Sonbaharı severim. Kasım ayını sevmem.
Hüznün ölüme dönüş ayı gibi.
Kasımda sevdiklerini yitiren çok tanıdığım var.
Çoğu benim gibi kasımın ikinci haftasına gömülmüş.
Annem 13 Kasım’da gitti benim. “Geleceğim bekle” bile demeden.
Ağaçların yaprak döküşü gibi ölüm dökülüyor bu ay, o hafta.
Biz 84 milyonun büyük çoğunluğunun canından aziz bildiği Ata’mız da 10 Kasım’da gitti.
“Ama sevmeyenler de var” diyeceksiniz şimdi.
Onlarınki akılsal bir sapma. Kendilerine gerçekten anlatılsa severlerdi.
Benim Mustafa Kemal’im ülkesi için istediği her şeyi gerçekleştirdi.
Meşum hastalık izin verseydi Türkiye şimdi dünya deviydi.
Ülkesi için imkânsızı var eden O, kendisini yok saydı.
“Ya istiklâl ya ölüm” dediği yolda, ölüm O’nun kıyısından geçti.
Kendisini hiç düşünmedi.
Hastalık içten içe bedenini kemirirken…
Doktorları “olmaz” dediği halde kalktı Hatay’a gitti.
O’na göre, kendisi olmasa olurdu ama Hatay’sız olmazdı.
Şefkatli bir bakışa evlendi. Başını koyacak bir dizdi evlenmek.
Latife tahta evde, topuklu ayakkabılarını zemine sertçe, vura vura yürüdü O çalışırken.
“Ben de varım” demek için seçilen topuk sesleri.
Dünyayı dize getirdi, başını koyacak diz bulamadı.
Latife Hanımı hiç sevmedim.
Bencil tavrından belki.
Belki kulağımda asılı duran o topuk sesinden.
Belki kıskançlıktan. Sevmedim.
Paşam…
Son aylarında çok sevdiği Savarona’da kalmak istedi.
Kısacık bir süre yapabildi bunu.
Ağrıları artmıştı. Yatması gerekti.
Yattı, Dolmabahçe’de.
Eylül sonu ağırlaştı.
Komadan çıkar çıkmaz, sanki sonun geldiğini bilir gibi “Ankara’ya gidelim” dedi, “Ne olacaksam orada olayım.”
Belki Ankara aşkımın O’nun bu yakarışıyla ilgisi var.
Doktorlar izin vermedi.
İçinde Ankara özlemiyle gitti.
20 Kasım’da gelebildi Ankara’sına. Bir tabut içerisinde, kara bir trenle.
Ülkesine dair ne istediyse tam, kendine dair ne istediyse yarım…
Devamlı okurlar bilir, bir yanım Mustafa Kemal’e gönül koymuştur.
“Beni iki kadın çok sevdi” dediği için…
Ülkemin tüm kadınlarına haksızlıktı bu…
2015’te güya din vurgulu gazetenin “Kemalist profesör” başlığı attığı bana da haksızlıktı.
Mustafa Kemal… Ancak bu ülkedeki son insan ölünce ölür.
BU NASIL BİR LAÇKALIK?
Aslı Şafak’ın Bloomberg Tv’de yaptığı, keyifle izlediğim “Aslı Şafak’la İşin Aslı”na katıldım.
Aslı işinde o kadar iyi ki, itibara önem veren herkesin konuk olmak istediği bir program.
Söyleşinin bir yerinde dedim ki “Sosyal medya sosyal değildir.”
Bu cümleyi her söylediğimde aldığım tepkileri, Galilei’nin ‘Dünya yuvarlaktır’ dediğinde yaşadıklarına benzetiyorum.
Sosyal medyayı doğru yere koymazsanız, sosyal medyada çiklet olursunuz.
Geçen hafta.
Saygın bir deprem uzmanı “Ben İzmir’de deprem olacağını Twitter’da yazmıştım” dedi.
Twitter dediğin bir tür kanalizasyon. İnsan kanalizasyona bilgi akıtır mı?
Bu hafta.
En tartışılan Hükümet üyesi Berat Albayrak, Instagram hesabından istifa etti!
Ülkece gerçek mi, değil mi karışıklığına düşüldü.
Daha önemlisi kendisini o göreve getirenlere ayıp etmiş oldu.
Diyelim ki çalıştığınız işten istifa edeceksiniz, bunu sosyal medyadan yapabilir misiniz?
Bu neyin kafası? Neyin laçkalığı?
ABD SEÇİMLERİNDEN ÖĞRENMEMİZ GEREKENLER
ABD’yi kimin yöneteceğine değil, oradan çıkacak derslere bakmak lazım;
Bir, ABD’yi kimin yönettiği değil, bizim yeni duruma nasıl pozisyon alacağımız önemli.
İki, Kamala Harris’i çok sempatik bulanlar, en büyük hayal kırıklığına uğrayabilir.
Üç, Harris gibi samimiyet üzerine kurulu büyük stratejiler dönemine girdik.
Dört, siyasette vefa altın değerindedir. Trump gibi onu başkan seçtiren ekibi etrafından kovarsan çöküşün hızlı olur.
Beş, medya yönetimi o kadar önemli ki, medya size seçim kazandırmaz ama kaybettirir.
Altı, halk çılgın liderleri sever ve seçer ama bunu sadece bir kez yapar. Seçilince çılgınlık yapanı ies alaşağı eder.
Yedi, en gelişmiş sandığın ülke, belki de sadece bir illüzyondur. Olmasa, bir yandan Mars’a giderken bir yandan 156 yıl önceki postayla oy verme işine girerler mi?
KORONAYA DAİR SÖYLENDİĞİM ŞEYLER
Biz ülke olarak korona mücadelesinde pes ettik de söylemeye dilimiz varmıyor.
Neden derseniz…
Türkiye’nin yeni Wuhan’ı dediğimiz İstanbul’da, koronayı dert eden kimseye rastlamadım.
Çalışma ortamlarında maskeyi takan yok, varsa da usulen.
İpin ucu bırakılmış ki, Esenler’de bir meydana girmek için HES kodu gerekiyor.
Ne saçmalık! Sosyal fişlenme gibi bir şey bu.
Dahası. En son. Bir haber kanalında korona için bir radyolog konuşturuyorlardı!
Dünya Sağlık Örgütü ise tüm işlevsizliğiyle ortada dolaşıyor. Bence kapatılmalıdır ki bu konuda tam bir Trump’çıyım.
İZMİR DEPREMİNDEN SONRASI FENA
İzmir depreminden sonra olup bitenlere baktım, baktım, baktım…
Ekranda olup bitenlere değil, ekran dışında kalanlara.
Türkiye’nin herhangi bir noktasında bundan sonra olacak depremleri düşünmek bile istemedim.
AFAD yönetimi başını elleri arasına alıp düşünsün derim.
Türkiye depremle mücadelesini, enkazdan sağ çıkan küçük bebeklere sevinmeye endekslemiş durumda. Nokta.
PAPA VE YAPAY ZEKÂ
Papa “Yapay zekânın insanlığa karşı ayaklanmaması için dua edelim” dedi.
Papa’nın konuya girmesi önemli.
Yapay zekânın üretim süreçlerine katkısına odaklanılıyor sosyal, siyasal, ekonomi ve din alanlarındaki sonuçlarına bakılmıyor.
Bakmayınca hazır da olmuyor.
Papa neden bu konuya girdi, bir düşünün.
BANA YALAN SÖYLEME, ANLARIM
Arkadaşım anlatıyor.
Birlikte çalıştığı arkadaşı kendisine iş konusunda yalan söylüyormuş.
“Biliyorum ama ses etmiyorum. Neden böyle yapıyor ki?” dedi.
Yalan söyleyenlerde hastalıklı bir özgüven vardır, narsizme yakındırlar. Söyledikleri yalanı, ustaca söylediklerine ve karşılarındakini inandırdıklarına inanırlar.
Aynı zamanda derin bir korku hissederler.
Gerçeği söylediğinde olacaklarla yüzleşememe korkusu.
Unutmayın, karşınızdaki insan en az sizin kadar zekidir.
Sizin kadar zeki olmasa karşılaşma olasılığınız düşüktür.
Siz inandırdığınızı sanırken karşınızdaki ya sorun çıksın istemiyordur ya da anlamıyor görünmek işine geliyordur.
AKLIMDA KALAN
Kremlin’in mesajı: ABD seçimleri sonrasında Rusya yönetiminden bir kutlama yerine öyle bir mesaj yayınlandı ki, çok sevdim: “Amerikan halkının her seçimine saygı gösterdiklerini ve seçilmiş her başkanla çalışmaya hazır olacaklarını” söylediler. Mesafe var, saygı var, özgüven var, gerçekçilik var. Daha ne olsun!