Herkesin merakla beklediği veri (2017’nin hikayesini finalize eden) dün açıklandı. Türkiye ekonomisi 2017 yılında %7,4 büyüdü. Tabii ki daha yüksek büyüdüğümüz yıllar oldu. Örneğin ekonomi 2011 yılında (2009 bazlı yeni seriye göre) %11,1, 2013 yılında %8,5 büyümüştü. Lakin bu seneki büyümenin anlamı ifade ettiği rakamın çok ötesinde. İşte bu yüzden daha çok önemsendi ve üzerine çok daha fazla konuşuldu. Açıkçası bu kadar konuşulmayı da hak ediyor. Daha 1,5 sene önce, başka bir coğrafyada olsa ülkeyi iç savaşa götürecek eşine az rastlanır bir işgal girişimini boşa çıkarmış, dışarıdan bakanların daha yıllarca kendilerini toparlayamazlar dedikleri ülke bu sürede neredeyse %10 büyümüşse, bu tabii ki konuşulmayı hak ediyor.
Bu rakamın önemini anlamak için belki 2016’nın son ayları ve 2017’nin ilk aylarını hatırlamak gerekiyor. 2016 yılının 3. çeyreğinde Türkiye ekonomisi yıllar sonra ilk defa küçülmüş ve son çeyrekteki %4,2’lik büyümenin katkısı ile yılı %3,2 büyüme ile kapatmıştı. 2017 yılına başlandığında neredeyse bütün Uluslararası kuruluşlar büyüme tahminlerini %2-%3 aralığında belirlemişler. İçeride bir çok şirket, banka, finans kuruluşu bu düzeyde olmasa da hesaplarını düşük büyüme üzerine yaptıklarını açıklamışlardı. Ekonomi güven endeksleri benzeri az görülecek bir algı bombardımanı altında 85 düzeylerine inmiş. Enflasyon hızlı bir yükseliş trendine geçmiş. Merkez bankası faizleri arttırma baskısı altında daha fazla dayanamamış ve Mart ayı sonlarına gelindiğinde marjinal fonlama maliyeti 9,75’den 12,25’e çıkarılmışdı. Mali disiplinden uzaklaşılacağı, büyüme düşük olacağı için vergi gelirlerinin tahmin edildiği kadar artamayacağı ve bütçenin 2016’daki açıktan daha kötü bir performans göstereceği yorumları tvlerde, gazetelerde neredeyse ayyuka çıkarılmıştı. Kabaca böyle özetlenebilecek bir ortamda hem Külliye’den hem Hükümet’ten hem de bazı iktisatçılardan, içinde bulunulan durumun bir algı yanılması olduğu, Türkiye’nin söylenenin çok ötesinde bir performans göstereceği yönünde mesajlar ve görüşler bir ölçüde gölgede kalıyordu.
Ekonomi ilk büyük sürprizini 2017 birinci çeyrek büyüme rakamı ile yaptı. Hiç kimsenin beklemediği %5,5’lik büyüme (hesap hatası diyenler de olmadı değil) bir anda havanın değişmesine sebep oldu. Zaten başlamış olan teşvik uygulamalarına, bugün neredeyse herkesin konsensüs içerisinde son derece yerinde bir proje olarak gördüğü Kredi Garanti Fonu’nun (KGF) güçlü bir şekilde devreye sokulması kararı eklenince bu performansın kalıcı olacağı zaten görülmüştü. Burada şunu belirtmek durumundayız; bugün KGF kararını övüp, KGF olmasa bu sonuç olmazdı diyenlerin maalesef çok büyük bir bölümü o gün bu uygulamanın büyük bir fiyasko olacağını, verilen kredilerin yatırıma gitmeyeceğini, garanti yüzünden kredilerin çoğunun geri dönmeyeceğini söyleyerek bu projenin mimarlarını yerden yere vuruyorlardı. Biz de burada hakkını verelim; KGF projesi bugüne kadar Türkiye ekonomisi için uygulanmış en kritik ve başarılı projelerden biri olmuştur ve bu büyüme rakamına çok büyük bir katkı yapmıştır. Tabii ki Türkiye’nin potansiyeli temel belirleyendir. Ancak bu potansiyeli harekete geçirecek ve bazı tıkanıklıkları aşacak kararlar almadığınız sürece başarılı bir sonuca ulaşmak mümkün değildir. İşte KGF kararı böyle bir “tıkanıklık açıcı” karardır. Elbette alınan tek önlem bu değildi. Özellikle Merkez’in kur baskısının da etkisi ile para politikasını sıkılaştırması (ki bunun yanlış olduğunu defalarca yazdık ve söyledik) üzerine yine son derece isabetli ama bir o kadar gecikmiş bir kararla cılız da olsa genişletici maliye politikası uygulamaları devreye sokuldu. Sadece Avrupa ülkelerinin 2008 krizinin ardından verdikleri bütçe açıklarına bakmak dahi bizdeki uygulamanın ne kadar “cılız” olduğunu göstermek açısından yeterli. Bununla birlikte yine malum çevrelerin Türkiye ekonomisinde iyi giden son şeyin de artık bittiği, mali disiplin çıpasının ortadan kalkması ile çok büyük sermaye çıkışlarının olacağı ve bunun anlamının 2001 yılına geri dönmek olduğu söylemleri üzerinden yaratılan algının maliye politikası uygulayıcılarını da bir ölçüde etkilediğini ve politikanın olması gerekende daha düşük katkı yaptığını da belirtmemiz gerekir.
Daha yazılacak çok şey var elbette ancak meramımızı anlatmamız için bu kadarı yeterli olacaktır. Yazıyı çok uzatmadan biraz da bugün açıklanan data üzerinden birkaç ayrıntıya değinmekte fayda görüyoruz. Özellikle GSYİH ölçümlerinde ve bu alandaki verilerde alt kırınımlar en az genel verinin kendisi kadar önemlidir. Zira özellikle GSYİH’daki artışa yani büyümeye hangi alanların ne ölçüde katkı yaptığı hem ekonominin yapısal durumunu anlamak hem de gelecek dönemdeki performansını tahmin etmek açısından son derece önemlidir. 2017 yılı için bu alt kırınımlar yine çok şey söylüyor. İlk dikkat çeken uzun bir süreden sonra imalat sanayiinin katkısındaki artışın inşaat sektörünün önüne geçmiş olması. Zaten üçüncü çeyrekte gördüğümüz bu eğilim son çeyrekte ve yılın tamamında da devam etmiş durumda. Çoğumuzun uzun zamandır dikkat çektiği; imalat sanayiinde yeterince yeni yatırımın ve büyümenin olmadığı tespiti 2017’de tersine dönmüş durumdadır. Açıkçası bu veriyi 7,4’lük büyümeden daha hayati gördüğümüzü söylemek isteriz. Zira 2018 yılında ekonominin 2017’dekine yakın bir performans gösterebileceğinin ön göstergelerinden biri budur. Ayrıca yapısallaşma eğilimindeki bir problemin ortadan kalktığını göstermiş olması da bahs-i diğerdir. Bir başka kırınım, hanehalkı tüketim harcamalarındaki yıllık artış %6,1 olurken, sabit sermaye oluşumundaki artışın %7,3 olmasıdır. Buradan tüketim harcamalarındaki artışın düşük kalmasını tercih ettiğimiz anlaşılmamalıdır. Ancak sabit sermaye oluşumundaki artışın nispi olarak bu ölçüde yüksek olması son derece sevindiricidir. Son olarak 2017 yılında ihracattaki artışın ithalattaki artıştan daha yüksek olduğunu da belirtelim. Beklentimiz ve ümidimiz 2018 yılında ihracat artışının daha da hızlanarak sürmesidir. Türkiye dış talebin payını arttırabildiği ölçüde büyümesini kalıcı kılacaktır.
Şunu üstüne basarak ifade edelim; bu ekonomik performans, işçilerin, girişimcilerin, çiftçilerin, sanayicilerin, inşaatçıların başarısıdır. Tabii ki siyasi istikrar, doğru yönetim ve liderlik de tüm katmanların önünü açmak ve potansiyellerini gerçekleştirmelerini sağlamak açısından son derece önemlidir. Aslında top yekun bir başarıdan söz ediyoruz. Türkiye’nin potansiyeline inanmayanlara inat bir başarı bu. 15 Temmuz’u planlayanların Türk halkının direnişine inanamamaları gibi.
Son söz “ekonomi ısındı” diyenlere olsun. Yanılıyorsunuz. Daha ısınma hareketlerine yeni başladık.