Yeni eğitim öğretim dönemi başladı. Hayırlı uğurlu olsun. Neredeyse ülke çapında her hanede bir hareketlilik, canlanma da bu vesileyle ortaya çıktı. Anne babalar çocuklarını, dede-nineler torunlarını okula götürüp getirmenin heyecanı içinde. Gençler ise üniversite kapılarında…
Bizim için de güzel ve dolu günler; okullu günler. Öğrenciler olmadan hayatın tadının azaldığını tatil dönemlerinde biraz daha anlıyoruz…
Yaz dönemi pek çok memur, akademisyen doğru dürüst tatil bile yapamadı maalesef. Darbe girişimi sonrası alınan tedbirler çerçevesinde herkes iş çevresine çivilendi kaldı. Uzun bayram tatili de olmasaydı herhalde hiç mekân değişikliği yapamadan yeni döneme girecekti çoğumuz.
Şimdi ise servis araçlarının, sabah trafiğine katılan yeni taşıtların hayhuyu içinde işe yetişme dert ve stresi ileyiz.
Darbe iklimi geride kalır, servis ve taşıt sıkıntısına bir süre sonra alışırız da, esas kronik sorunumuz olan eğitim-öğretim süreçlerinde kaliteyi nasıl yükseltiriz, bunun üzerinde düşünmemiz gerekiyor…
Çok şükür, dershane rezaletinden bir ölçüde kurtulduk. Çocuklarımızın hayatta daha avantajlı olmaları için üniversite sınavlarında sorulacak soru tiplerine yönelik yıllar süren uzun antrenmanlar, o yaşlarda öğrenmeleri gereken okul bilgilerinin ve yeteneklerini keşfedip geliştirmelerinin önüne geçiyordu.
Bundan dolayıdır ki, yıllardan beri sanatta, sporda tüm kabiliyetlerine rağmen hiçbir gelişme sağlayamamış nesiller yetiştirdik.
Dershanede öğrendikleri ise sadece üniversiteye girinceye kadar kendilerine lazım olacak bilgilerdi ve sonrasında hiçbir işlerine yaramıyordu.
Üniversite öğrencisi olduklarında büyük ölçüde kitap okuma alışkanlığı olmayan, yazı yazamayan, düşüncelerini açık ve sarih cümlelerle ifade edemeyen gençler çıktı karşımıza…
Bütün bunlardan yakınıyoruz. Yakınırken çocuklarımızın kendimize ve bizden önceki kuşaklara göre daha az ilgili ve bilgili olduklarını dile getiriyoruz. Çok haklı mıyız? Bu sorunun cevabına asla evet diyemem. Hiç hakkımız yok yakınmaya… Sistemi bu hale elbirliği ile getirdik. Okullaşma ihtiyacını göre göre zamanında çözmedik, gidilen açmazı fark ettik ama dershane ekonomisinin arkasındaki güçlerden korkup adım atamadık… Teknolojinin hayatımızı nasıl etkileyeceğine dair fikrimiz vardı ama buna uygun içerik üretmedik…
Şimdi, bir yandan kayıp ettiğimizi düşündüğümüz kuşaklar var bir yandan umutlarımız… Ülkemizin her şehrinde en az bir üniversite var. Dershane pespayeliği büyük ölçüde hayatımızdan çıktı. Teknolojiye artık korkarak bakmıyoruz, içerik üretimi noktasında adımlar atabiliyoruz. Böyle olunca inanıyorum ki, çocuklarımızın biraz daha kendilerini gerçekleştirme imkan ve fırsatları olacak. En azından zamanları olacak. Bir yarış atı gibi oradan oraya savulmayacaklar. Aileler ekonomik olarak çok fazlasıyla yıpranmayacaklar… Bütün bunlar farkında iseniz hep iyi niyetli düşüncelerimiz ve büyük ölçüde de temennidir.
Ancak, şu gerçeğin altını çizmemiz lazım, ailelerimiz çocukları konusunda çok hassas ve fedakârdır. Onların eğitim-öğretimleri sözkonusu olunca hiçbir özveriden kaçınmazlar. Tüm imkânlarını ve hatta imkânsızlıklarını seferber ederler.
Dersane rezaleti de bu hassasiyetlerin bir sömürüsü olarak doğmuştur. Şimdi yine insanlarımızın aynı hassasiyetleri sürmektedir. Bunun yeni cinliklerle suiistimali ihtimali üzerinde de düşünmek gerekiyor. Ama okullarda her yaşta çocuğumuzun ilgisini sanat ve spor üzerine yoğunlaştırmak, kitap okumayı özendirmek, teknoloji konusunda bilinçlendirmek ve özellikle medya/internet okuryazarlığı konusunda eğitmek zorundayız…