede, hali vakti yerinde daha farklı bir sosyal sınıf vardı. Biz onların yanında çok gariban kalıyorduk. Ben çocukluğumda çok garibanlık hissetmedim ama onlara kıyasla daha mütevazi bir yaşam sürmüşüz. Babamın dediği gibi; ortaokulu, liseyi birincilikle bitiren başarılı bir öğrenciydim. Çocukluk dönemlerinde çok renkli bir hayatım yoktu, kendi halinde, kitabını okuyan, yaramazlık yapmayan vasat bir insandım.

“SİYASET ASLİ HEDEFİMİZ DEĞİL”

“BABAM BENDEN DAHA SİYASİ İDİ”

Estağfirullah. Şimdi o insandan yeni yeni insanlar türüyor. 4. çocuğunuz Ömer Yusuf, Erdoğan'ın ismini koyduğu Hatice Kübra ve Allah bağışlasın iki çocuğunuz daha var. Sizi bir şehitliklerimizi sayarken rakamlarla övünürken gördüm, bir de evlatlarınız. Onlar için nasıl bir dünya hayal ediyorsunuz?

Biz bugün siyasetçiyiz ama siyasetçi olarak doğmadık. Siyaset de bizim asli hedefimiz değil. İnsanın bir varoluş gayesi vardır, o amaç doğrultusunda hayat sürer. O amacı gerçekleştirmek için vesileler vardır, siyaset de araçlardan bir tanesi. Bu noktada esas olan daha üst bir gayeye sahip olmak, hayatı anlamlı kılmaktır. Normalde ben siyasetçi olmayı düşünmüyordum, babam daha siyasi bir kişi idi. Muhtarlık yaptı, darbe olup muhtarlıktan alındı. Siyasetle daha ilgiliydi. Önemli bir siyasi oluşum içinde olabilirdi ama yerel şartlar öyle bir sonuç doğurmadı. Ben daha az sosyaldim, çok siyasetle ilgili değildim ama şartlar bizi içinden geçtiğimiz mücadelelerle birlikte siyasetle buluşturdu. Ve varoluş gayesini siyaset üzerinden ne yapabilirize çevirmeye çalıştık. Burada önemli olan bizim nasıl bir yaşam sürdüğümüzden ziyade evlatlarımıza, torunlarımıza nasıl bir yaşam bırakacağımız. Herkes kendi kaderini yaşar. Bunu çocuğum için şunu bırakayım, bunu yapayım anlamında söylemiyorum. Onlara iyi bir dünya bırakmak önemli. Tek tek münferiden mal, mülk bırakmak değil, iyi bir dünya bırakmak önemli. Bizim sorumluluğumuz, adalet ve hakkaniyet üzerine bir düzen bırakmak. Siyasette bunun için bir vesile. Dünyada vicdanları sızlatan bir sürü olay oluyor. Onlar insanların ürettiği, siyaset kurumunun ürettiği sorunlar. Bu sorunlar düzeltilecekse insanlar ve siyaset kurumu düzeltecek. Siyaset üreten insanları taşın altına elini koymaları gerekiyor, siyaset üreterek, yürek sızısını hissederek bir şeyler yapması gerekiyor. Biz de bu süreç içerisinde bu gayretin içerisinde olduk.

“MİSYON SAHİBİ GAZETECİLİĞE YÖNELDİM”

Sayın Cumhurbaşkanımızın “Ben inşaasına” lise yıllarında başladığını yazmıştınız. Sizin “Ben inşaanız” ne zaman başladı?

İnsanların ortaokul, lise dönemlerinde okudukları ile efkar sahibi olduklarını görüyoruz. Ama sosyal hareketlilik, bir aksiyonun parçası olma açısından üniversite dönemi etkili oldu. Kişi üniversiteye kadar fikirlerin etkisiyle bir ben inşa etmeye çalışır ama asıl sosyalliğini o dönem kazanır. Ben Basın-Yayın mezunuyum, muhabirlik ve staj yaptım ama gazetede çalışmadım. Misyon sahibi olarak gazetecilik yapmak bana daha anlamlı geldi o yüzden dergicilik yaptım, yazarlığa yöneldim. Bunlar üniversite döneminin etkileri.

“DERGİCİLİKLE ENTELLEKTÜEL SIÇRAMA KAYDETTİM”

“TAYYİP BEY İLE ÇALIŞMAK ÖNEMLİ BİR TECRÜBEYDİ”

Kitabınız ‘Siyasi Liderlik ve Erdoğan’ı imzaladığı fuarda, Sayın Cumhurbaşkanımız gençlere "140 karakterle alim olunmaz" mesajı vermişti. Siyasetten yazarlığa kayışınız veya ağırlığınızı oraya verişiniz, Erdoğan gibi bir ilham kaynağınız oluşunda mıydı?

Üniversite döneminde basın yayın okuma, daha sonra dergicilik yapma önemli süreçlerdi. 1993’te Yeni Zemin Dergisini çıkardık, ondan sonra bizim kesimde çıkan bir çok derginin içinde oldum. Bireysel aydınlanma ve entellektüel zihin inşası açısından, çok hayati ve insanı yüksek seviyelere taşıyan bir süreçti. Bir takım entellektüel faaliyetler sadece kişinin kendi kendisine kitap okumasıyla olmaz. Bulunduğunuz çevre, o çevrenin içerisindeki entellektüel zihinler, onlarla temasımız, onlarla tartışmalarımız neticesinde oluşuyor. Yoksa bir odaya kapan, kitap oku, bu size bir şey getirmiyor. Özal'ın son dönemi idi, demokrasi tartışmaları, sistem tartışmaları vs vardı. Sistem tartışmalarını o gün yapıyorduk. Sistemi değiştirebilecek veya başörtüsü sorunundan, vesayetçi yapıya kadar birçok meseleyi o gün tartışıyorduk. AK Parti iktidarında bunları yapmak mümkün oldu.

O dönem; bu konuların tartışılması, ihtiyaç hissedilmesi açısından iyi bir zemindi. Biz o dönemin entellektüelleriyle açık oturumlar, paneller, açık oturumlar yapıyorduk. Dergiler de buralarda cazibe merkezi idi. İnsanlar o dergiler etrafında bir araya gelirlerdi. Benim entellektüel olarak sıçrama kaydetmemdeki en önemli etki: dergicilikti. 1994'ten sonra bürokrasiye girmiş oldum. Belediye’de, Başbakanlık’ta, Tayyip Bey’in yanında danışman olarak görev yaptığımda da, milletvekilliğinde de, yazarlık yaparken de kullandığım temel, hammadde, fikirdi. Sadece araçları değişti. 2002’den sonra Tayyip Bey ile çalışmamız, siyaseten önemli bir tecrübe, bir dünya lideri ile çalışmak, onunla birlikte tarihinin yazılmasına şahitlik etmek, bir çok kritik olayı birlikte gözlemlemek, gözlemlemenin ötesinde stresiyle, sıkıntısıyla, heyecanıyla içinde olmak, o süreçleri yaşamak başka bir yerde edinilebilecek bir tecrübe değil. Bu hem size bize bir şey katıyor, hem o süreçlerin bir parçası olarak siz bir şeyler katıyorsunuz. Tayyip Bey ile birlikte çalışmak, bütün o heyecanını duyduğunuz fikri konuların hayata geçirilmesi açısından çok önemli bir fırsat oldu. Bu sefer yapıyor olmakla heyecanlıydım.

“AK PARTİ SESSİZ DEVRİM YAPTI”

Bir büyük aşktan söz etmek istiyorum şimdi. AK Parti 14 Ağustos’ta 16’ncı yaş gününü kutladığında, "İlk günkü aşkla..." ifadeleri kullandınız. AK Parti'nin ülkedeki hangi boşluğa tezahür ettiğini biliyoruz, peki ya şahsi olarak sizin?

AK Parti, 90’lı yıllarda tartıştığımız, konuştuğumuz, sisteme dönük talepleri, sorunları hayata geçirecek bir mekanizma oldu. İkinci yarısında, 28 Şubat döneminde, buldozer gibi milletin üzerinden geçilmiş, o tartışma konularının adeta üzeri kapanmış, bir darbe süreci var ve toplumun bütün kesimleri baskı altına alınmış ve böyle bir ortamda; beklentileriniz var, heyecanlarınız var, ümitleriniz var. Bu karanlık çağda bırakın bunları yapma heyecanını, hepsinin üzeri örtülüyor ve bir anda karanlığa bürünüyorsunuz. Tünelin sonunda ışık görünecek mi, görünmeyecek mi belli değil. AK Parti böyle bir karanlığın üzerine doğdu. O süreçte gündeme getirdiğimiz ne varsa büyük bir mücadele ile hayata geçirdi. O karanlıkları dağıtmak, Postmodern darbeyi yapanlar, AK Parti iktidara geldiğinde rahat durmadılar ki. Nasıl Refah Partisi'ni devirdiysek, AK Parti'yi de alaşağı ederiz diye düşündüler. AK Parti bunlara karşı büyük bir mücadele verdi, ayakta kalmaya çalıştı. Ayakta kaldıkça sistemi konsolide etti, demokratikleşme gerçekleşti ve sistemi reforme ederek, toplumun bütün kesimlerinin beklentilerini yerine getirmeye çalıştı. AK Parti Türkiye'yi karanlıktan çıkardı, demokratik siyaseti yeniden ön plana geçirdi ve siyasetin alanını genişletmeye, iktidarı muktedir hale getirmeye başladı. 1000 yılda geçmeyecek denilen şeyi bir kaç yılda bitirdi. Ve Türkiye'yi daha ileri demokrasiye geçirmek için çok önemli hamleler yaptı. Bu AK Parti'nin yaptığı sessiz bir devrimdir.

“VAKANÜVİSLİK YAPMADIM”

“MAHREM KONULARI İLERİDE YAZABİLİRİM”

Bu sessiz devrimin devrimcilerinden birini yakından tanıyalım istiyorum. AK Parti iktidarının ‘Vakanüvis’i olarak da nitelendiriliyorsunuz. Hatta Sayın Cumhurbaşkanımızın “2. bellek defteri, resmi güncesi” olarak görülüyordunuz. AK Parti sözlüğünde, siz nasıl bir tanıma sahipsiniz?

Danışman olarak yaptığımız bir çok iş vardı, süreçlerin içindeydik ve her şeyle ilgiliydik. Her şeye bir şekilde etki etmeye çalışıyorduk. Ama onun ötesinde ben siyasi danışmanıydım yani konuşma metinlerinden sorumluydum. Bir de cumhurbaşkanımızı ben sabah evden alırdım, gece eve bırakırdım, o arada yaşanan bir çok şeyin içinde olurdum. O noktada da yakın gözlemci olarak, ‘Vakanüvis’ yani olup bitenleri kaydeden adam şeklinde bir yorum gerçekleşti. ‘Vakanüvis’lik görevi yapmıyordum ama Tayyip Bey de kaç defa “Yalçın Bey de not alıyor, bunları yayınlayacak” şeklinde sözler söylediği için adım ‘Vakanüvis’e çıktı. Böyle 2004 yılını, 2007 yılını anlatan 3-4 tane kitap da çıkarttım. Ama tabi olaylar sıcakken, insanlar yaşarken, bir çok şey ortadayken çok arka plan, mahrem şeyleri de yazmak mümkün olmadığı için onlar belki ileride yazılabilir.

"KARŞILIKLI ETKİLEŞİM OLDU"

"TAYYİP BEY'DEN ÖRNEK ALDIĞIMIZ ÇOK ŞEY VAR"

"GÖNÜL BAĞI SAYESİNDE DARBE GECESİ SOKAĞA DÖKÜLDÜLER"

2007’yi anlatan kitabınızda Cumhurbaşkanımızın Başbakanken yaşadığı 3 ayı anlatıyorsunuz. O tempoya, hıza yetişmek de ayrı bir yetenek galiba.. Kitabınızda “Erdoğan’ın kendi siyaseti üzerinden; takip, taklit, kendisiyle özdeşleşme durumu vardır” demiştiniz. Sizin siyasi duruşunuz da bu taklitten mi geliyor, nasıl bir esinlenme içindeydiniz?

Karizmatik liderler, yol ve yön açan liderlerdir. Kendi ideolojisini üretirler, büyük bir kitleyi bir yerden bir yere taşırlar. Kendi teşkilatları içinde elbette bir örneklik ortaya koyarlar, taklit edilirler. İnsanlar onu izlerler. Sadece siyasi refleks açısından değil birçok noktada örneklik ortaya çıkmaya başlar. Sürekli birlikte olduğunuz insandan; davranış olarak, düşünce tarzı olarak etkilenirsiniz. Etkileşim karşılıklı olan bir şeydir. Bizim de Tayyip Bey’den etkilendiğimiz, örnek aldığımız çok şey var. O kitle ile gönülden gönüle bir bağ kurabilmek, başka bir şeydir. Parti, seçmen ilişkisinin ötesinde kurulan bir ilişkidir. Tayyip Bey, o kitle ile gönül bağını kurabildiği için darbe gecesi insanları sokağa dökebildi. O aşkla, o gönül bağı, inanç ve güvenle. İnsanlar hayatlarını riske atarak sokağa döküldüler, bu oluşan güven bağı ile mümkündür. Karşılıklı etkileşim oldu. Ben köşe yazısı yazdığımda, bir sürü teşkilat mensubu arkadaşımızın okuyarak siyasi pozisyon üretmeye çalıştığını biliyorum. O süreçte köşe yazısı yazmamızın bir anlamı da oydu; insanlar hep ne olup bittiğinin arka planını görsün, hem de onlara da bir mesaj verelim, bizim öyle bir rolümüz de oldu. Biz de bir şekilde birilerini etkilemişizdir.

“SİYASETİN GİDİŞATINA ETKİM OLDU”

“ÖNEMLİ SÜREÇLERİN İÇİNDE OLDUM”

“SESSİZ DEVRİM, MUTFAKTAKİ ARKADAŞLARIMIZIN KATKISIYLA OLDU”

“KUMPAS” LAFI DEĞİŞİKLİĞE NEDEN OLDU”

Kuzey Afrika ve Ortadoğu'da büyük çalkantılar olurken, daha fazla sorumluluk almak adına, 2011'de Başdanışmanlık görevinden istifa edip, Milletvekili oldunuz. AK Parti’nin sadece iktidara gelmesinin yetmediği, çok güçlü bir şekilde iktidarda kalması, bunun için Meclis’te daha büyük bir temsil gücüne ulaşması bilinciyle bunu yaptığınızı biliyoruz. Sizin +1 gücünüzle neler oldu, neler olmayabilirdi?

Bütün olayları, tarihi ve süreci kendi üzerinizden okumaya çalışırsanız sağlıklı bir yaklaşım olmaz. Bazen tarihin akışında hiçbir anlam ifade etmez. Siz kendinize anlamlar yüklersiniz ama hiçbir anlamınız yoktur. Bazen de çok önemsiz gibi görünen bir hareket, kişi, söz çok önemli etkilere sebep olabilir. Bu sizin bilinçli yaptığınız bir şey de olabilir, iradeniz dışında tahmin edemeyeceğiniz sonuçlar doğuran bir hareketiniz de olabilir. Bu da kaderin bir cilvesidir. Biz de çok önemli olayların içerisinde bulunduk ama nasıl etki yaptığımız irademizi aşan bir durum. İrademizin dışında sonuçlar da ortaya çıkabilir, bazen iyi de olabilir, kötü de olabilir. Siyasetin gidişatını da ister istemez birtakım etkilerimiz oldu. Bunlar görülen etkiler olabilir, görünmeyen etkileri olabilir, konuşulan olabilir, konuşulmayan olabilir, bir yerde yazılan olabilir, yazılmayan olabilir. O süreçte bir “kumpas” lafı bir sürü şeyin değişmesine neden oldu. Siyasette öyledir; siz kendinizi önemsersiniz hiç etki yapmazsınız hiç önemsemezsiniz, çok etki yaparsınız. Biz milletvekili olduğumuzda ne yaptık, ne yapamadık başkalarının takdir etmesi gerekir. Ama önemli süreçlerin içinde olduk ve yaşadık. Önemli referandumların, anayasa değişikliklerinin, kampanyaların içinde olduk, kritik günler yaşadık onlara karşı tepkiler verdik. AK Parti'nin siyasi muhtevasının oluşumunda; hükümet programlarından parti programlarına, anayasa paketlerine, seçim beyannamelerine üretilen birçok çalışmanın mutfağında olduk. Sessiz Devrim diye bir şey varsa, o mutfakta çalışan arkadaşlarımızın önemli katkıları ile ortaya çıktı. Bundan dolayı da biz gurur duyuyoruz.

“AK PARTİ KURULDUKTAN SONRA PSİKOLOJİK HAREKATLAR OLDU”

“TAYYİP ERDOĞAN’IN YANINDA OLMANIN ZORLUKLARI DA VAR”

Sessiz devrimin aşamalarından çok genç yaşta geçtiniz. Milletvekilliğinden sonra 45 yaşında 63.Hükümetin Bakanı oldunuz. Aslında 45 yaşında üstlendiğiniz büyük görevler konusunda yaşınıza vurgu yapıldığı da oldu. Peki bulunduğunuz pozisyonlar arasında sizi en çok zorlayanı hangisiydi?

Yaşadığımız kritik süreçlerin hepsi zorlu süreçlerdi. AK Parti iktidara geldiğinde hiçbir şey kolay değildi ki. Üst üste birikmiş bir sürü konu var: Ekonomi dibe vurmuş, memur maaşları ödemeyecek durumda, dış politikada çok ciddi bir sıkıntı var, Irak’a müdahale hazırlıkları var, Avrupa Birliği süreci var, Kıbrıs meselesi var. Böyle bakınca sıkıntılı bir Türkiye'yi var. 27 Nisan bildirisinden tutun da, 17 Aralık Avrupa Birliği zirvesine, Irak tezkeresine kadar o kadar çok olay yaşandı ki bunların hepsi sıkıntılı konulardı. Vesayet odakları ile mücadele başlı başına bir sıkıntı. Siz demokrasinin yerleştiği ve vesayet odakların olmadığı bir ülkede sadece proje üretmeye (ülke için hizmetleri, reformlar, yatırımlar) odaklanırsınız. Bir taraftan da size karşı bir taarruz var ve saldırı altındayken iş yapmaya çalışıyorsunuz. Bu psikoloji, kolay bir psikoloji değil. Darbeci, hain odaklar hangi planları yapıyorlar, ne tür hamleler yapacaklar bilmiyorsunuz. AK Parti kurulduktan sonra bir sürü psikolojik harekat oldu. “irtica” dediler, “takiyye” dediler, “mahalle” baskısı dediler, “otoriterleşme” dediler. O süreçler stres açısından çok zordu. Kişisel olarak benim yaşadığım sıkıntılar değil, ülkenin yaşadığı sıkıntılar ve o süreçlerin bir parçası olarak siz de sıkıntı hissediyorsunuz. Yoksa münferit olarak “ben şu sıkıntıyı yaşadım” diyebileceğim bir şey yok. Neticede Tayyip Erdoğan gibi güçlü bir liderin yanında olmanın getirdiği zorluklar da var, rahatlıklar da var. Zor, çünkü zor işlerle uğraşan bir liderin yanındasınız. Kolay çünkü, güçlü bir liderin yanında olmanın getirdiği bir özgüven ve rahatlık var.

"MESELE GÜÇLÜ İKTİDARDA TUTUNAMAMALARI DEĞİL"

"İKTİDAR, TOPLUMDA KARŞILIĞI OLDUĞU İÇİN GÜÇLÜ"

AK Parti çok şeyle mücadele etti ama yürüyüşünü hiç bir şey bozamadı. Fakat bu yürüyüşten kopanlar oldu.. Ayrılanlar için: "En kritik zamanlarda ayrılanlar oldu. Bu kişiler hep kaybetmişler, siyasetten de ülkenin gündeminden de silinip gitmişlerdir" demiştiniz. Refah Partisi’nden ayrılanlar devleşti ama AK Parti'den ayrılanlar siliniyor. Sizce bu nasıl bir sosyolojik gerçeğe dayanıyor?

Zaten sosyolojik gerçeğe yani toplumsal bir tabana dayanmıyorsanız, söylediklerinizin siyasi bir karşılığı yoksa, fikri bir karşılığı yoksa siliniyorsunuz. O zaman zaten sizin siyasette tutunmanız mümkün değil. Ama söylediklerinizin siyasal ve toplumsal bir karşılığı varsa o zaman ayakta kalabiliyorsunuz. “Güçlü bir iktidar var, çatlak sesler ayrıldığı zaman o güçlü iktidar karşısında tutunamadı” meselesi değil. Niye güçlü bir iktidar var, çünkü toplumsal bir karşılığı var. Toplumsal karşılığa karşı farklı bir harekette bulunduğunuz için toplum sizi kabul etmiyor. Burada siyasi iktidarın kabul etmemesi değil, toplumun kabul etmemesi ve sizi dışlaması diye bir şey var. Nitekim toplum kabul etmediği için siyasi anlam ifade etmediler.

“HİÇ BİR LİDER DARBEYİ PÜSKÜRTEMEDİ”

Liderlik konusuna çokça yer veriyorsunuz kitabınızda. Hatta vasıflarını madde madde sıralıyorsunuz. Bu ülkeye Sayın Cumhurbaşkanımız dışında bir lider zor gelecek gibi görünüyor. Partiler içerisinden lider çıkartamıyor ama neden halk içinden başka bir lider çıkartamıyor sizce?

Liderlik dediğimiz şey çok tartışmalı. Allah vergisi dediğimiz bir boyutu var. Belli istidatlara, kabiliyetlere sahip olmak. Allah herkese istidat verebilir ama herkes lider olamaz. Çünkü önemli olan o istidatı somut bir şeye dönüştürebilmek, bir kuvveden bir fiile çıkartabilmektir. Herkes bir kuvveden bir fiile çıkartamaz. Yetenekleri olan bir sürü insan görürsünüz etrafınızda, sizden daha zekidir ama siz daha başarılısınızdır. O sıradan kalır, çünkü bu bir kuvveden bir fiile çıkartabilmekle alakalıdır. Hayatın içine geçirmek, karşılaştığınız zorlukları aşarak yeteneklerinizi somutlaştırmanız, değer taşır. Yoksa toprak altında kalmış bir yetenek gibi olursunuz. Onları bulmanız, keşfetmeniz, çalışmanız, çabalamanız, karşılaştığınız olayların üzerine basarak bir yere çıkabilmeniz önemli şeylerdir. Allah vergisi kabiliyetleri, yaşanan olaylarda sınamalardan geçerek bir yere taşıyabilmek önemlidir. Bir siyasette halkla gönül bağı kurabilmek önemli, bir de yaşanan olaylara karşı ne yaptığınız önemli. Bir sürü insan bazı sınamalardan geçiyor, doğru tavırlar sergileyemediği için olaylar onu büyütmüyor. O, olayların üzerine basacağına, olaylar onun üzerine basıyor. Birçok lider darbeye maruz kaldı. Cumhurbaşkanı, Başbakan. Hiçbiri bir darbeyi püskürtemedi. Siz o darbeyi püskürttüğünüzde, başka bir kategoriye geçmiş oluyorsunuz. Başka bir lider oluyorsunuz.

“ERDOĞAN’IN YAPTIĞI ÇAĞRIYI YAPAMADILAR”

“KONGREDE SEÇİLEN GENEL BAŞKANLAR LİDER OLMUYOR”

Level atlıyorsunuz, sınıf atlatıyorsunuz, çıtayı yükseltiyorsunuz.

Yüzde 50’yi geçen siyasetçiler olmadı mı oldu. Güçlü siyasi makamları, büyük halk desteği olan kişiler, olaylara maruz kaldıklarında Tayyip Erdoğan'la sergilediği başarıyı sergileyemediler çünkü onun yaptığı çağrıyı yapamadılar, çağrı yapsalar bile toplum onlara refleks vermeyecekti. Bu iş gönül bağı ile de alakalı bir şey. Siyasi partiler kongre yapıyorlar birisi genel başkan oluyor, bir lider oluyor manasına gelmiyor. Bir de “karizmatik lider” diye bir şey var. Yol ve yön oluşturmuş, kendi ideolojisini kurmuş, milyonları peşinden sürüklemiş. Bu yolu açan insanlar var; Erbakan Hoca, Rahmetli Türkeş.. Bunların da ötesinde bir kategori bu. Atatürk, kendi ideolojisini kurmuştur, milyonları etkilemiştir, önemli devrimler yapmıştır. Lider; bir kaos, kriz ortamında sizi umut olarak görüneceksiniz, size toplum bir şans verecek, o sınamalar karşısında başarılı olacaksınız, ve bir kahramana dönüşeceksiniz, demek. Tayyip Erdoğan bunları yaşadı. Başkaları da bunları yaşadı. Başkaları da benzer kabiliyetlere sahipti ama aynı sonuç ortaya çıkmadı. Başkaları da %50 sonuç aldı, aynı sonuç ortaya çıkmadı. Bütün faktörler bir araya geldiği zaman lider ortaya çıkıyor.

Sayın Cumhurbaşkanının kendi yetiştirdiği takımdan da böyle bir liderin doğması umudu var mı sizce?

Bu süreçler, olaylar, kişiler, onların tavırları, kabiliyetleri ortaya koyacak.

"LİDER, TOPLUMUNU ÜRETMİYOR"

“TOPLUM KENDİ LİDERİNİ ÜRETİYOR”

Başkanlık sistemi ortaya atıldığında Sayın Erdoğan “Onu Allah bilir” diye karşılık vermişti. Başkanlık sisteminde milletin tek kaygı noktası da buydu. Bütün bu dinamikler bir araya gelirse mümkün diyorsunuz yani?

Toplumsal bir liderden bahsediyoruz. Bir toplum varsa o toplum liderini üretiyor. Lider kendi toplumunu üretmiyor, toplum kendi liderini üretiyor. Tayyip Erdoğan gibi bir lider üretti, o toplumu ile hemhal oldu. Bir bütün olduğu için toplumunu bir yerden bir yere taşıyabiliyor, sokağa çıkarabiliyor. Bu seçmen-siyasetçi ilişkisini aşan bir durum.

“REFAH PARTİSİ KİMLİK SİYASETİ YAPIYORDU”

“AK PARTİ KİMLİK SİYASETİNİ AŞTI”

“AK PARTİ İLE REFAH PARTİSİ'NİN FARKI, SİYASET TARZI”

Kitapta partilerin doğuş hikayelerine, hangi ideolojiyle yola çıktıklarına ve ideolojilerinin neden başarıya götüremediğine değinmişsiniz. AK Parti’nin muhafazakar, Refah Partisinin Siyasal İslamcı anlayışına vurgu yapıyorsunuz. Sizce Refah Partisi’ni bitiren bu akımla sınırlı kalması mıydı?

Onun sorunu maruz kaldığı olaylar, yaşadıkları zorluklar ve bunların hepsinin etkisi var, sadece Refah Partisi’ne, rahmetli Erbakan'a eleştiri getirmek doğru değil, insanları maruz kaldıkları sıkıntılarla yorumlamak lazım. Her şey güllük gülistanlıktı da, istediğini yapamadı gibi bir şey söz konusu değil, gerçekten dört bir taraftan saldırı vardı. Milli görüş hareketinin iktidara gelebilmesi, belediyelerde çok önemli bir kulvar açması, bir misyon üstlenmesi, az bir şey değildir. Refah Partisi, çok özgün ve değerli bir anlayış ortaya koymuştur. Neticede AK Parti'nin arkasına aldığı rüzgar, Tayyip Bey’in de belediye başkanlığı ile ortaya koyduğu siyaset tarzı, yerel yönetimlerdeki misyonun da bir sonucudur. Bu yüzden oraya dönük haksız bir eleştiri yapmamak lazım ama Refah Partisi bir kimlik siyaseti yapıyordu. Kimlik siyaseti; hareketinin merkezine tek bir etnik özelliği, dini anlayışı, mezhebi yerleştirerek, biz ve diğerleri ayrımı yapan bir siyaset tarzı. Kimliğin bir bileşeni üzerinden yani islamcıların partisi, Kürtlerin partisi, Alevilerin partisi gibi. Kimlik siyaseti hem özgürleştirici bir boyut taşır hem ayrıştırıcı boyut taşır, siyaseten de sizin alanınızı daraltır. Çünkü o toplum kesimi için siyaset yapıyor hale gelirsiniz. O kesim kadar da alanınızı daraltmış olursunuz. AK Parti bu kimlik siyasetinin aştı. Bütün toplum kesimlerini (Kürt, Alevi vs) siyasetin odağına yerleştirdi. Onların sorunlarını siyasete taşıyan, fiilen temsil etmiyorsa da, siyaseten temsil eden, onların sorunlarını çözmeye çalışan ve hepsine kapısını, kucağını açan bir parti oldu. Buna kimlik siyaseti yerine birlik siyaseti, diyorum. AK Parti bu yüzden kitleselleşebildi. Yüzde 50’leri yakalayabildi. Milli görüşten en önemli farkı bu siyaset tarzıydı.

“TAYYİP ERDOĞAN’IN GİZLİ GÜNDEMİ OLMAZ”

Sayın Cumhurbaşkanımızın Mısır’da 2006 yılında yaptığı konuşmayı yazmışsınız. “Biz din eksenli bir parti değiliz, laiklik her insanın inanç ve din koruyucusudur, ben Müslümanım ama laik yönetimi tercih ediyorum” gibi söylemlerine de yer vermişsiniz. AK Parti’ye "İslamcı, şeriatçı" yaftası Refah Partisi’nden mi geliyor?

Klasik jargonları bugün aştık. Dünkü kavram kargaşası üzerinden bugün siyaseti anlamaya çalışmıyoruz. Bu yüzden bu bence dünün konusu. O dönemde bu söylemler AK Parti'ye karşı yürütülen psikolojik harekatın malzemesiydi. Takiye yapıyorlar, irticacı, gizli gündem yapıyorlar vs farklı toplum kesimlerini irite etmeye dönük, sizi bir yere indirgemeye dönük yaklaşımlardı. AK Parti bunları aşabildiği için büyüdü. Din-Devlet, Din-Siyaset ilişkisi öteden beri tartışılır. Önemli olan belirli değer ve ilkelerdir. Siz bu değer ve ilkeler için siyaset yaparsınız. Siyasette de onları yaşatmaya çalışırsınız. Siyaset yaparken bunları tamamen kapının dışında bırakamazsınız. Yaşam felsefeniz; fikir, değer ve ilkedir zaten. Laiklik bunlardan soyunarak siyaset yapmak demek değildir. Batıdaki Hristiyan demokratlardan tutun, muhafazakar partilerine veya bir takım mezhepler, din üzerinden partiler vardır ve siyaset yaparken, örneğin kürtajı tartışırlarken, dini kabullerle birlikte pozisyon alırlar. Bu da hiç yadırganmaz. Türkiye’de bu kavramlar yerli yerine oturmadığı için uzunca süre istismar edilerek AK Parti'ye yüklenildiği için yanlış anlamalara sebep olundu. Yoksa AK Parti hiçbir zaman böyle yanlış bir yola tevessül etmedi. AK Parti neyse o. Çok şeffaf. Tayyip Erdoğan da çok şeffaf. Ne diyorsa o. İçi dışı bir. Ne gizli gündemi olur, ne takiye yapar. Çok şeffaf bir şekilde düşüncelerini ortaya koyuyor. Bunun içinde; toplumsal değerlerin, kültürel değerlerin, dini anlayışların elbette bir payı olur. İnsanın şahsiyetini bunlar belirliyor. İnsan şahsiyetini bırakarak siyaset yapabilir mi? İnsan o değerler için yaşar. Bunlardan arındırılmış siyaset, zaten ahlaki amacını kaybetmiş bir siyaset olur. Tayyip Erdoğan'ın ortaya koyduğu ve İslam dünyasında tartışmaya açtığı bu konular çok önemlidir. O dönemlerde Tayyip Erdoğan'ın çağrıları ciddi alınsaydı, daha fazla itibar edilseydi, bugün yaşadığımız sorunların birçoğu olmazdı. Fanatizm, radikalizm, din adına bir takım örgütlerin yaptıkları işler, bütün bunlara karşı, Tayyip Erdoğan o dönemde çok önemli bir çıkış yaptı. Medeniyetler ittifakı ve din siyaset ilişkisi hakkında yaptığı yorumlarda öyle. Bugün Körfez'de birileri şeklen, şablonik reformlar yapmaya çalışıyor. Fanatik anlayışın zihinsel arka planı hep oralardan çıktı.

“İSLAMI ZAMANIN İDRAKİNE SÖYLETTİRMEK GEREK”

Kitabınızda da; AK Parti'nin gizli gündem, takiye, ılımlı İslamcılık, siyasal İslamcılık gibi bir çok tartışmanın içinden çıkarak kendisine yeni bir kulvar açtığını söylüyordunuz.

Türkiye'deki İslamcılık, İslami anlayış hiçbir zaman fanatizm üretmedi. Dışarıdan etkilenerek, tercüme eserlerinin etkileriyle bir takım marjinal yaklaşımlar sergilenmiş olabilir ama Türkiye'deki İslami pratikler, hep makul, vasat, akl-ı selim üzerine bir tecrübe ortaya koymuştur. Bu yüzden Türkiye örnekliği, modeli, bugün yaşadığımız sorun açısından bir anlam ifade eder.

“DİN ALİMLERİNİN GÖREVİ, İNTİBAK SAĞLAMAKTIR”

Peki bu model kısır döngüden çıkmamıza yardımcı olur mu? Şimdi AK Parti İslami bir çatışma ortamına çekiliyor gibi... Kulvar değişikliği yaratma çabası sonuç verir mi?

Sayın Cumhurbaşkanımızın son çıkışı şu anlama geliyor: Toplumu tahrik edecek, İslam'a karşı antipati oluşturacak çıkışlardan, yorumlardan kaçınmak lazım, zorlaştırmak yerine kolaylaştırmaktır asıl olan. Ve dinin kötü değil güzel örneklerini ortaya koymaktır. Kalpleri ona meyler hale getirmektir. Yoksa kin ve nefret uyandırmak değildir. Buna özen göstermek gerekmektedir. İslamı zamanın idrakine söylettirebilmek. Buna ister içtihat deyin, ister reform, ne derseniz deyin. Bir şekilde o intibakı sağlayabilmek, bu da İslam alimlerinin, Müslüman entelektüellerin, toplumun görevidir. Cumhurbaşkanımızın ortaya koyduğu şey önemlidir. “AK Parti İslamcılığa mı kayıyor, eksen kayması mı var?” diyenler, aslında daha fanatik, daha radikal, daha donuk bir tarafa mı kayıyor anlamında söylüyorlar ama tam tersi. AK Parti başka bir şey söylüyor, bunu doğru anlamak lazım.

“İNSAN SAYISI KADAR FAKLI İDRAK BİÇİMLERİ VARDIR”

“HAKİKAT BİRDİR”

“ÖNEMLİ OLAN ÜMMETİN SAĞ DUYUSUNA GÜVENMEKTİR”

AK Parti bambaşka bir şey söylüyor. Söylenmesi gereken de tam da bu mu? Atatürk “Türkiye şeyhler, müritler ve meczuplar ülkesi olamaz” demişti. Atatürk her ne kadar böyle söylese de, onların da bir denge unsuru olduğunu düşünüyor musunuz?

Bu sıfatlar çok geniş bir yelpazeyi kapsıyor. Kendilerini o kategori içinde gören, adlandırılan, yakıştırmalarda bulunulan çok geniş bir kategori var. Tek bir örnek üzerinden bunları yorumlamak lazım. İslam Tarihi 14 asırlık bir tarihtir. Burada ana akım, ana yol, İslami gelenek bellidir. Bu ana akımın dışında hep farklı görüşler, marjinal yaklaşımlar, toplumun içine sinmeyen, yakın görmeyeceği görüşler olmuştur, Ama hiçbiri o ana akıma, ana yola, sırat-ı müstakime üstün gelememiştir. Bu böyle devam edip gidecektir. Bu tartışma alanlarını kapatmak zaten mümkün değildir, önemli olan ümmetin sağduyusuna güvenmektir. O sağduyu da, o ana akımı ve orta yolu hep korumuştur. Hakikat birdir, hakikate giden farklı yollar yöntemler vardır, insan sayısı adedince farklı idrak biçimleri vardır, bunların hepsini kontrol altına almak, engellemek de mümkün değildir. Sonuçta bir seleksiyon vardır; yanlış olan elenir, doğru olan ortada kalır. İslam tarihinin ana akımı da doğru yolu ortaya koymuştur.

“DENETLEME DİYANET’İN YAPABİLECEĞİ BİR İŞ DEĞİLDİR”

Diyanet tarafından denetlenmesi de bir şey ifade etmez, diyorsunuz yani?

Bu sadece Diyanet'in yapabileceği bir iş değildir, İslam toplumunun, mahşeri vicdanın genel kabulleri vardır, seleksiyonu yapan odur. Diyanet'in elbette bir takım görevleri, önemli bir misyonu vardır, burada yol gösterici olacaktır. Doğru olanı ortaya koyma misyonu önemlidir, Siz doğru olanı ortaya koyarsanız yanlış olan kenarda kalır.

“HZ.İBRAHİM’İN ATEŞİNE SU TAŞIMASI GİBİ BİR ŞEY”

Dava sahibi olmak, iddia sahibi olmaktır, kanaatindesiniz. Erdoğan’ın virgülsüz, dur durak bilmeden dava adamlığı yürüttüğünü söylüyorsunuz. Tek başına 16 yıl iktidar olmuş bir parti. Sonu olmayacak, sonu gelmeyecek bir dava diyebilir miyiz?

Hakkaniyet mücadelesi insan olduğu müddetçe yaşanacak bir mücadeledir çünkü sorunları üreten de insandır, sorunu çözecek olan da insandır. Haktan sapan, zulme sapan, yanlışsa yanlışı yapan da insandır, doğruyu ortaya koyacak olan da insandır, hakça anlayışı ortaya koyacak olan da insandır. Bu mücadele de devam edecek bir mücadeledir. Önemli olan bizim yaşam serüvenimiz içerisinde, varoluş gayesine uygun olarak o büyük hedefe doğru ne kadar yürüdüğümüz, dava sahibi olarak değerlerimizden hareketle ömrümüzde ne kadarını başarabildiğimizdir. Siz başaramazsınız başkası başarır ama neticede size sorulacak olan şey, o yolda yürüyüp yürümediğinizdir. Hedefe varıp varamamak başka bir şey. Bu karıncanın, Hz.İbrahim’in ateşine su taşıması gibi bir şey. Onun görevi işini yapmak, sonuç Allah’ın takdiri.

"VESAYETÇİ ANLAYIŞ DEVAM EDEBİLİR"

"DEMOKRASİ MÜCADELESİ BİTMEZ"

İmam Hatip tarihi yazıldığında, iki isim öne çıktı, biri Adnan Menderes, diğeri Tayyip Erdoğan. İki dönem yazıldı, 28 Şubat sürecinin o karanlık dönemi ve arkasından gelen Tayyip Erdoğan'ın dönemi. Tayyip Erdoğan var oldukça 28 Şubatlar da yaşanacak demek midir sizce? O döngünün içinde hep kendimizi bulacak mıyız?

Vesayetçi anlayış bir şekilde devam etmeye çalışabilir; bazen zayıflar, bazen güçlenir, bazen ideolojisi değişir, bazen aktörleri değişir, 2010'a kadar uğraştığımız vesayet odaklarının öne çıkan aktörleri başkaydı, 2010'dan sonra başka bir ekip, başka anlayışlar... ama aynı vesayetçi darbeci anlayış ortadaydı. Demokrasi mücadelesi bitecek bir mücadele değildir. Siz daha ileriye bir yol yürürsünüz. Menfaat şebekeleri ve siyaset üzerinden güç devşirmeye çalışanlar yani vesayet odakları bazen bürokrasinin bir kanadı olur, onlar da mücadelesini devam ettirir. Bu devam edecek bir mücadeledir, bazen zayıflar, bazen çok ön plana çıkar ama AK Parti bu konuda çok önemli mücadeleler kaydetti. Şimdi yapısal tedbirler, değişiklikler ve reformlarla sistemi daha sağlıklı bir yapıya oturtmaya çalışıyor ki, artık bu vesayet tasallutları çok zemin bulamasın. Kişiler üzerinden mücadele yürüterek değil sistemin daha sağlıklı bir zemine oturması, bu bu tür parazitlere fırsat verilmemesi üzerine çalışıyoruz.

“28 ŞUBAT’IN ALT KATEGORİSİNE FARKLI YAPTIRIMLAR VAR”

“AYDIN DOĞAN’IN ÇEKİLMESİ ANLIK BİR KARAR DEĞİL”

Görsel İktidar isimli kitabınızda, “gerçek hayatın sorumluluk ve zahiri sıkıntılarından bir kaçış yolu: Medya” diyorsunuz. Aydın Doğan'ın elindeki medya gücünü kaybetmesi de bir tür kaçış yolu mu? 28 Şubat’ın medya ayağı ile ilgili bir soruşturma yapılmadı, bu ani çekilişin arkasında bir 28 Şubat soruşturması yatıyor olabilir mi?

Bu spekülasyon olur. Böyle söylenecek çok şey var, eleştiriler yapılabilir. '28 Şubat'vari süreçlerde sadece önde görülen askerler değil, ona alkış tutanlar, cesaretlendirenler, o psikolojik harekatın parçası olanlar var. Bazılarının yaptığı suçtur, bazılarının yaptığı ayıp, bazılarını yaptığı günahtır. Alt kategorilerde sürecin, olumsuzluğun parçası olanlara farklı farklı yaptırımlar var ama bunlar farklı kategorilerde olan şeylerdir. O dönemde de siyaset kurumundan, bürokrasiye, üniversitelere, STK’lara, medyaya kadar bir çok şey değerlendirilebilir, eleştirilebilir. Ama bu medyadan çekilme işini biraz daha görmek lazım. Bu günü birlik anlık alınacak bir karar değil. Çünkü önemli bir karardır, farklı boyutları olabilir, ben bilmiyorum hangi saikle hareket ediyorlar. Spekülatif bir yorum yapmam bu konuda.

Yani şahsi kanaatinizi de belirtmez misiniz?

Bilmiyorum hangi maksatla çekiliyor, aile içi sebepler, başka sebepler olabilir. Bunu zaman içerisinde daha iyi anlarız.

Çekilme nedeninden ziyade çekilmiş olması sonucunun medya için bir hayra vesile olduğunu düşünüyor musunuz?

Bütün röportajı bu konuya çekerseniz, bütün konuşma güme gidecek. Çünkü çok aktüel bir mesele. Aktüel mesele hepsini zehirler.

”ÇÖZÜM SÜRECİNİ SAYIN ERDOĞAN, AK PARTİ BAŞLATTI, BEN BAŞLATMADIM”

“SÜRECE DE YAZIK, BANA DA YAZIK”

Aslında siz, "Toplumun kabul etmeyeceği herhangi bir adımı atmayız. Rotayı millet çiziyor." deseniz de, sürecinin fikri mimarı olarak anıldınız, çözümün yeni patronu olarak görüldünüz. Kaybedeni olmadığını belirttiğiniz bu sürecin kaybedeni olarak görüyor musunuz kendinizi? Süreci başlatmayı bugünden baktığınızda hata görüyor musunuz?

Ben çözüm sürecinin mimarı değilim, başlatıcısı değilim, sahibi değilim. Ben 2014 sonunda bakan oldum, Parlamentodan sorumlu Başkan Yardımcısı olarak HDP‘lilerle de bir takım temaslarımız oldu. Bu sadece sürecin bir parçasıydı yani sürecin mimarı olmak başlatanı olmak gibi bir şey değildi. Bu süreçler ne zaman başladı? AK Parti iktidara geldikten bir süre sonra başladı. ‘Kürt açılımı’, ‘Demokratik açılım’, ‘Milli Birlik Kardeşlik süreci’, ‘Oslo süreci’, ‘Çözüm süreci’ 2004'ten beri var. Yani ben milletvekili değilim, bakan değilim, sürecin bir parçası değilim, hiçbir şey değilim. Yani ben o pozisyonlarda değilken o süreçler vardı. Ben de bir vatandaş olarak, danışman olarak katkıda bulunmuşumdur, içinde olmuşumdur ayrı. Bütün süreci benim üzerimden adlandırmaya, okumaya çalışmak sürece de yazık bana da yazık. 2004'ten itibaren başlayan bir süreçti, bu süreçleri Sayın Cumhurbaşkanımız başlattı. Türkiye'nin ihtiyacı olan buydu. Kimlik siyaseti yerine birlik siyaseti yapmak ve sistemik dediğimiz sistemden kaynaklanan bütün toplum kesimlerinin meselelerine el atmak. Demokratikleşmeyi sağlamak, tabuları yıkmak, ezberleri bozmak, genel kardeşlik iklimini üretmek AK Parti'nin, AK Parti hükümetlerinin politikasıdır. AK Parti bu konuda önemli adımlar atmıştır, önemli başarılar sağlamıştır. Neticede bu süreç, AK Parti'nin, AK Parti iktidarlarının, Sayın Cumhurbaşkanımızın başlattığı, devam ettirdiği bir süreçtir. Bunların hepsi ayrı ayrı değerlendirilebilir; Habur'da yaşananlar, Oslo’da yaşananlar, Dolmabahçe'de yaşananlar, bunların hepsi münferiden değerlendirilebilir, eleştirilebilir vs. Ama günün sonunda, son bir fotoğraf karesinden 10 yılı okuyup, bütün gelişmeleri ona indirgemek haksızlık olur. Böyle bakınca da; sürecin mağduru olarak da kendimi görmem, sürecin sahibi olarak da kendimi görmem. Ben AK Parti hükümetinin bir politikası olarak, meselenin bir ayağında bir fonksiyon icra ettim. Terörle mücadele adına bugün ortaya konan çok haklı mücadele ve başarılarda toplumsal desteğin oluşabilmesinde AK Parti'nin bu iyi niyet çabalarının, demokratikleşme, sessiz reformlara önemli bir katkısı vardır. Türkiye yıllarca bu süreçler sayesinde önemli demokratikleşmeler gerçekleştirmiştir, ciddi şekilde nefes almıştır, önemli kazanımlar elde etmiştir. Ama sürecin gelinen noktasında örgütün yaptıkları, HDP’nin yaptıkları, dış etkiler vs. baktığımızda meseleyi başka bir mecraya götürmüşlerdir. Mesele devam edilemeyecek bir noktaya gelmiştir. Bu ayrıca değerlendirilebilir. Ama dediğim gibi; benim üzerimden bir fotoğraf karesinin üzerinden bu süreçleri değerlendirmek, çok sağlıklı bir yaklaşım olmaz.

“PKK’LILARDAN EN FAZLA TEHDİT ALAN AK PARTİLİLERDEN BİRİYİM”

“BÜTÜN SÜREÇLERDE BİR KIRILMA OLDU”

Sizin şahsi olarak geri dönük bir rahatsızlığınız var mı?

AK Parti bütün bu süreçleri yaptı. Demokratik açılım, çözüm süreci. Bütün bu süreçlerin hepsinde de bir kırılma oldu. Hepsi bir süre bitti tekrar başladı. Bunların ara dönemlerinde biz büyük terörle mücadeleler verdik, yılda 1500 terörist etkisiz hale getirildi. Ondan sonra yeni bir süreç başladı, bu mücadele süreçlerinde de ben çok etkin rol aldım. Yazdığım yazılarla PKK'lılardan en fazla tehdit alan AK Partililerden biriyim ben. Çünkü hem HDP’lileri, hem PKK'lıları yerden yere vuran eleştiriler getirdim ben. Bu konuda yazılar yazdım bürokrat olarak da terörle mücadele süreçlerinin içerisinde yer alan, demokratikleşme ve terörle mücadele adına ne yapıldıysa, farklı pozisyonlarda, bütün bu süreçlerde rol oynamış bir kişiyim ben. Onları en fazla eleştiren ve onlardan en fazla tehdit alan kişilerden biriyim. Bunu daha geniş nazardan okumak lazım.

Bütün fatura bana kesildi gibi bir şey söylüyorsunuz. “İnsanı Yaşat ki Devlet Yaşasın - Demokratik Açılım Sürecinde Yaşananlar” isimli kitabınızda da bir çok ayrıntıya yer veriyorsunuz.

O süreçle ilgili bir bir takım eleştiriler var. İllegal işler, şiddet olayları, silahlanmalar, tehditler. Kitaba bakın, baştan aşağı ben bunları eleştiriyorum. “Bunlar sürece zarar verir” diyorum. İlegaliteye kayılmaması gerektiği… Ben, onları yerden yere vuran yüzlerce yazı yazdım. Başkalarının bugün yaptığı eleştirileri yapan, bu uyarılarda bulunan yüzlerce yazı yazdım ben. Hem süreci, hem de o süreçteki benim rolümü, olayları okuyarak doğru anlamak lazım.

“ÇÖZÜM SÜRECİNİ AK PARTİ YAPTI, İYİ DE YAPTI”

O kitabı okuduğumuzda sürecin yaşanması, ülke tarihinde yerini almasının doğruluğu sonucuna varıyoruz... Bu konuda bir pişmanlığınız da yok sanırım.

O süreci AK Parti yaptı, doğru da yaptı. Burada PKK ve yandaşlarının dış etki ile yanlış mecralara girip, süreci sabote etmesinden söz edilebilir.

“TEHDİT NEREDEYSE TÜRKİYE ORADADIR”

Sayın Cumhurbaşkanı, “Irak, Sincar'ı temizlemezse biz temizleriz” dedi. Bu ne anlama geliyor? Türkiye Membiç'ten önce Irak'a operasyona mı hazırlanıyor? İki ayrı noktada askeri harekat Türkiye'yi askeri ve ekonomik nasıl etkiler?

Neticede terörle mücadele dediğimiz şey; her anlamda, her zeminde, terörün unsurlarına karşı verilen bir mücadeledir. Bu mücadele farklı ülkelerde diplomatik olarak verilebilir, kamu diplomasisi olarak verilebilir ama silahın olduğu yerlerde askeri bir harekatla da verilebilir. Bunun zemini, terörist unsurların olduğu her yerdir. Bu tehdit Kuzey Irak'tan gelebilir, Kandil'den gelebilir, Sincar’dan da gelebilir, nereden tehdit geliyorsa buna karşı Türkiye, kendi haklı, meşru savunma hakkını kullanacaktır. Türkiye bu mücadeleyi verecek güce sahiptir. Bu bitmiş de değildir. Kuzey Irak'taki mücadeleye şimdi başlamış değildir ki. Farklı şehirlerdeki farklı yapılanmalara Türkiye'nin daha önce de müdahalesi oldu, bundan sonra da olacaktır, bu yeni bir şey değildir. Türkiye orada bir konuşlanma ya da merkezi otoriterleşmeye izin vermez. O yüzden sadece Afrin'e odaklanıp diğer tarafları da unutmamak lazım. Cumhurbaşkanı çok haklı bir hassasiyetle gerekeni söylemiştir. Eş zamanlı olarak hem Türkiye kırsalında, hem Kuzey Irak'ta, hem de Suriye'nin kuzeyinde aynı hassasiyetle bu mücadele devam eder.

“İTTİFAK, ÜST SİYASİ TAVRIN GEREĞİDİR”

“İTTİFAKLA ALERJİ OLUŞMAZ”

“BAHÇELİ’NİN YAKLAŞIMI DOĞRUDUR”

MHP ile yerelde ittifak gerekleşebilir mi? Sayın Cumhurbaşkanımız gönüllü ittifak yapılabileceğini söylemişti. Kastını ve amacını açabilir misiniz?

İttifak süreci, Türkiye'nin içinden geçtiği olaylarla doğrudan alakalı. Durup dururken gündeme gelmiş bir şey değil, sadece siyaset kurumunun şekillenmesi ile alakalı bir şey de değil, Türkiye bir takım süreçler yaşadı, açıktan bir darbe kalkışmasına maruz kaldı. Bu sözün bittiği yerdir. Bir ülkede darbe kalkışmasının olması çok temel bir meseledir. Ve buna karşı normal, günlük, aktüel siyasi refleksleri vermezsiniz. Daha farklı, üst siyasi tavır takınmanız gerekir. Bugünkü ittifaklar, bu “üst siyasi tavrın” bir gereğidir. Çünkü mesele ülkenin bekası, geleceği meselesine dönüşmüştür. Siyaseten kim kazanacak, baraj ne olacak meselesi değil, ülkenin geleceği ne olacak meselesidir. O yüzden Sayın Bahçeli, bu sistem değişikliği ile ilgili meseleyi gündeme getirmiştir. Bugün Sayın Erdoğan'ı aday göstermesi ve ittifak konusundaki hassasiyetleri de, o günkü hamlesinin, teklifinin tamama ermesi için gerekli olandır. Kılıçdaroğlu çıkıp da, parlamenter sisteme dönmek için onu bir referandum gibi takdim ederse, sizde sistemin hayata geçmesi için onun tamama ermesini istersiniz ve Sayın Bahçeli'nin yaklaşımı son derece tutarlı ve doğru olandır. Hem ülkenin geleceği açısından, hem de siyasi önerilerinin tamama ermesi açısından son derece tutarlı ve yerindedir. Bu ittifak meselesini güncel siyasi oy hesapları üzerine kurmamak lazım. Öyle de kurulmadığını görüyoruz. Ondan dolayı da AK Parti-MHP ideolojik pozisyonlar vs.’yi aşan bir durum söz konusu. MHP ile ittifaka Doğu’daki insan ne der vs. Güneydoğu'daki insan, 15 Temmuz gecesi ne dediği ortaya koydu, sokağa çıktı, ülkesine sahip çıktı. Sokağa çıkıp ülkesine sahip çıkma duyarlılığı ile bugün bugün siyasetin ortaya koyduğu duyarlılık birbirini tamamlayan duyarlılıklardır. O yüzden bir antipati ya da alerji oluşacağını zannetmiyorum.

“ERDOĞAN’I YENECEK SİYASİ AKTÖR YOK”

“ERDOĞAN KARŞISINDA KİMSENİN ŞANSI YOK”

Duyarlılık deyince… 10 Ağustos'ta çatı aday çıkardıklarında "İçeridekiler, dışarıdakiler bütün dünya bir araya geldi Erdoğan'ı devirirsek her şeyden kurtuluruz dediler. Deviremediler. Siz haklıysanız kimse sizinle baş edemez. Bundan sonra edemeyecekler" demiştiniz. Başkanlık sürecindeki adaylar için de baş edemezler diyebilir miyiz? Özellikle Temel Karamollaoğlu'nun “Gül ihtimal dahilinde” açıklamasına ne diyeceksiniz?

Ben Tayyip Erdoğan'ı siyaseten Türkiye'de yenebilecek siyasi aktör olduğuna ihtimal vermiyorum. Bu toplumda kurulan gönül bağı ile alakalı bir şeydir. Siyasi umut veren, ortaya vizyon, proje koyan, siyasi yaklaşım ortaya koyan birisi var mı? Tayyip Erdoğan bir vizyon ortaya koyuyor. 2023’lerden, 2050’lerden, 2070'lerden bahsediyor! Vizyoner, dönüştürücü, karizmatik, toplumu ileriye taşıyacak, toplumla özdeşleşen bir lider olmak başka bir şeydir. Popülist yaklaşımlar, birilerinin birilerini ön plana çıkarması, bunların Tayyip Erdoğan’ın karşısında hiçbir şansı yoktur. Çünkü toplumla buluşmuş, çok büyük bir vizyon, hedef ortaya koymuş bir liderden bahsediyoruz. CHP'nin söyledikleri belli, Türkiye'ye bir şey var etmedikleri de belli, ortaya bir siyaset tarzı koyamadığı da belli, kendisini değiştiremediği de belli. Her seçimi kazanan kişiyle, her seçimi kaybeden birileri var ortada. Bunların yarışından ne çıkar?

“KILIÇDAROĞLU YAPTIKLARINI KOLTUK GEREĞİ YAPIYOR”

“DELEGELER SEÇTİ DİYE DAVA ADAMI OLMUYORSUN”

Siyasi ön görülerinizden biriydi. “Ne Erdoğan’ın değeri düşer, ne Kılıçdaroğlu önemli biri haline gelir” diye. Kılıçdaroğlu demişken… Sayın Cumhurbaşkanının “Adalet ışığı önce kişinin kendi küçük dünyasında başlar” sözlerini paylaşmıştınız. Bu ışık Kılıçdaroğlu’nda var mı? Adalet adalet diyor ama 17-25 Aralık'taki yargı darbesini kullandı, barkovizyonlar kurup montaj ses kayıtları dinletti, MİT tırları olayında ülkeyi terörist ülke, Erdoğan'ı savaş suçlusu ilan etti..

Bu ışık dediğimiz şey dert edinmek, bir dava sahibi olmak, yaşam felsefesi ile alakalı bir şeydir. Günün birinde bir partide başkan olurum diye yola çıkılmıyor. Delegeler seni başkan seçti diye sen dava adamı olmuyorsun ya da bir şeyi dert edinen adam haline gelmiyorsun. Sen dava adamıysan, bir şeyleri dert edinen insansan, siyaset seni oraya taşıyor ve onun gereklerini yapmaya başlıyorsun. Tayyip Erdoğan; çocukluğundan beri ben inşası vs adalet, hakkaniyet mücadelesi ile yoğrulmuş yani o efkara, inanca, anlayışa sahip. Siyaseti yürek sızısı ile yapıyor. Siyasette yasaklı iken de aynı mücadeleyi veriyordu. Bir koltuğa geldiği için, koltuğun gereği olarak bunları yapmıyordu. Arada böyle bir fark var: biri yaşam felsefesi olarak yapıyor, diğeri koltuk gereği yapıyor.

"HUKUKSAL HESAPLAŞMA AYRI"

"KUMPASI SADECE ERGENEKON İÇİN SÖYLEMEDİM"

Öngörülerinizin tarihin gerisinden gelerek tuttuğunu görüyorum ben. Başkanlık sistemi için de aynı şey söz konusu. “Milli orduya kumpas kurdular” diyerek Ergenekon’un akış yönünü değiştirdiniz. Cumhuriyet tarihinin en büyük hesaplaşmasıydı sizin için. Ergenekon, AK Parti'nin en büyük icraatı olan askeri vesayet için ödenen bedellerden miydi sizce?

AK Parti iktidara geldiğinde 28 Şubatçı zihniyetle aynı vesayetçi sistemin, rahat durmadığını, bildiriler ve andıçlarla sivil iradeyi baskılanan örgütlü işler yaptığını biliyoruz. Yani hiçbir şey olmadı, Türkiye güllük gülistanlıktı, herhangi bir vesayet hükümeti baskılamaya dönük hiç bir şey yapmadı, denebilir mi? Biz bunları yaşadık. Biz bunların mağdur olduk. Ortada sorunlar vardı, hukukun konusu olarak kim suçlu, kim değil bunlar ayrı konu. O dönemde benim söylediğim, vesayet odakları ile hesaplaşma noktasında önemli bir fırsattı. Fakat bu fırsatı FETÖ zehirledi. Ve o dönemlerde çok büyük haksızlıklar yaptı. Kimisinin sicili bozuldu, makamı gitti, yuvası yıkıldı, bir sürü şeyler oldu. Demokrasi mücadelesi için darbecilerle mücadele etmek ayrı bir şeydir, sapla samanı karıştırarak, tam da darbeci bir anlayışla siyaset kurumunu ele geçirmek için, bunu bir fırsat olarak kullanmaya çalışmanız darbeciliğin daniskası. Darbeci bir anlayış, başka darbecileri bahane ederek kendi darbe zeminini hazırlamaya çalışıyor. Bu hukuki hesaplaşma değildir. AK Parti'nin maruz kaldığı sıkıntılar doğrudur, bunu hukuk zemininde ki hesaplaşması ayrı bir şeydir fakat diğer konu farklı bir zemine kaydı. Benim söylediğim sadece Ergenekon’a mahsusta değil “milli ordumuza, milli bankamıza, milli istihbaratımıza ve milletin seçmiş olduğu iktidara kumpas kuranlar“ dedim. Bu o dönemde dört ayaklı, küresel siyaset mühendislerinin içinde olduğu bir şey. “Kumpas” lafı bir şey ifade ediyordu. Onların bütün tuzaklarını, hilelerini, entrikalarını, ne varsa onları ihtiva eden, zamanın ruhu olan bir kavrama dönüştü. O yüzden bir anlamı var.

“AK PARTİ FARKINDALIK YARATMASAYDI, DARBE PÜSKÜRTÜLEMEZDİ”

“AK PARTİ’DEN HOŞLANMAYAN KESİMLER ‘BİRBİRLERİNİ YESİNLER’ DEDİLER”

“FETÖ’NÜN YIKICI HAMLELERİ 2011’DEN SONRA OLDU”

Zamanın ruhu olarak "kumpas" sözü tarihe adını yazdı. Ve FETÖ ifadesi de ilk olarak 22 Temmuz operasyonunun ardından paralel devlet yapılanmasının yanında kullanılmaya başlandı. Sizin için FETÖ, ne zaman FETÖ oldu?

Bunların güç zehirlenmesi ile daha görünür hamleler yapması ve devlet gücünü, imkanlarını kullanarak daha belirgin ve yıkıcı hamleler yapması, 2010 referandumu sonrası, 2011’den sonrasına tekabül ediyor. 2012 başında MİT meselesini görüyoruz, o andan itibaren açıktan savaş ilanı gibi, kendilerini belli eden, ‘Biz belli bir güce ulaştık ve bundan sonra bu gücü kullanarak devireceğiz’ şeklinde darbeci bir güç olarak ön plana çıkmaya başladığını görüyoruz. Bunu bugünden bakarak görebiliyoruz. O süreçlerde bütün bu yanlışlıkları biz ifade ettik; dini yapılanmadan başka bir şeydir, bu başka bir şeydir. Bir vesayet odağı, darbeci anlayış şeklinde filizleniyor, bu kabul edilebilir bir durum değildir. Bu dönem AK Parti'nin birtakım tedbirleri oldu, dershanelerin kapatılması vs. Bunların terörist bir yapılanma olarak halkına silah çekeceği, bombalayabileceği, kalkışma girişimi olarak çok öngörülmediği için paralel devlet yapılanması olarak kodlama ve bunların illegal örgüt tanımlanması süreci oldu. O dönem AK Parti, bütün devlet mekanizmasına, medyaya, toplum kesimine bunların tehlikesini anlattı ve ‘Bunlar tehlikeli zararlı bunlarla topyekun mücadele edilmeli’ bilincini aşılamaya, ortak mücadeleye çağırmaya epey uğraştı. Ama gereken yardımı ve desteği bulamadı. Bu sadece AK Parti'ye karşı bir şeymiş gibi, AK Parti'den hoşlanmayan kurumlar, çevreler vs ‘Bunlar birbirini yesinler’ zaviyesinden bakarak, bu topyekun mücadelenin parçası olmadılar. Bu ancak 15 Temmuz’dan sonra görüldü. AK Parti bunlara karşı birlikte mücadele verelim, bunların gerçek yüzü budur diye 2013’ten sonra çok ciddi bir çaba ortaya koydu. 2014’ün MGK kararlarının çıkmasıyla bir pozisyon üretmeye başladılar. AK Parti bu mücadeleyi o dönemden vermeseydi bu farkındalığı oluşturmasaydı, devlet kadrolarında bu temizliği yapmasaydı, 15 Temmuz'da çok zayıf bir şekilde yakalanırdı. Ve bu darbeyi püskürtmek de o kadar kolay olmazdı.

“FETÖ HAİNDİR DEDİĞİMDE RAHATSIZ OLUYORLARDI”

“BAZI TEŞKİLAT MENSUPLARI TAŞIN ALTINA ELİNE KOYMADI”

“TEŞKİLATTAN DA FETÖ TEPKİLERİ ALIYORDUM”

AK Parti gereken desteği bulamadı dediniz. Erdoğan ise: "Yalnızım biliyorum ama mücadelemi sürdüreceğim" diyerek sanki daha kapsayıcı bir serzenişte bulundu. Bu yalnızlıkta sizin ve AK Parti kadrolarının payı nedir?

Bütün kesimleri; medya, STK, diğer partiler, devlet kurumları açısından topyekün Mücadele bağlamında baktığımızda bu yalnızlıktan söz edilebilir. Çünkü AK Parti teşkilatları her zaman Tayyip Erdoğan'ın yanındadır. Burada bazı belediye başkanları, bazı teşkilat mensupları taşın altına elini o süreçlerde yeteri kadar koymamış olabilir, tehlikenin çok fazla farkında olunmamış olabilir. Ben iyi hatırlıyorum, o günlerde biz bu eleştirileri yaparken, her gittiğim yerde: “FETÖ haindir” dediğimde bazıları rahatsız oluyorlardı, “Geliyor gidiyor aynı şeyi anlatıp duruyor, FETÖ de FETÖ… Bu kadar önemli bir şey midir” diyenler oluyordu. Bizim o söylediklerimizin boş olmadığı, 15 Temmuz’da görüldü. Onların bu mücadeleye bizatihi aktif olarak katılmaları da süreç aldı.

Yani bu sözler AK Parti camiasından geldi.. Oralardan aldığınız tepkiden söz ediyorsunuz.

Tabii. Vatandaş da olabilir. Vatandaş düzeyinde de olabilir, teşkilat düzeyinde de olabilir.

15 Temmuz’dan sonra bir gaziyi ziyaret ettim. İçeri girdiğimde, “Biz de şimdi hanımla sizden bahsediyorduk, bu adam geliyor gidiyor FETÖ’den bahsediyordu, hep aynı şeyleri anlatıyor, nedir bu diyorduk, şimdi anlaşılıyor boş konuşmadığı diyorduk” dedi.

“ERDOĞAN POPÜLİST BİR LİDER DEĞİL”

En tehlikeli darbe 17 Aralık’ta dediniz ama 15 Temmuz’a kadar kimse işin vehametini kavrayamadı. Ve vatandaşta da büyük bir borçluluk hissi oluştu sanki. Kitapta Erdoğan’ın madde dünyasına olan bakış açısını yazmışsınız. Mesela “Para civa gibidir, uygun zemini bulunca oraya kaçar, paranın dini milleti olmaz”, “Zam, bir cebinizden diğerine koymaktır”, davaya ilk katılanlara “Cebinizde ilk 3 yıl hiç para olmayacak” dediğinden bahsediyorsunuz. Sayın Cumhurbaşkanımızın madde dünyasıyla ilişkisini biraz daha açar mısınız?

Popülist bir lider değildi Erdoğan, “Ben size çok şeyler vereceğim” diyerek gelmedi. Milleti popülist şeylerle kandıran bir siyaset izlemedi.

3-5 kuruşla kandırmadığını, hem de 3-5 kuruşa tamahı olmadığını gösteren bir devlet adamı oldu. Ama 17-25 Aralık’ta bu yaftalamaya maruz kaldı.

“TAYYİP ERDOĞAN KENDİSİNİ MİLLETİNE ADAMIŞ BİR LİDER”

“ERDOĞAN’IN PARA İLE PULLA İŞİ OLMAZ”

“ERDOĞAN’A YAPILAN DÜNYEVİ YAKIŞTIRMALAR SAKİL DURUR”

Tayyip Erdoğan kendisini milletine adamış bir lider. Dünyevi iyi bir hırsı, beklentisi, para pulla maddiyatla işi olan biri değil. Milletine kendisini adamış bir davası var ve bu uğurda mücadele veriyor. Onun ötesinde ona bu tür dünyevi yakıştırmalar yapmak, son derece sakil duran bir şeydir. Üzerine yapışmaz.

“MECLİSİ BOMBALAMALARI ÖNGÖRÜLÜR BİR ŞEY DEĞİL”

Darbeci askerlerle polis arasında 5 saat süren çatışmada şehidimiz İlhan Varank ile ilgili açıklamayı Twitter’dan ilk siz yaptınız... Erdoğan'ın o gün darbeyi eniştesinden haber alması epeyi gündem oldu. 15 Temmuz'u ön göremeyişimiz de mi hain darbe planının bir parçasıydı?

Neticede Bunların ne kadar tehlikeli ve hadsiz oldukları görüldü ve bunlarla mücadelede çok şeyler de yapıldı. Tayyip Erdoğan da her tarafta bunu anlatmaya çalıştı. Tehlikeye dikkat çekmeye çalıştı. Bunlar nereye kadar delilik yapabilir, bu öngörülür veya görülemez, Meclis’i bombalayacakları öngörülebilir bir şey midir? Türk siyasi tarihindeki darbecilerin hepsini bir araya getirirseniz böyle bir şey akıllarına gelmemiştir.

“FETÖ’NÜN ULAŞTIĞI SAPKINLIK DÜZEYİ…”

“FETÖCÜLER KENDİLERİNE YALAN BİR DÜNYA KURMUŞLAR”

Sanki zihnimi okudunuz. Ben de diyecektim ki, siz AFAD, TİKA vs. faaliyetlerinin içinde bulundunuz ama en ağırlıklı çalışma noktanız FETÖ paralel devlet yapılanması örgütleri oldu. Bu örgütün dünya çapında diğer darbecilerle benzerliğini görüyor musunuz?

Bu tür örgütlerin ulaştığı fanatizm ve sapkınlık hali farklı farklı ortaya çıkabiliyor. Kimi insanları öldürmeye dönüktü, kimisi başka sapkınlıkları gitti, bunların ulaştığı sapkınlık düzeyi de bu. Ama görülüyor ki bunlar çok önceden planlanmışlar, kurgulanmışlar, Türkiye’de konuşlandırılmışlar. Böyle bir gün için bunları hazırlamışlar. Böyle bir sapkınlık hali, gelinen noktada çok arızi bir durum değil. Böyle bir hedef üzerinden bütün orijini üretmişler. O yüzden de kendileri bunu bir sapkınlık olarak görmüyorlar, başka bir şey olarak görüyorlar. Milletimiz bugün gelinen noktadan baktığında diyor ki: Bunlar nasıl bir ahlaksızlıktır, akılsızlıktır, sapıklıktır. Gelinen noktada ulaştıkları netice toplumda bu kanaati uyandırıyor. Onlar ise bir yalan dünya kurmuşlar, o yalan dünyayı meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Ama önemli olan bu yalan dünyanın deşifre olmasıdır, farkındalık uyandırılmasıdır, bunun çökmüş olmasıdır.

“BU SAPKIN GÖRÜŞLERİN BİRİ GİDER, BİRİ GELİR”

Çökmüş olması tamam da, önemli olan canavarın etkisiz hale getirilmesi değil mi? Hain darbe girişimini "40 yıl bunları 15 Temmuz için beslemişler. Gün gelecekti düğmeye basacaklardı o canavar harekete geçecekti. Evet gün geldi zombinin düğmesine bastılar ortalık canlandı, harekete geçti ama başarılı olamadılar" diye anlattınız. FETÖ hala örgüte mesajlar veriyor. Canavar yenildiğini neden kabul edemiyor? Yoksa yenilmez mi?

Kötülük hiç bir zaman galip gelemez. Etkisini kırmak önemli. FETÖ, tamamen sıfırlanacak, tamamen bitecek diye bir şey yok. Budur sapkın görüşlerin biri gider biri gelir. Bunlar bir şekilde zayıf olarak başka ülkelerde, o yalan dünyalarında yaşamaya devam ederler. Ama önemli olan Türkiye’nin o şuura ulaşması, onu farketmesi, devletin ona göre yapılanması ve bu tür parazitlere fırsat vermemesidir.

Dahhak kod adlı FETÖ'nün bütün suçları, “Şahsi kaprisi, kibri, kendini ve örgütünü üst bir seviyede seçilmiş ve ilahi bir vazifeli olarak görmesi, hırsı ve iktidarı ele geçirme, yönetme arzusundan dolayı” işlediği belirtiyorsunuz. Bizim bütün bu hasis özelliklere karşı bir panzehirimiz yok mu?

Bu bir zihniyet. Bunun aktörleri değişir, bazen güçlenir, bazen zayıflar, burada önemli olan duyarlı olmak, devleti ona göre yapılandırmak, fırsat bulmasına imkan sağlamamak.

“FETÖ’YÜ SIFIRLAMAK MÜMKÜN DEĞİL”

FETÖ’nün ölümü de, bu örgütün dağılmasına yetmeyecek diyorsunuz yani?

Bunları yüzde 100 sıfırlamak, kazımak mümkün değil. Önemli olan, size zarar vermesine fırsat vermeyecek bir yapılanmaya gitmeniz ve bu mücadeleyi devam ettirmeniz.

“FETÖ YÜZDE 100 TEMİZLENDİ DEMEK MÜMKÜN DEĞİL”

Peki mücadelenin şu an hangi kısmındayız? Devletteki Fetullahçı yapılaşmanın, başka cemaatler içine de sızdığını söylemiştiniz. Tutuklamalar, gözaltılar hala devam ediyor. FETÖ'nün devletin damarlarından tamamen temizlendiğini söyleyebilir miyiz?

Kriptolar, devletin içine sızıp kendini belli etmeyen farklı hücreler vardır, bunlar da tespit edildikçe temizleniyor. Yüzde 100 temizlendi demek mümkün değil. Devletin bir kapasitesi var; istihbarat örgütünün, yargının, emniyetin bir kapasitesi var ve o kapasite ile bu mücadele yürüyor. o kapasite çalıştıkça yenilerini buluyor ve temizlemeye çalışıyor. Akşamdan sabaha hepsini bir anda tespit edip temizleyebilmek mümkün değil.

“FETÖ’YE ANLAYIŞLA BAKMAK, İHANETE ORTAK OLMAKTIR”

“HAK VE HUKUKU KORUYAN BİR MÜCADELE”

“15 TEMMUZ BAŞKA BİR ÜLKEDE OLSAYDI…”

Siz madalyonun öbür tarafına da geçiyorsunuz. Haksız yere cezalandırılıp mağdur olan kesimle de, “oğlum hain mi” diye soran anne babalarla da empati yapıyor görünüyorsunuz. Bu noktaya kolay gelmediğinizi söyleyebilir misiniz? Nihal Olçok bir duruşmada ‘Öfkesini dönüştüremediğini’ söylemişti. Siz öfkenizi dönüştürebildiniz mi?

Bu çok kolay bir şey değil çok büyük bir kin ve nefret var ama bu kin ve nefretin bizi adaletten ayırmaması gerekir. Bir şekilde yanlışlıkla bu işin içine karışanlar veya yargı, hukuk adaleti tecelli ederek gerçekleştirir, eğer orada bir haksızlık meydana gelirse, o mücadeleye zarar gelmiş olur, o mücadelenin selameti, sıhhati açısından, o sürecin doğru işlemesi gerekiyor. Yoksa sempati duymak, empati yapmak meselesi değil. Türkiye’ye yapılabilecek en büyük kötülüğü, ihaneti bunlar yapmıştır. Bunun daha ötesi yoktur. Bunlara biraz daha anlayışla bakmak ihanete ortak olmaktır. Böyle bir şey söz konusu olamaz. Ama binlerce insanın yargılandığı bir davada yargılamaların en sağlıklı şekilde yapılması en doğru olandır. Yoksa bu mücadelede mağdur görürlerse başka birileri istismar eder, FETÖ istismar eder, bu doğru bir şey olmaz. Ama hassasiyet zaten gösteriliyor, yargılamalarda hakimler savcılar, bürokraside gösteriliyor. Adaletli hak ve hukuku koruyan bir mücadele olmadığını kimse söyleyemez. Burada çok büyük bir alçaklık ve hainlik olmasına rağmen devlet son derece sağ duyulu, vakur bir şekilde bu mücadeleyi yapıyor. Bu başka bir ülkede olsaydı, bu kadar büyük bir ihanet ve alçaklığa karşı devlet mekanizması çok farklı tepkiler verirdi. Biz son derece demokratik, hukuk içerisinde, vakur, sağduyulu bir şekilde mücadele sürdürüyoruz.. 15 Temmuz gecesi ne kadar büyük bir kahramanlık ortaya konmuşsa, mücadelenin sağduyu ve vakurla yürütülmesi de önemli bir başarıdır. Burada aileden kasıt, çocuğunu küçükken göndermiş, bilmiyor, birileri onları dönüştürmüşler, onunla gurur duyarken birden bire karşılarına “hain” diye bir çocuk çıkıyor. Ona intibak etmesi, algılaması çok kolay olmuyor ama neticede böyle bir gerçeklik var. Senin çocuğun; Uçakla bir yere bomba attıysa, insanları öldürdüyse, ülkesine ihanet ettiyse, başka ülkelere ajanlık yaptıysa, bu gerçekle de birilerinin yüzleşmesi gerekiyor.

“DÜNYA TOP OLUP PATLASA, HAK BİLDİĞİ YOLDA YÜRÜR”

FETÖ son açıklamalarında her ne kadar gözdağı verse de, “Bir AIDS virüsü gelir sizi bulur” dese de, Sayın Cumhurbaşkanı yurtiçinde, yurtdışında görevlerine hiç ara vermeden devam ediyor. Korkusuzluğunu, gücünü, kudretini nereden alıyor?

Bu inanmışlıkla ilgili. Dava adamının özelliklerinden bir tanesi, inancı ve teslimiyetidir. Dünya top olup patlasa hak bildiği yolda yürür. İkincisi samimiyetidir. Niyet, nazar, samimiyet çok önemli şeylerdir. Zaten halkın kalbine dokunması, tesir etmesi, bir çok olayda muvaffak olması da, bu samimiyetle alakalı bir şeydir. Siz doğru olursanız, doğru yolda yürürseniz, doğru işler yaparsanız, hiç kimseden korkmazsınız, o yolda yürürsünüz.

Ses kısıklığı için çiğ yumurta ve biber kürü yaptığından söz etmişsiniz. Zinde kalmasının bir formülü var mı bildiğiniz?

Çok magazinel olur, söylemeyeyim.

“TAYYİP ERDOĞAN’IN HAYATI, MİSYON, DAVA İÇİN ÖNEMLİ”

“BİZİM YÜCELTTİĞİMİZ MİSYONDUR, DAVADIR”

“DAVAYA KİM SAHİP ÇIKARSA, O DEĞER KAZANIR”

“MESELE ŞAHIS MESELESİ DEĞİL”

“Siyaset üzerinden dünyayı değiştiren bir lider”, “Yaşarken efsaneye dönüşen canlı kahraman” diyorsunuz, “Bugün değil 1976’da aldığı bir unvan, Reis unvanı”, “Şeriati insani kendi nefis tohumu” diyorsunuz Sayın Cumhurbaşkanımızdan bahsederken. Siz bütün hainlerin onu ortadan kaldırma planlarından söz ediyorsunuz. Kendisi, gücü, başarıları hainler için büyük bir tahrik konusu. Söyleyecek çok daha fazla şey vardır mutlaka?

Ülkenin kaderiyle kişinin kaderinin örtüşmesi hali. Mesele bir şahıs meselesi değil. Türkiye’nin geleceği, bölge mazlumlarının geleceği açısından Tayyip Erdoğan’ın hayatı önemli bir rol oynuyor. Bu misyon yüceltilen bir misyondur. Yoksa bir şahsı göklere çıkartmak meselesi değildir. Şahıs olarak herkes kusurlu olabilir, yanlış yapabilir ama yüklendiği misyon, yüklendiği dava yüceyse, ülkenin, bölgenin mukadderatı açısından hayatı kritik bir rol oynuyorsa, budur önemli olan. Bizim burada yücelttiğimizde bu misyondur, bu davadır. O davaya kim destek olursa, kim sahip çıkarsa o değer kazanır. Davaya siz hizmet ettiğiniz sürece değer kazanırsınız, siz o koltuğa ne katıyorsunuz, koltuk size değer vermiyor, siz koltuğa bir şey katıyorsunuz. Tayyip Erdoğan meselesini de böyle görmek lazım.

Hülya Okur-SuperHaber ÖZEL

Philadelphia 76ers - Brooklyn Nets maçını canlı şifresiz izle? Cinayet zanlısı Yekta Gözen’e sahte pasaportu kim çıkardı? Dışişleri'nden nüfus hareketliliği mesajı: Seçimlere etki edebilir
Sonraki Haber