Yine yanlış biliyorlar...

Nuran Yıldız nuran@nuranyildiz.com

Medyayı kendilerine göre tasarlamaya çalıştılar, çıkan sonuçtan da memnun kalmadı arkadaşlar.

Şimdi de, “Hürriyet ve Demirören medyasının Hükümete ne faydası var?” diyorlar.

Yine yanlış biliyorlar.

Bu kişilere bulaşmak tehlikeli iş, asla ve kat’a böyle bir niyetim yok. Sadece, soruları uzmanlık alanımdan olunca açıklamak farz oluyor;

Hükümetlere fayda sağlamak, adına medya dediğimiz kitle iletişim araçlarının görevleri arasında hiç olmadı.

Kamuya fayda (o da idealde) görevi vardı.

Kamu adına gözcülük yaptığında, zaten Hükümetlere de yararı olurdu.

Ve fakat, medya cici bir çocuk gibi dursun derseniz bindiğiniz daladır zararınız.

Medyadaki bozulmanın, “kitle iletişim aracı” adlandırmasının yerini “medya”nın almasıyla bir ilgisi var.

Ve elbette.

Artık medyanın birinci görevi, kamu adına gözcülük yapmak falan da değildir.

Sadece ve sadece (haberden magazine) eğlencelik içerik üretmektir.

Yani.

İlk paragrafta yazdığım kişilerin, mevcut durumdan şikâyetlenmesi gereksiz.

Toplumun ortalamasına yerleşmiş medya kuruluşlarının okunma/izlenme oranı ortada.

Yöneticilerine sorarsanız, internet nedeniyle düşüş yaşanıyor.

Hiç değil.

Gazetelerin ve televizyonların internet içerikleri, geçmişin “Helga bizim Hasan’sız yapamıyor” haberciliğinden bile, yani Tan Gazetesi haberciliğinden çok geride.

Yine yani.

Tıklanma oranınız ciddiye alınma oranınız değildir.

Yazı bittiğinde, aklına ilk gelen başka bir ülke gazetesinin (NYT, Herald Tribün, Pravda vs.) web sayfasıyla bizimkilerin topunu birden karşılaştır sevgili okur.

Farkı kesin fark edeceksin.

Diyeceğim o ki, herkes konuşuyor, kimse gerçeği (onu da geçtim, doğruyu) aramıyor arkadaş.

HERKESİN ERGENEKON’U KENDİNE…

Bin yılın kumpası Ergenekon davası geçen hafta beraatla bitti.

Bitti ama kapanmadı.

Bu kara süreçte, insanlarımızın büyük çoğunluğunun acıklı bir hikâyesi, ya da tanık olduğu acıklı durumlar oldu.

Herkesin kafasında farklı görüntüler.

Mesela benim kafamdaki görüntülerde;

Taraf, Zaman ve Radikal gazetelerindeki “Nuran Yıldız da tutuklanacak” haberleri var.

Uydurulmuş bir belgede ismim geçtiği için.

Her dakika annemi arayıp tutuklanmadığıma iknâ etmeye çalışmam var.

Telefonu trafik gürültüsüne uzatıp “Anne dinle bak, hapishanede olsam bu araba seslerini duyar mısın?” dediğim.

(Annemin hastalığını hızlandıran süreç. Bunu milyon kez yazmaya devam edeceğim.)

Sabah olmadan evlere girip gözaltılar yapılıyor diye, her sabah beşte kalkıp pencereden bakmanın görüntüsü.

Evde bulacakları şeyleri yanlarında getiren polisler geldiğinde, yalnız olmamam için gece bende kalan cesur insanların görüntüsü.

O süreçte telefonlarımın hiç çalmayışı var, ki bu en sevdiğim kısmı, dostu düşmanı ayırıcı turnusol kağıdı gibi.

Mesela Nedim Şener’in eşi ve kızının ziyaret sırasında çektikleri eziyetin görüntüsü de var.

Kuddusi Okkır’ın gözleri var.

Silivri’de ziyaretine gittiğim 26. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un camın ardından selam veren ellerinin, acı gülüşünün görüntüsü de.

İntihar eden subayların fotoğraflarının görüntüsü var.

Var da var.

Hepsi insana koyuyor da, en çok, o günlerde bu kumpası destekleyenlerin bugün halâ medyada olmaları daha bir koyuyor.

Bugün “tutuklu gazeteciler” arasında isimleri geçtiğinden, gazetecilik mesleğini kirleten Nazlı Ilıcak ve Altan kardeşlerin, Zaman gazetesinde yayınlanan uyduruk bir haber kupürünü delil diye kameraya uzatarak insanları hedef göstermeleri var..

Hepsi bir yana, tüm bu olanlar medya, hukuk, insan hakları, teknoloji çok gelişti denen günlerde oldu, herkesin gözleri önünde.

Hadi şimdi, gelişmek nedir, bir daha düşünelim.


SETA’YA ÖNERİLER

Dünyanın her tarafında devlet destekli düşünce kuruluşları vardır.

Ancak. Bu kuruluşların amacı devlete vizyon, bilgi, hareket alanı sağlamaktır, ekstra bir sorun çıkarmak değildir.

Dolayısıyla SETA;

Bir, raporu hazırlayanlar arasına bir medya uzmanı koyaydı iyiydi.

İki, raporunda “Türkiye uzantıları” gibi, toplumsal hafızamızdaki rahatsız ifadeyi kullanmayaydı iyiydi.

Üç, gazetecilerin özgeçmişlerini, özel yaşamlarını ifşa ederek “andıç” çağrışımı yapmayaydı iyiydi.

Dört, BBC Türkçe, DW Türkçe, Amerika’nın Sesi gibi kuruluşlarla Kemalist sol, seküler merkez medyasını (nedense aklıma bir tek medya ismi gelmedi) hangi mantıkla bir araya getirdiğini belirteydi iyiydi.

Beş, sonuç kısmında, “haber diline siyasi kimliğin yansımamasına özen göstermek gerektiği”ni belirtip, “medya hükümete destek vermeli” diyenlerle aynı safta olma tezatını da açıklayaydı, iyiydi.

HABER AJANSI BOŞLUĞU DOLDU

Farkında mısınız, yepyeni bir haber ajansımız var artık: NAA

Nagehan Alçı Ajans.

Ülke politikasında ne var ne yok haberini ondan alıyoruz.

BAKAN SOYLU, ANA BABALARIN YERİNDE OLSAYDI..

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, motosiklet kullanma övgüsü dizerken, ölüm oranının yüksekliğine dikkat çekip, motosiklet kullanmama tavsiyesi de verseydi.

Çocuğu motosiklet kullanan anne babaların endişeli bekleyişlerini de anlamış olsaydı… Güzel olurdu.

BAHŞİŞ

Haftalar önce Murat Boz, aracını bıraktığı valeye bahşiş için verdiği 200 TL’nin 170 TL’sini geri istedi diye linçe uğradı.

Ne cimriliği kaldı ne insanlığı.

Murat Boz pek hazzettiğim biri değildir.

Ve fakat. Para üstünü alması kadar doğal bir şey yoktur. Arkasındayım.

200 TL az para mı?

İstanbul gecelerinde bu ne şımarıklık yaa?

INSTAGRAM MACERAMDAN ÖZET

Bir, kesinlikle teknolojik zekâ istiyor.

İki, çevrenizde bu işi bilen sabırlı insanlar olması gerekiyor.

Üç, narsistik biri değilseniz başka sosyal medyaya yollansanız iyi olur.

Ama girdik bir kere.

Çok önemli not:

SETA raporuna göre kimin kimi takip ettiğine bakıldığından, tırsmış durumdayım.

MİT’den ricam benim takip ettiğim hepi topu 12 kişi’nin bir GBT’sine bakılsa.

Tekin olmayan varsa hemen takibi bıraksam.

Zira azıcık aşım, kaygısız başım.

KİM, NE ÜZERİNE KONUŞMALI?

Nedim Şener, Hrant Dink cinayeti üzerine,

Hüseyin Ersöz, Ergenekon ve bilumum kumpas davalarındaki hukuksuzluk üzerine,

İlber Ortaylı, tarihi yarım ada üzerine,

Gülben Ergen erkekleri etkileme sanatı üzerine konuşursa pür dikkat dinlerim.


AKLIMDA KALAN
1 -Merkel’in titremesi: Anneme ilk Parkinson teşhisi konduğunda isyan etmiştik: “Ama annemiz titremiyor ki, nasıl olur?” Doktorumuz, “Keşke titreseydi” demişti, “titreme olan Parkinson tedaviye cevap verir…” Dolayısıyla Merkel korkmasın.

2 -23 Nisan’ın 100 Yılı coşkusu için geri sayım: Bu konuyu yazmaya devam. 19 Mayıs’ın 100 Yılını görmezden geldik ülkecek, hiç değilse 23 Nisan’ın 100 Yılına bunu yapmayalım. Toplumun her kesiminin içinde olduğu, popçulara para aktarıp geçiştirilmeyen, festival havasında bir 23 Nisan için geç bile kalıyoruz. Aha, kaldı 291 gün.

Tüm yazılarını göster